Barış, kimsenin kimseye verdiği ulufe değildir. Adil ve kalıcı bir barış, silahların sustuğu ve ayrılma hakkı da dahil olmak üzere her şeyin konuşulabildiği bir zeminin yaratılmasında yatar
Yukarıda Bask bölgesinde hapishanedeki ETA mensuplarına özgürlük iteyen Basklılar. Aşağıda ise eski IRA yöneticisiyle tokalaşan Kraliçe Elizab
“Yaptığımız iyi şeyleri taklit etmeniz, istediğiniz sonuçları vermeyebilir, hatta sıkıntılar yaratabilir. Doğrularımız, daha çok şartlarımızın ürünüdür. Asıl ders almanız gereken şey, hatalarımızdır. Hatalarımızdan çıkaracağınız dersler, kendi doğrularınızı daha kolay bulmanızı sağlayabilir.” İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 1997’deki danışmanı Jonathan Powel, Kuzey İrlanda’daki sorunun çözümünde kullandıkları yöntemin başka sorunlu bölge ve ülkelerde uygulanıp uygulanmayacağı konusunda Mithat Sancar’a bunları söylüyordu.
Güney Afrika’da Mandela’nın ırkçı rejime karşı verdiği mücadele, İrlanda’da IRA, İspanya’nın Bask bölgesindeki ETA, Türkiye’deki Kürt ya da PKK sorunu birbirinin aynı değil. Her birinde benzer, kesişen, örtüşen yanlar olduğu gibi hepsinin kendi içinde tarihsel, bölgesel, sosyolojik ve etnik özgünlüğü mevcut. Ama hepsinde ortak nokta olarak, yıllarca süren çatışma ortamı ve savaşlar, birbirine üstünlük sağlayamayan, uzlaşmaya yanaşmayan, birbirini tasfiye etmeye çalışan ‘devlet’ ve ‘örgütler’ var. Bu örneklerin bir diğer özelliği, kimsenin tek başına askeri ve siyasi açıdan diğerine üstünlük sağlayamaması. Ve her birinde sonuca giden yolda cesaretle adım atan, kararlı, barışı gerçekten hedefleyen ve şiddetin olmadığı bir ortamda konuşmayı seçen liderlerin ve siyasilerin varlığı. Ayrıca, bu süreçler tüm hakların en geniş ve ‘ama’sız bir biçimde ele alındığı süreçler.
IRA, ETA örnekleri
Örneğin, İrlanda’da bir noktadan sonra IRA ile kendisine mesafe koyan Sinn Fein, ‘görüşmelerin IRA ile değil kendileri ile yapılmasını’ istiyor. Bu süreçte IRA’nın silahlı kanadı ile ciddi bir mücadele veriliyor, kazanan Sinn Fein yani örgütün ‘yasal’ kolu oluyor. Bask’ta da benzer bir durum söz konusu. Milliyetçi olsun, sosyalist olsun Bask partileri çözüm konusunda kendileriyle görüşülmesi gerektiğini, konunun sadece ETA’nın silah bırakması olmadığını öne sürüyorlar. İspanya’da anayasadan kaynaklanan ve Bask bölgesine geniş özerklik veren haklar da yasal alanda önlerini açıyor. Şiddete bulaşmayan her siyasi hareketin, ayrılmayı dahil talep edeceği bir anayasal düzen, sonunda ETA’ya yakın sol koalisyon güçlerine seçim başarısı getiriyor. ETA’nın hapishanedeki lideri Otegi’nin ‘silah bırakmanın zamanının geldiğini’ belirten o ünlü mektubu üzerine uzun tartışmalar sonunda ETA silah bırakma kararı alıyor. Bu arada mektuba rağmen 2006’daki Madrid patlamaları, örgütün belli bir bölümünün silahta direndiğinin göstergesi olarak kayıtlara geçiyor. İspanya’da seçim barajının yüzde 3 olduğu hesaba katılırsa, bugün 75 sandalyeli Özerk Bask Parlamentosu’nda ETA’ya yakın 24 milletvekili var. Sonuçta İrlanda ve İspanya’da sadece güvenlik ve askeri yöntemlerle silah bıraktırmanın mümkün olmadığı görüldü. IRA ve ETA, ne olağanüstü hal yasaları, ne karşı terör ne de derin devlet uygulamaları karşısında geri adım attı.
