Nûbihar’ın “K.Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”na Dair Değerlendirmesi
Süreç Değerlendirmesi
AK Parti iktidarının ilk Kürt sorunu yaklaşımı bir dizi açılım süreçlerinin başlatılmasıyla belirginlik kazanmaya başlamıştı. Kürtlere, Alevilere, gayr-i Müslimlere ve Romanlara yönelik bir takım adımlarla bu kesimlere yönelik çözüm beklentileri oluşturan AK Parti hükümeti, tatmin edici sonuçlar üretemeden kendini tüm bu süreçlerden geri çekmek zorunda görmüştü.
İlk planda başarısızlıkla sonuçlanan açılım sürecinin Kürt sorunu bağlamında en önemli olayı, Oslo’da yapılan örgüt ve mit yöneticileri arasındaki gizli görüşmeler oldu. Bu görüşmelerde ortaya çıkan uzlaşma gereğince adımlar atılmaya başlandı. Habur’dan ülkeye giriş yapan grubun karşılanması sırasında, ortaya çıkan kitlesel gösteriler, CHP-MHP gibi statükocu çevrelerce manipüle edilmeye çalışıldı. Bunun üzerine kamuoyu desteğini kaybetme riskini göze alamayan hükümet, gösterileri gerekçe göstererek süreci dondurdu.
Müzakere umudunu yitiren Kürt siyasal organizasyonu, Demokratik Toplum Kongresi üzerinden demokratik özerklik deklarasyonunu tek taraflı olarak kamuoyuna ilan etti. Karşılıklı çatışmalarla krize giren diyalog süreci yerini tam bir kaosa terk etti.
Açılım politikalarıyla çözüme doğru adım atan yeni devlet aklının bileşenleri, bu süreçte ittifakla güvenlikçi stratejiye ağırlık vermeye başladılar. Bu strateji doğrultusunda gerçekleşen uygulamalar geride yüzlerce ölü, binlerce tutuklu ve Roboski’yi bıraktı. İçeride bunlar yaşanırken dışarıda Türkiye siyasetini yakından ilgilendiren bir dizi gelişmeler yaşanmaya başlandı. Tunus’ta başlayan kitlesel olaylar Mısır ve Libya’yı da etkileyerek tam bir devrimler zinciri vücuda getirdi. Tüm Arap dünyasını derinden sarsan bu halk hareketleri kısa bir süre sonra Baasçı Esad yönetimindeki Suriye üzerinden etkisini Türkiye başta olmak üzere tüm dünyaya yansıttı.
Suriye savaşı, Rojava Kürtlerini sahneye çıkarmış olması bakımından AK Parti İktidarını Kürt sorununa dair stratejik değerlendirmelerini yenilemek durumunda bıraktı. Rojava Kürtleri, Suriye savaşının tarafları nezdinde siyasal taleplerine ve gelecek endişelerine cevap bulamadıklarını gerekçe göstererek herhangi bir tarafgirlik içine girmediler. Bu süreçte daha çok iç sorunlarını çözmeye, kendi örgütlülüklerini ve kurumsallaşmalarını arttırmaya yöneldiler. Dış saldırılara karşı kendilerini korumak amacıyla savunma pozisyonu alan Suriye Kürtleri, geleceklerini uluslararası camialar nezdinde tam bir güvenceye kavuşturmak amacıyla yeni politikalar yürütmektedirler.
