Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan Milat gazetesine verdiği röportajda, “Yaşantı bakımından ben Kanal 7’de nasıl yaşıyorsam şimdide aynı şekilde yaşıyorum öyle bir faklılık yok. Daha dikkat çekici olmam belki, onlara göre daha dikkat çekici olmam” dedi.
Ahmet Hakan’la söyleşi gerçekleştirmek için Teşvikiye’de bulunan evine gittik. Rafine bir zevkle döşendiği aşikâr olan salonda, her bir köşe ayrı bir ışığa sahip. Eşyaların seçimi de alelusul değil, itinayla seçilmiş belli. Dingin bir enerjisi var evin, fonda klasik müzik veya Dede efendi olabilir. Güzel keyifli söyleşinin ardından, hep beraber hem yemek yemek, hem de Merhum Necmeddin Erbakan’ın mezarını ziyaret etmek için Merkez Efendi’ye geçiyoruz. Erbakan’ın mezarında sessizlik hâkim oluyor, duygulandığı her halinden, gözlerinden belli oluyor. Karanlığın çökmeye başladığı mezarlığın çıkışında ayrılıyoruz. Ne konuştuğumuza gelince, hepsi röportaj da yer alıyor.
*Siz sanki biraz magazin programlarına benziyorsunuz. Magazin programlarını herkes eleştirir ama en çok izlenilenler arasındadır bu programlar… Ne dersiniz bu benzetmeye? Sevenler de sevmeyenler de sizi fazlasıyla takip ediyor…
-Valla sevmem böyle bir benzetmeyi. Ben daha çok, sevilmediği halde takip ediliyorsam, bunu daha çok fikirlerimi ifade ettiğim için takip edilmeme yormak isterim.
*İsminizin parlaması ve tanınırlılık kazanmanız kimilerine göre Kanal 7’de çalışmanızla başlıyor, bazılarına göre ise Hürriyet’te yazmaya başladıktan sonra yıldızınız parladı. Size göre, Türkiye’deki her kesim tarafından bilinir olmanız asıl hangi dönemde olmuştur?
-Kanal 7’de zaten değişik kesimler tarafından takip edilen bir iş yapıyordum. Çünkü biliyorsunuz, o dönem Kanal 7 haberleri köşeye sıkıştırılmış bir kesimin sesi halindeydi. Bir anlamda, onun dışında da o sesi çıkaran başka bir yayın organı yoktu. O, biricikliği ve davasını da güzel bir şekilde savunuyor olması nedeniyle, bütün kesimler tarafından takip ediliyordu. İslami kesim, daha ilgiyle takip ediyordu ama diğer kesimlerin de kayıtsız kaldıklarını söyleyemem. Dolayısıyla kişisel olarak bilinirlik açısından bakarsak, bunun orada başladığını düşünüyorum. Zaten oradaki temel olmasaydı başka alanlarda da mesela; Hürriyet’te, Sabah’ta da o çıkışı sürdüremezdim. Temel o dönemdir.
*Hem sizinle birlikte aynı ortamda çalışanlardan, hem de muhafazakâr, İslamcı kimliği olan kurumlarda çalışan isimlerden de sizin gibi farklı medya kuruluşlarında çalışmaya başlayanlar oldu. Siz kurum değiştirdikten sonra çıkışınızı, yükselişinizi devam ettirirken, buna benzer bir transferi yaşayanlar için aynı durumdan pek söz edemeyiz. Bunu neye bağlarsınız?
-Onlara göre daha dikkat çekici olmam diyebilirim. Biraz da içinden çıktığım camianın yanlışlarına işaret eden bir çizgi tutturmam ve o camiayla bir mesafe hissi oluşturmam, beni daha enteresan ve dikkat çekici kıldı. Onlar onu yapmadıkları için, başka yayın organlarına geçmiş olsalar da benim kadar dikkat çekmediler.
*Peki, bahsettiğiniz bu mesafe, Kanal 7 ortamı veya daha öncesinde de var mıydı, yoksa sonradan mı oluştu. Veya bu mesafe vardı da, siz bunu Kanal 7’den ayrıldıktan sonra mı dile getirmeye başladınız?
