Sonda söyleyeceğim sözü en başta söyleyeyim. Kürdlerden vergi alan, Kürd insan kaynaklarından bunca yararlanan, Kürd topraklarının yer altı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını; madenlerini, petrolünü, sularını, sularından elde edilen enerjiyi kontrol eden devlet, eğer samimi bir şekilde Kürdçenin yaşatılması ve geliştirilmesine sahip çıkmıyorsa, kalkıp Kürdlerden vatandaşlık kurallarına riayet etmesini beklemesi de doğru olmaz. Kürdlerin de bu niyete sahip bir devlete, gönül rızasıyla “bu, benim de devletimdir” demesi, sadakat göstermesi caiz değildir, ahlaki değildir.
Bu devlet, yüz yıl boyunca varlığımızı; milliyetimizi, dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi inkâr etti, yok saydı. Bununla da yetinmedi, bizi hep aşağıladı, her türlü hakareti etti. Bizi asimile etmek için her metodu denemekten çekinmedi. Dünyanın herhangi bir köşesinde bile Kürdçe ile ilgili bir gelişme olunca, Türk devleti, bunu engellemeye çalıştı. Örneğin, Cemal Abdül Nasır döneminde, Kahire Radyosu Kürtçe yayın yapmaya başlar. Türk devleti hemen Kahire büyükelçisini Cumhurbaşkanı Nasır’a gönderir, Kürdçe yayının durdurulmasını ister. Abdül Nasır, “Daha önceleri Türk yetkililerle Kürdler ve Kürdçe hakkında konuşurken, Kürd diye bir milletin, Kürdçe diye bir dilin olmadığını söylediler”, der. Büyükelçi, “Evet, doğrudur. Kürd diye bir millet, Kürdçe diye bir dil yoktur” der. Nasır, “Olmayan bir dilde nasıl yayın yapılır ki? Öyle bir dil olmadığına göre, yayını da yoktur!” der ve görüşmeyi sonlandırır. İşte, Türklerin, Türk yönetiminin, yabancılarla ilişkilerinde, Kürdler söz konusu olunca, düştükleri durum hep bu olmuştur.
Son beş-on yılda istemeyerek de olsa Türk devletinin katı tavrında kimi gevşemeler oldu. Örneğin, Kürdçe yayın yapan bir televizyon kanalını açtılar. Açtılar ama bu kez Kürdçeyi bozmaktan geri durmuyorlar. Kürdlerin Kürtçede “Wan” dediği şehre devlet Kürdçe olarak “Van”, Kürdlerin “Xarpêt” dediği şehre devlet Kürdçe olarak “Elazığ” yazdırtıyor, dedirtiyor. Böylece Kürdçeyi bozuyor, deforme ediyor. Dilbilgisel olarak da Kürdçeyi bozuyorlar.
Devlet, üniversitelerinde Kürtçe bölümlerin açılmasına izin verdi. Daha sonra, ilköğretim okullarında, o da 5. sınıftan başlayarak, seçmeli olarak Kürdçenin (hala yaşayan bir dil olarak) öğretilebileceğine resmiyette izin verdi. Verdi vermesine ama pratikte bunu engellemek için, buna işlerlik kazandırmamak için elinden geleni yapıyor. Son dönemlerde basına yansıyan birçok haberde, öğrencilerin “Kürdçe seçmeli ders” tercihi engelleniyor yada değiştiriliyor. Engelleyemediklerine de öğretmen vermeyerek, tercihin boşa gitmesini sağlıyor. Böylece Cemal Abdül Nasır ile Türk büyükelçisi arasında geçen diyalogun tam tersi bir durum yaşanıyor: olan dersin olmayan durumu!
Şimdiye kadar Kürdçeyi yasaklayarak yok etmeye çalışıyordular, şimdi ise göstererek; değiştirerek, çürüterek, geçiştirerek yok etmeye çalışıyorlar.
Elde edilen veriler şeffaf olmadığı, dolayısıyla güvenilir olmadığı halde, yine de MEB tarafından açıklanan bilgilere göre geçen yıl 21 bin çocuk Kürtçe seçmeli dersi tercih etti. Bu yıl ise, en az 160 bin çocuğun Kürtçe seçmeli dersi tercih ettiği söyleniyor. Devletin tüm engellemelerine rağmen, bu rakamların çok daha yüksek olduğuna inanıyorum. 160 bin çocuğu onar kişilik sınıflara bölersek, 1600 sınıf eder. Eğer öğretmen ataması yapılmayacaksa, kim bunca çocuğa Kürdçe öğretecek?