Bu değerlendirmeler ışığında düşünüldüğünde Kürt sorununun müzakere, barış ve çözüm eksenine evirilmesinin bir tek parametre üzerinden yorumlanamayacağı açıktır. Hükümet, Kürt sorununun çözümünde, dış politika vizyonu çerçevesinde ortaya çıkan yeni koşullar ve içerde yaşanan kaos karşısında yeni hamlelere başvurmak zorunda kaldı. Bu yeni stratejinin ipuçlarını, kamuoyuna “terörle mücadele, siyasi uzantılarıyla müzakere” başlığıyla sundu. Bir taraftan kamuoyunu açık müzakerelere uygun hale getirmeye çalışırken diğer taraftan İmralı’yla gizli görüşmeler başlatıldı. Böylelikle “çözüm için her türlü enstrümanı devreye sokmaya hazırız” diyen hükümet, İmralı’yla açık müzakere şartı ileri süren KCK yürütme konseyini de tatmin edecek biçimde yeni bir sürecin kapılarını araladı. KCK Yürütme Konseyinin geri çekilme kararı almasında Öcalan’ın benimsediği demokratik siyaset yoluyla mücadele stratejisinin büyük etkisi olmakla birlikte farklı kolaylaştırıcı etkenler de söz konusudur. Hükümetin ilk aşamada tasfiye yerine sınır dışına çekilmeyi yeterli görmesinde ve KCK’nin Türkiye Devletine karşı silahlı mücadeleden demokratik siyaset seçeneğine dönmesinde, Suriye savaşının Kürt bölgesinde oluşturduğu siyasal ve askeri imkanların etkili olduğu yadsınamaz.
Yeni sürecin, hükümetin dayatması olarak değil karşılıklı irade beyanlarıyla şekillenmeye başlaması Kürt sorununda kalıcı barış arayışlarına girişildiğine işaret etmektedir. Sürecin en önemli aktörü olan Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mesajının Newroz meydanında okunması ve önerisiyle PKK güçlerinin sınır dışına çıkmaya başlaması yeni bir dönemin başlangıcıdır. Geri çekilme sürecinde yer yer askeri hareketlilik görülse de bu hareketliliğin ciddi bir operasyona dönüşmemiş olması, silahların susturulması ve geri çekilmenin problemsiz tamamlanmaya çalışılması hükümetin de sürece bağlılığını göstermektedir.
Açık müzakere döneminin başlatılmasıyla Kürtlerin tek taraflı ilan ettiği Demokratik özerklik talebinin farklı bir kulvara devşirilmiş olduğu söylenebilir. Ancak bu durum Kürt hareketinin Kürt sorununu siyasal statü ve temel hak taleplerinden arındırmak istediği anlamı taşımamaktadır. Kürt Hareketi, Kürdistan için statü noktasında benimsenecek olan tezi demokratik kanallar yoluyla sisteme dayatmayı amaçlamaktadır. Bu süreç, Kürt siyasetinin Türkiye devletinin sınırları dahilinde şiddeti bir enstrüman olarak kullanmadan kendi siyasal tezlerini demokratik araçlar aracılığıyla ifade edecekleri anlamına gelmektedir. Elbette sürecin yola devam etmesindeki en büyük sorumluluk devlete düşmektedir. Hükümet, bir an önce demokratik siyasetin bütün kanallarını açmak, yasal ve anayasal güvenceler ile bunu teminat altına almak zorundadır.
Devletin inkar ve imha politikaları karşı duran ve hakkaniyete uymayan hiçbir tavrı bugüne kadar benimsemeyen, vücuda getirdiği 21 yıllık emekle İslam ve Kürt camiasında ekol haline gelen Nûbihar olarak, biz; Kürt sorununun çözüm imkanlarını arttıran ve meseleyi güvenlik-şiddet sarmalından çıkarıp müzakere yöntemine devreden yaklaşımı önemsiyor ve bu yöndeki tüm çabaları destekliyoruz.
Nûbihar, müzakere sürecinin büyük bir hassasiyetle sürdürülüp diyalog yoluyla soruna çözüm inşa edebilmenin en önemli adımlarından biri olarak, çatışma ve şiddet dilinin bir an önce terk edilmesini görmektedir. Silahların susması ve müzakerelerin başlamasıyla oluşan bir nevi ‘‘negatif barış’’ aşamasından, ancak yapısal ve anayasal reformlarla kalıcı hale gelebilecek olan ‘’pozitif barışa’’ hızla geçilmelidir. Tasarlanacak olan yasaların ve Anayasanın toplumun gerçekleriyle barışık, bütün grupların ihtiyaç ve isteklerine cevap verir bir sosyal sözleşme niteliğinde olması şarttır.