-İslami camianın genel olarak yayıncılık tarihi çok fazla yoktur. Hele televizyonda Kanal 7 den önce hiç böyle bir gelenek söz konusu değildi. Dolayısıyla yeni bir şey ortaya konuyordu. 60’lı, 70’li, yıllara hatta 80’li yıllara bakarsak haber projesiyle kendisi arasına bir mesafe koymayan, dilini öyle ayarlamayan bir misyon gazeteciliği yapılıyordu. Belki de ilk defa, Kanal 7’de haberlerde bir misyonu savunuyor olmamıza rağmen, savunduğumuz misyona da en azından dil itibariyle bir mesafe koymaya çalışmıştık. Bizi cazip kılan şey de bu oldu. Yani bir Refah partili ile konuşurken, Refah Partisi’ni savunduğumuz halde, yayında ona siyasi parti sözcüsü muamelesi yapmamız, kullandığımız üslupla bunu oluşturmaya çalışmamamız bir ilkti bence. Daha o zamanlar da, bu tespiti yapanlar olmuştu. Dolayısıyla benim aşina olduğum bir şeydir mesafe koymak. Fakat Türkiye’nin hem o zamanki şartları, hem de Kanal 7’nin içinde bulunduğu şartlar, bu “mesafe” meselesini fazla, yani bugünkü kadar oluşturmama engel oldu, o da kasten engel oldu. Yakınmak anlamında söylemiyorum, çünkü o zaman bir mücadele verilmesi gerekiyordu ve dilde de ancak o kadar mesafe konulabilirdi. Sonra bunların bir anlamı kalmadı. Mesafe koymanın, bir misyon yüklenmenin, bir savunuculuk yapmanın bir manası kalmadı. Çünkü Türkiye’de bütün medya değişti, hallaç pamuğu gibi atıldı ben de kendime bir yol çizdim ondan sonra: “Ben, böyle bir misyon gazetecisi, belli bir davanın gazetecisi olmaktan çıkıp daha mesafeli bir gazetecilik anlayışına sahip olmalıyım” dedim ve öyle oldu.
*Bu mesafe her kesime ve her tarafa mı kondu?
-Tabi tabi
*Siz belki İslamcılığın en hızlı dönemlerinde bu kanadın sesi olmaya çalışan bir televizyon kanalında çalıştınız. Orası nasıl bir mahalleydi, şuanda nasıl veya şimdi bir mahalle var mı?
- “Mahalle” İslami camia için o zaman da vardı, şimdi de var. Fakat o zaman ki mahalle bir kuşatılmışlığın, dışlanmışlığın, büyük saldırılara maruz kalmanın yol açtığı duruma karşı sağlam durmak için, mukavemet gösterebilmek için sağlanmış olan büyük bir dayanışmaydı.
*Şimdi peki?
-Şimdi biraz da ortaya çıkan yeni gücün, yeni iktidarın zenginliğini sadece kendine almak, kendi bünyesine katmak için bir getto mantığıyla, aman bizden başkası bu işlerden nemalanmasın mantığıyla devam eden bir mahalle. Yani eski mahalle biraz da düşmanların zoruyla oluşturulmuş bir şeydi, mukavemet odağıydı. Şimdi, öyle bir zorunluluk olmadığı halde biraz gayri ahlaki bir gettolaşma hali var. Şimdi gettolaşmaya, mahalle olmaya, gerek kalmadı yani mahalle olmanın anlamı da kalmadı ama yine de mahalle oluyorlar.
*Mahallenin bugününe gelmişken son zamanlarda daha sık duyulan “Müslüman-sol” kavramı hakkında ne dersiniz? Ki bu kavram sizinle de sık gündeme gelmişti, hatta sizin için bu tanımı kullananlar da olmuştu… Müslüman sol diye bir şey var mı, bu kavram nasıl ele alınabilinir?