Başta Mardin Artuklu Üniversitesi olmak üzere, Bingöl Üniversitesi, Diyarbakır Dicle Üniversitesi ve Muş Alparslan Üniversitesi’nde bir yıl boyunca Kürdçe öğretmenliği için okuyanlar ne olacak? Kaldı ki bu üniversiteler, öğrenci alırken, MEB’in, Talim Terbiye Kurulu’nun, yani devletin kendilerine verdiği teminata dayanarak, Kürdçe öğretmen adaylarının eğitimlerini tamamladıktan sonra kadrolu olarak atanacaklarını ilan ettiler. Geçenlerde ise hükümetin ikinci ve üçüncü şahısları, medyaya yansıyan beyanatlarında, Kürdçe öğretmen adaylarının sözleşmeli olarak atanacaklarını söylediler. Ama söylediklerini bile yapmıyorlar.
Fakat öte yandan Cuma günleri camilerde imamlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın emriyle, yani devletin talimatıyla, hutbe okurken bile camiye Cuma namazı kılmaya gelen insanlara, “Kuran Okuma” seçmeli dersini tercih etmelerini telkin ediyorlar. Başbakanın kendisi bile bugünlerde birçok konuşmasında aynı telkinlerde bulundu. Ama Kürdçe seçmeli dersin tercih edilmesi engelleniyor! Edenlere öğretmen ataması yapılmıyor.
Bir taraftan bir hakkı tanıyacaksın ama diğer taraftan bunu engelleyeceksin, öğretmen atamasını yapmayarak boşa çıkartacaksın! Bir taraftan her konuşmanda hak, hukuk, adalet ve insanlık değerlerine bolca vurgu yapacaksın; bu gibi konularda insanlara ders vereceksin ama konu Kürdler ve Kürdçe olunca, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin en büyüğünü yapacaksın. Bu kadar açık bir çifte standart olur mu?
Her yıl Avrupa’nın çeşitli ülkelerine, biz Kürdlerden de alınan vergilerle yüksek maaşlar ödeyerek oralarda yaşayan Türk çocukları için bin iki yüz Türkçe öğretmenini göndereceksin ama sıra Kürdlere gelince Kürdçe seçmeli dersi için öğretmen atmasını yapmayacaksın. Resmi olarak tanıdığın bir hakkın yerine getirilmesini engelleyeceksin, üzerine düşeni yerine getirmeyeceksin. Ama bir yandan da böyle bir hakkı tanıdığın için ne kadar da hakperest, ne kadar da demokrat olduğunu göstermek için her gün övüneceksin. Hak tanımak bu mu? Gereği yerine getirilmemiş hak, tanınmış bir hak değildir.
Açıkçası, konu Kürtler olunca, Kemalist, Sosyalist, Solcu-Sağcı, Müslüman, Laik vs hiç fark etmez, Türk devletinin, Türk hükümetinin tavrı hep aynıdır. Şimdiye kadar hiç olmazsa “Kürd yoktur”, “Kürdçe yoktur” diyordular. “Kürdüm, diyenin yüzüne tükürün” diyordular. Fakat şimdi, Kürdlere de dayanarak referandum ile, sandık ile, kendilerine yönelik vesayet rejiminden kurtulanlar, “Evet, Kürdler vardır,” “Kürdler Müslüman kardeşlerimizdir” diyorlar, “Asimilasyon bitti” diyorlar, “Üniversitelerde, okullarda Kürdçe öğretiyoruz” diyorlar ama pratikte bunu engellemek, hayata geçirmemek için her türlü tedbiri almaktan da geri durmuyorlar.
Doğrusu Türk devletinin Kürdlere yönelik politikasında hiçbir değişiklik yoktur. Asimilasyon dün olduğu gibi bugün de hızından hiç bir şey kaybetmeden devam ediyor. Kürdler, Kürdçe hala herhangi bir haktan yararlanmış değildir.
Hiç sanmıyorum ama, eğer yarın öbür gün açıklanacak olan pakette, şayet bu devlet, Kürdçe eğitimi özel okullarda serbest bıraksa bile hiç bir anlamı yoktur. Bizden aldığı vergilerle, devlet parasıyla, devlet imkanlarıyla Türkçe eğitim yapılsın ama sıra Kürdçeye gelince, “Sana müsaade ediyorum, kendine okul kur, kendi eğitimini yap” demelerinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü böyle bir durum pratikte işlemeyecektir. Pratikte işlemeyen, işleme durumu olmayan veya işlemesi engellenen hiçbir hak tanınmış hak değildir.
Roşan Lezgîn
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.