Bizler, reel durumda anayasa yapımının zaman alabileceği gerçeğinden hareketle, daha alt yasalarla (seçim barajının düşürülmesi gibi) ve iktidarın idari reformlarla ve irade kullanımıyla (siyasi tutukluların serbest bırakılması gibi) yapabileceği bir kısım değişikliklerin aciliyetle yapılmasının taraflar arasındaki güven problemini çözeceği kanaatindeyiz. Ayrıca tüm bu süreçlerden bağımsız olarak tartışma konusu olarak görmediğimiz temel haklar kategorisindeki Kürtçe (Zazaki/Kurmanci) anadilde eğitim ve anadilin kamusal alanda serbestçe kullanılması hakkı için hükümet biran önce teşebbüse başlamalıdır.
K.Kürdistan’da Statü ve Anayasal Çözüm
Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun Kürt veya Kürdistan başlığı altında tartıştığı herhangi bir gündem maddesinin bulunmadığı bilinmektedir. Sadece bu yönlü taleplere dolaylı olarak dokunan temel maddelerden söz edilebilir. Anayasa’da vatandaşlık tanımı bunlardan birisidir. Bu konuda kamuoyuna yansıyan çeşitli öneriler bulunmaktadır. CHP ve MHP’nin geçmişe sıkı sıkıya tutunarak yaptığı önerilerle birlikte AK Parti’nin anayasanın başlangıç metni olarak ortaya koyduğu ifadeler hiç de umut verici görülmemektedir. Siyasal Kürt organizasyonlarının gönlünden geçen devletin yapısal nitelikleri ve Kürdistan’a statü taleplerine halihazır TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun cevap veremeyeceği aşikardır. Zaten sosyal ve siyasal süreçlerde çözülmemiş bir temel sorunun tek başına anayasa sayesinde çözülemeyeceği de öngörülebilir.
Kürdistan’a statü ile anayasal çözüm arasında var olan konjonktürel paradoks bu süreci arabulucu kavramlara devretmeyi gerekli kılmaktadır. Bu arabulucu kavramlar yeni anayasanın ruhunu oluştururken Kürdistan’a statü tezlerinin örgütlenebilmesi ve bu alanda siyaset yapabilmenin önündeki tüm kanalların açık tutulmasına uygun tasarlanmalıdır.
Bize göre; devlete mensup vatandaşın kim olduğu sorusu eski anayasanın ruhunu taşıdığı sürece meşru bir toplumsal sözleşme vücuda gelmiş sayılmayacaktır. Anayasal vatandaşlık tarifinin tüm kesimlerce tatmin edici bulunması şarttır. Bediüzzaman, haklı ve isabetli bir şekilde, söylem olarak kendini teritoryal bir ulusçuluk olarak ifade etmiş olsa da esasta asimilasyonist bir ulusçuluk olan Atatürk milliyetçiliğinin ve tekçi ulus-devlet paradigmasının toplumsal gruplar arasındaki hukuki bağ olarak Türklüğü esas almasına “başkasını yutmakla beslenen menfi unsuriyet” nitelemesi yapmaktadır. Bu görüşten de ilham alarak Nûbihar Eğitim ve Kültür Derneği, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun daveti üzerine, 09/01/2012 tarihinde, komisyona yazılı ve sözlü olarak sunduğu öneriler kapsamında anayasal vatandaşlıkla ilgili perspektifini şöyle açıklamaktadır:
“Çok dinli ve çok etnisiteli olan genel toplumun herhangi bir grup kimliği esas alınarak tanımlanmaması ve bütün kimlikleri anayasal güvenceye bağlayan bir vatandaşlık tanımının yapılması gerekir. Anayasal vatandaşlık farklı kimliklerin bir arada yaşamasını mümkün kılan hukuki bir bağ olarak tanımlanmalıdır. Bu anayasal vatandaşlık tanımında Türklük gibi herhangi bir ulusal vurgu bulunmamalıdır. Üst kimlik, farklı olanlar tarafından paylaşılan kimlik olarak formüle edilmelidir.”