-Valla benim bu “Müslüman- Sol” kavramı ile ilgili kişisel olarak yaptığım şey şu olmuştu; ben iki şeyden nefret ederim. Birincisi Müslümanlıkla sağcılığın özdeşleştirilmesi, ikincisi de hak, hukuk, eşitlik filan gibi kavramlara Müslümanların yeterince vurgu yapmaması. Bunu ortadan kaldırmak için bir mücadele yapılması gerektiğine inanıyorum. Bunun için ille de sol kavramını kullanmak gerekmiyor. Yani sol kavramı işin içine girince iş biraz magazinleşiyor, anlamını kaybediyor. Sanki artistik bir gösteri haline dönüşmüş gibi algılanıyor, hâlbuki alakası yok. Burada önemli olan iki şey var birisi; Müslümanlar sağcı değildir. İkincisi Müslümanlar eşitlik hak, hukuk, sendika, işçi hakkı bilmem ne, bunlara sahip çıkar. Yani bizim vurgulamamız gereken iki şey var. Bu vurguyu yapınca, adın ister istemez Müslüman sol gibi bir yaftayla bu iş esas özünden saptırılıp, böyle bir şeye artistik bir şeye, bir gösteri aracı haline dönüşüyor, bundan rahatsızım.
*Sizin uzun bir bölümü muhafazakâr bir camiada geçen yaşamınız var. İlk gençlik yıllarınız, çalışmalarınız, işiniz birçok şey orada şekillendi. Sizin ifadenizle söyleyecek olursak, mesafe koyma düşüncesine de burada, bu camia içerisinde karar verdiniz. Tam tersi bir yerden hayata başlamış olsaydınız, belli bir dönem, belli okumaların nihayetinde yine aynı şekil mesafe koyma ihtiyacı hâsıl olur muydu, veya sizde böyle bir şey yine ortaya çıkar mıydı? Bu durum, böyle bir camia içerisinde olmanın getirdiği bir sonuç mu sizin açınızdan?
-Hiç alakası yok, anladım ne demek istediğinizi ve hiç yok ilgisi yok. Ben Müslüman camiada bulundum, bu insanlardan da artık çok sıkıldım bırakıyorum bunların peşini filan gibi bir niyetle olan bir şey değil bu. Her toplumsal yapıların ideolojik yapıları, kendine özgü sorunları var. Kendine özgü olumlu tarafları var, olumsuz tarafları var. Ben sadece bir camiasızlık içine girmek istedim, hepsine karşı eşit derken düşünce açısından değildi. Genel olarak irtibat kurma açısından, habercilik açısından, gazetecilik açısındandı. Yoksa ben düşünsel bir şeyden bahsetmiyorum ya da hayat tarzıyla ilgili bir şeyden bahsetmiyorum. Ben gazeteciyim, Hasan Cemal’i nasıl bir yere oturtmuyorsan beni de bir yere oturtma kardeşim diyorum. Öyle büyük laflar etmiyorum. Yoksa yani orayı bıraktım, başka bir camiaya geçtim değil. Ben eğer Chp’li bir ailede doğsaydım ve Chp’li olsaydım şimdi bugün için belki o camiayı da bırakır kendime daha korunaklı bir alan seçerdim.
*Bu mahalle değişim falan bunları bir tarafa bırakarak somut manada sormak istiyorum; hangi mahallelerde dolaşırsınız, İstanbul’un hangi mahallelerini seviyorsunuz?
-Ben çok mahalle dolaşmıyorum. Böyle gezip dolaşmıyorum, fakat gezersem de genellikle burada vakit geçiriyorum, zaten burada oturuyorum. Buradan Taksime, Galata taraflarına giderim, Karaköy’ü severim, Sultanahmed’i severim, tarihi yarımadayı gezerim. Bebek, boğaz o kadar, çok da gezmiyorum aslında.
*Yeri geliyor iktidara eleştirilerde bulunuyorsunuz, yeri geliyor muhalefete, bazen İslamcılara. Çakmadığınız kimse yok, herkes bir şekilde sizin kaleminizden nasibini alıyor. Sizin çekindiğiniz kimse yok mu?
-Valla yok yani.
* Yazarken daha dikkatli seçeyim kelimeleri dediğiniz bir durum, ya da birisi?
-Bilmiyorum aklıma gelmiyor. Bir mevzu olduğu zaman yazıyoruz zaten, durup dururken yazmadığımız için. Ben yazarken mutlaka bir hakkaniyet duygusu içerisinde hareket etmek istiyorum. Mesela şu konularda yazmayı sevmiyorum; inanç tartışması, yaşam tarzları tartışması, insanların kılığı, kıyafeti, yaşam tarzı. Kutsal çizgileriniz var mı? sorusuna bir cevap bunlar olabilir.