Tek koşul: Ateşkes!
Bu tabii ki, bu süreçlerden örnek almak, esinlenmek, izlenen yöntemlerin denenmemesi anlamına gelmiyor. Zaten Powel da “taklit etmeyin” derken ipuçunu da veriyor “hatalardan ders çıkarın.” Hataların başında tarafların masaya koyduğu ön koşullar geliyor. İrlanda’da ön koşul istemenin süreci uzatıp zaman kaybına yol açtığı görülüyor. Mesela Blair öncesindeki muhafazakâr Başbakan John Major, IRA’yla görüşmek için örgütün silah bırakmasını istiyordu ve bundan geri adım atmıyordu. IRA ise bunu kesin bir biçimde reddediyordu. IRA, silahları ancak müzakereler sonunda ve bir anlaşma çerçevesinde bırakılabileceğini söylüyordu. İrlanda’daki ‘silah bırakma’ ön şartı, çözümü 10 yıl geciktirdi. İngiliz hükümeti, Tony Blair’le birlikte bu şarttan vazgeçti. Blair hükümetinin tek bir şartı vardı: Ateşkes! Esasen bu da, bir ön şart değil, müzakere kavramının gerektirdiği bir durumdu.
Güney Afrika’da ise Mandela yıllar süren mahkumiyetinde bile silahlı mücadeleye izin vermedi. Hatta kendi partisini bile bu konuda eleştirdi. Güney Afrika örneğinin Türkiye ile benzerliği liderler bazında olabilir. Öcalan ve Mandela kitle üzerinde söz sahibi olan, kitleyi sürükleyebilecek hapishanedeki iki lider.
Doğru zemin yaratmak
Dünyadaki örneklerde “silahları bırakın öyle gelin, yoksa konuşmayız” sözlerinin çözüme yardımcı olmadığı görülür. Tabii ki müzakere ateşin kesildiği ortamlarda ve sükûnet içinde yürütülür ama Türkiye’de PKK’nın dağdan inmesi için dağa çıkış koşullarının ortadan kaldırılması gerekir. Silah bırakma ve toprağa gömme en son aşamadır. İspanya ve İrlanda’da böyle oldu. Türkiye’de eğer sağlıklı ve sonuç alıcı bir müzakere isteniyorsa, böyle olmak zorundadır.
Tabii ki tüm süreçlerde bölge ve dünya konjonktüründeki değişiklikler de etkili oldu. İrlanda meselesinde ABD ve ABD’deki Amerikalılar, İspanya’da Fransa, Güney Afrika’da ise başta İngiltere olmak üzere tüm dünya çözümü zorladı. Türkiye’deki süreç de Irak ve Suriye’de olanlardan bağımsız değil. Tarih ve coğrafya, Türkiye’yi Kürtler ve PKK konusunda çözüme yöneltti, bölgede Kürtlerin yükselişi Türkiye’yi adım atmaya zorunlu hale getirdi.
Bu nedenle barış, tek taraflı olmaz. Barış kimsenin kimseye verdiği ulufe değildir. Adil ve kalıcı bir barışın şartı silahların sustuğu ve ayrılma hakkı da dahil olmak üzere her şeyin konuşulabildiği bir zeminin yaratılmasında yatar. Ne devlet ne de PKK tek başına kazanabilir. Kimse kimseye diz çöktürerek barışı getiremez. Türkiye’nin müzakere süreci olarak İrlanda’ya, anayasal olarak İspanya’ya bir kez daha bakmasında yarar var.
Mete Çubukçu - Radikal
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.