Nötr veya kapsamlı tanımlanmış bir vatandaşlık kimliği Kürt sorununun örgütlenme ve talep oluşturma özgürlüğü bağlamında zorunluluk arz eder. Yine bir kavmin geleceğe taşınması demek olan milli lisanına ilişkin kamusal güvencelerin sağlanması temel haklar kategorisinde ele alınmalıdır.
Nûbihar olarak devletin yapısal niteliğine ilişkin uzlaşma komisyonunda dile getirdiğimiz görüşler şöyledir:
“Çok ulusluluk ve çok kültürlülük bağlamında farklı olana onay verilmelidir. Farklı toplumsallık kültürlerini korumak için bireysel ve grupsal haklar çerçevesinde özyönetim hakkı, kültürel haklar, dilsel haklar ve özel temsil hakları getirilmelidir. Yurttaşların kendi anadilleriyle eğitim ve öğretim hakları en meşru hakları olduğu gibi bu dillerin kamusal birimlerde kullanılarak hayata geçirilmesi devlet eliyle düzenlenmelidir. Bu konu devlet güvencesi altında olmalıdır. Bölgelerin idari ve siyasal talepleri göz önünde bulundurularak ya idari veya hem idari hem siyasi adem-i merkeziyetçi bir sistem tesis edilmelidir. Bu yolla devletin merkeziyetçi-bürokratik ve siyasi egemenliği merkezin tekeline alan hegemonik yapısı değiştirilmelidir.”
Kürt siyaseti anayasa yapım sürecinde AK Parti eliyle bir Kürdistan’a statü politikası gerçekleştiremeyebilir. Ancak iktidarın bu süreçte Anadili, örgütlenme ve ifade hürriyeti gibi temel haklar konusunda adım atmasını zorunlu tutmalıdır. Zira red ve inkar politikasının bittiği ve siyaset yapmanın önündeki tüm engellerin kaldırıldığı bir zeminde Kürtler kendi siyasal tercihlerini özgür biçimde ortaya çıkarmış olacaklardır. Yani konjentürel olarak mevcut anayasal girişimin siyasal statü sorununu çözmesi zor olsa da Kürtlerin en mütenasip tezi örgütleyebilmesinin önünde herhangi bir yasal engelin bulunmamasını taahhüt etmelidir.
K.Kürdistan’da Ulusal Birlik ve Ortak Tutum
“K. Kürdistan’da ulusal birlik” kavramıyla ortaya çıkan şey sadece kendini Kürt kimliğine nispet edenlerin siyasal/ toplumsal birliği değildir. Aynı zamanda Kürdistan’da yaşayan Mezopotamya’nın diğer halklarının da ortak bir kimlik etrafında kendilerini kolektif olarak serbestçe ifade etmeleridir. Bu durum her bir halkın kendi etnik kimliğinin izharıyla birlikte, ortak bir kimlikte kendilerine yer edinmeleridir. Yani söz konusu salt bir etnik milliyetçilik değil, etnik kimlikle barışık, etnik kimlikleri yutmayan ortak bir ulusal kimliktir.
Elbette bizim açımızdan Kürtlerin bilinç ve duyarlılıklarını ulusal düzeye yükseltmeleri, siyasi iradelerinin kendi hukuk ve yetkilerine sahip bir proses içinde seyretmesi demektir. Bu açıdan gelişen Kürt ulusallaşmasına bakıldığında geçmişin zafiyetlerini yansıtmadığı görülmektedir. Kürt ulusallaşmasından kastımız, kendi kimliğiyle örgütlenip siyaset üretmesidir. Kürt siyasallaşmasının Ortadoğu siyasetinde varlık oluşturup dünya gündemine yerleşmesi bir ilerleme sayılsa da bu durum henüz tüm Kürtlerin kritik meselelerde ulusal bir siyasetin uyumlu parçaları halinde davrandığı güçlü bir konuma işaret etmemektedir.