*Geçtiğimiz günlerde Dersim’le ilgili yazdığınız bir yazınızda her an yobazlaşabilirim, her an o bıraktığım mahalledekiler gibi davranabilirim minvalli sözler vardı. Nedir buradaki durum, birilerine ayar çekme mi?
-Türkiye’de şöyle oluyor biliyorsunuz. Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu diye bir siyasetçi çıkıyor siz ona bakıyorsunuz, yeni şeyler söylüyor. Söylediği güzel şeyler var, olumlu şeyler var siz onu destekliyorsunuz. Özellikle olumlu şeyleri teşvik ediyorsunuz. Chp’nin geleneksel söyleminin dışına çıktığı için. Gün geliyor bu siyasetçi diyelim ki Dersim konusunda bambaşka, hiç o çıkış tarzına yakışmayan bir tutum aldığında onu eleştiriyorsunuz. Bu sefer şöyle eleştiriliyorsunuz sizde diyorlar ki:” Aa! bak sen döndün, sen yine Akp’li oldun”, ben de onlara diyorum ki: “ Evet bana güvenmeyin, ben her an dönebilirim. Yani eğer siz 15 bin kişinin katledildiği bir mevzuda tavır koymazsanız; AKP’li olurum” eyvallah demeye çalıştım yani. Orada önemli olan olgulardır, olgular karşısında gösterilen tavırlardır. Ben şimdi mesafesizim, tarafsızım derken, tavırsızım demek istemiyorum anlamında söylüyorum. Tavır alırım, bu tavrı da sizin aldığınız tavırlar belirler demek için yazmıştım.
*Şimdi ben doğrudan sormak istiyorum. Ahmet Hakan ismi nerede açılırsa birileri o döndü oraya gitti, ya da öbür taraftan buraya geldi veya gitti ama kabul gördü, görmedi mevzuları konuşuluyor. Konuşmanın başında biraz değinildi ama kısaca ve olarak konuşacak olursak siz döndünüz mü?
-Ben söyledim zaten onu, dönmedim. Ben herhangi bir camianın, grubun, partinin gazetecisi olmaktan çıkıp, bağımsız bir gazeteci olmaya döndüm. Bir cümleyle böyle ifade edebilirim. Ama aynı zamanda herkes gibi benim de kişisel olarak dünyaya, olaylara, dine, inanca bakışımda değişiklikler oldu.
*Ne gibi değişiklikler bunlar? Gazeteci olarak tamam, gayet net… Bir kimsenin düşüncelerinde yaşadıkları, okudukları neticesinde bir takım değişikliklerin olması da gayet doğal elbette. Sizin bu son bahsettiklerinizle ilgili değişiminiz çok köklü bir değişim mi?
-Yok.
*Radikal bir değişim miydi?
-Hayır hayır
*Yumuşak bir geçiş mi, ne gibi bir değişim bu?
-Şimdi benim söylemek istediğim şeyler şunlar.
*Dini, İslami boyutu özellikle…
-Yaşantı bakımından ben Kanal 7’de nasıl yaşıyorsam şimdi de aynı şekilde yaşıyorum öyle bir faklılık yok, ondan bahsetmiyorum zaten. Fakat şunu söyleyebilirim, gençliğimizde İslami anlayışın çok hızlı olduğu dönemlerde ya da daha radikal olduğu dönemlerde, biz bir İslami devlet düzeninin olabileceğine inanıyorduk. Yani İslami kuralların olduğu, yani eski ulus devlet modelinin aynısını. O modelin içerisine İslami unsurları katarak yapılması gerektiğine, yani bir tür devrime. O devrim sonrası oluşacak İslami yönetime inanan insanlardık. İslami camiada, genellikle radikal gruplar buna inanırdı. Bunu telaffuz etmeyenler bile, söylemeyenler bile çeşitli gerekçelerde alttan alta buna inanırlardı. Bu bir ölçü sayılırdı. Sonra zamanla görüldü ki bir İslam devleti projesi, İslam devleti anlayışı bizim sandığımız kadar kolay bizim sandığımız kadar romantik bir düş olamıyor. Bir devrim yapılacaksa ve bir takım kişiler İslami bir devlet düzeni kuracaklarsa, o kurulacak olan devlet ve yapılacak olan devrim, İslam devrimi ya da İslam devleti olmuyor, onun yerine o devrimi yapanların o devleti kuranların İslam’dan anladıkları şeyin devrimi ya da devleti oluyor
*Size yöneltilen eleştiriler canınızı sıkıyor mu? Dışarıdan bakınca ciddiye almıyor gibi bir edanız var…
-Mesela “dönek” denmesi üzmüyor. Bana yönelik eleştirilerdeki bu klişelere, artık klişeleşmiş laflara takmıyorum kafayı. Fakat, fikirlerim, yazıp çizdiklerimle ilgili bir şey söylenirse ve beni anlayan takip eden okuyan biriyle tartışırsam heyecanlanırım ilgilenirim onun dışında ilgilenmiyorum yani.
*Fehmi Koru’yla yaşanan mesele nedir, gerçekten miadını tamamladı mı, böyle mi düşünüyorsunuz onun hakkında? Sizin dediğiniz gibi bir dönem için, evet ama artık size ya da Hürriyet’e saldırdığında mı ses getiriyor yazıları?
-Fehmi Koru, bundan 15- 20 sene öncesinde bizim camianın içinden çıkmış, parlamış bir isim. O, sözünü ettiğim mesafe hissini kısmen yakalamış ve bunu sürdürmüş tek gazetecidir. Ayrıca büyük bir gazeteci, çok önemli bir gazeteci fakat takıntıları var. O takıntılar, onu zaman zaman komplocu yaklaşımlara itti. Bilderberg ile ilgili o kadar yazı yazdı milletin kafasını şişirdi, ondan sonra bilderberg toplantısına gitti. Bunlar çok nahoş tabi, kalibrede gazeteciye yakışmayacak tutumlardı. Hadi neyse onları da geçelim dedik. AK Parti iktidara geldi. AK Parti’nin ilk döneminde Fehmi Koru’nun ne dediği merak edildi. Çünkü içerden bilgi verdiğine dair bir anlayışla kendisine bakıldığı bir dönemdi. Sonra Ak Parti medyayı kontrol altına aldı, kısmen ele geçirdi, bununla birlikte bir sürü Fehmi Koru çıktı. Fehmi Koru’nun işlemini yapan, yapacak, ondan daha iyi, yani Fehmi Koru’dan bekleneni daha fazla veren bir sürü isim çıkınca Fehmi Koru’nun bir anlamı kalmadı. Kendisi de iktidar karşısındaki tutumunu tamamen teslimiyet şeklinde konumlandırdığı için, hiç bir esprisi kalmadı, yani yazıp çizdiklerine o gözle bakılmaz oldu. Ancak Hürriyet’le veya gündelik polemiklere girince ilgi çekiyor, onun dışında pek ilgi çektiğini söyleyemeyeceğim.
*İnsanlar genelde geçmişe dönüp baktıklarında hayatlarının bir dönemi daha fazla ön plana çıkar. Sizin için geçmişe baktığınızda böyle tatlı bir tebessüm ettiren vay be ne günlerdi dediğiniz bir dönem var mı?
-Yok maalesef… Böyle vay be denilecek bir çocukluk, gençlik geçirmedim. Ama ben hatırlamayı severim, sürekli hatırlarım, kaçmam geçmişimden ama o geçmişe ne günlerdi diye dönmem.
*Dönüp dolaşıp, tekrar tekrar okuduğunuz kitaplar ya da isimler var mı?
-Artık yok, eskiden yapardım. 4-5 senedir yeni kitaplar okuyorum ve genellikle anı kitapları okuyorum, özellikle de siyasi anı kitapları. Ben daha çok külliyat okurum Refik Halit mesela yeni bitti, ondan önce Reşat Nuri’yi onun öncesinde de Kemal Tahir’i okumuştum.
*Her gün rutin olarak yaptığınız bir şey var mıdır?
-Gün içinde kahve içerim.
*Türk kahvesi
-Türk kahvesi
*Şekerli, sade
-Orta
Röportaj: NİL GÜLSÜM / MİLAT
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.