Nûbihar olarak, evrensel ve toplumsal hakikatler çerçevesinde gelişmeyen bir “Kürt milliyet/uluslaşma bilincinin”, Kürt sosyolojisinde hak ettiği değere kavuşmayacağı kanaatindeyiz. Bize göre siyasal algılar, toplumsal hakikat ve toplumsal gelişmeler paralelinde sürekli yenilenmeye açık tutulmalıdır. Maziden çıkamayan bir geleneksellik tutkusu ne kadar vahimse gelenekle buluşmayan kopuk bir ati düşüncesi de bir o kadar yıkıcıdır. Bu noktada önerimiz Bediüzzaman Said Nursi’nin Kürt manifestosu niteliğindeki “Hatime” adlı tarihi hitabeye ve “Kürtlerin reçetesi” adlı eserindeki analizlere dönüp bakılmasıdır. Güncele ilişkin politikalarda ortak tutum sergileyebilmenin yolu böylesi teorik ve felsefi bir arka plan bilgisine sıkısıkıya bağlılıkla mümkündür.
Aktüel Kürt sorunu birlik ve ortak tutum mevzusunda iki handikapla karşılaşmaktadır. Birincisi, sistemle temel sorunlarını çözmeden ve resmi varlık kazanmadan ideolojik fanteziler ve politik çeşitlilik üzerinden iç ihtilafların yaşanmasıdır. İkincisi; amaçların sıralanması ile adım atmanın niteliksel farkını görememektir. Yani; Kürdistan sorununun veya Kürt sorununun amaçlarını sıralamak (federasyon mu, kültürel haklar mı, bağımsızlık mı, özerklik mi vb.) veya tarihsel nedenlerini ifade etmek (ittihatçı zihniyet, Kemalizm vb.) meseleyi algılamada ortaklaşma anlamına gelmemektedir. Önemli olan bu amaçlara hangi araç ve yöntemler kullanılarak (silahlı mı, siyasal mı, kültürel mi vs.) ulaşılmak istendiğidir. Yeni müzakere süreciyle Türkiye’deki Kürt sorununun girdiği demokratik siyasi mücadele sonrasında araç ve yöntem bakımından birlik sorununun ortadan kalktığı söylenebilir. Bu süreç sonrasında Kürt siyasetinde önem arz eden temel konu ortak tutum sergileyebilme sorunudur. Politik oluşumlar arasındaki güvensizlik bu sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır. Bu açıdan konferansın özellikle ortak tutum belirlemeye yönelik bir misyon içermesi zorunluluk arz etmektedir.
Nûbihar
1- Yeni Bir Siyasal Proje İçin Diyalog Komisyonu'nun tebliği
2- Özgürlük ve Sosyalizm Partisi Genel Başkanı Sinan Çiftyürek'in tebliği
3- DDKD Genel Başkanı İmam Taşcıer'in Konferansa sunduğu tebliğ
4- Demokratik Özgür Kadın Hareketi'nin Konferansa sunduğu tebliğ
5- Sarmaşık Derneği'nin Konferansa sunduğu tebliğ
6- Aziz Mahmut Ak'ın Konferansa sunduğu tebliğ
7- AZADÎ İnisiyatifi’nin Konferansa sunduğu tebliğler
8- Tutuklu Milletvekilleri'nin Konferansa sunduğu tebliğ
9- Halim İpek'in Konferansa sunduğu tebliğ
10- Demokratik Toplum Kongresi'nin Konferansa sunduğu tebliğ
11- Tüm PKK’li ve PJAK’lı tutsakların Konferansa sunduğu tebliğ
12- KOMEL-KURD’ün Konferansa sunduğu tebliğ
13- Roşan Lezgîn’in Konferans tebliği
14- Nûbihar’ın Konferansa sunduğu tebliğ
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.