Ankara ve Moskova arasında bir süredir biriken gerilim, 2 Şubat’ı 3 Şubat’a bağlayan gece İdlib’den Halep yolundaki Serakib kasabasına yola çıkan Türk askerî konvoyuna yapılan saldırıda 5 askerin ve 3 sivil personelin öldürülmesiyle açığa çıktı. Olayın sıcaklığı içinde önce Türk ordusu misilleme atışları yaptı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın verdiği bilgiye göre sabaha dek Suriye'deki 46 hedefe 122 obüs, 100 havan mermisi atıldı.
Bunlar az çok haberlerde duyduklarınız. Rusya ile siyasi gerilimin açığa çıkması ise bu aşamadan sonra oldu.
Saldırının bir zamanlaması, bir de siyasi arka planı bakımından önemi vardı.
Zamanlaması bakımından iki unsur öne çıkıyordu.
Birincisi, Türk askeri konvoyuna yapılan kanlı saldırıdan bir gün önce, 1 Şubat’ta, yine M5 sayılı Halep-Şam karayoluna yakın bir mevkide Rus karşı-casusluk örgütü FSB’ye bağlı 4 Rus askeri, havan topu saldırısıyla öldürülmüştü.
İkincisi, Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretiydi. Erdoğan kötü haberi Ukrayna Devlet Başkanı Volodımır Zelenskıy’ın davetlisi olarak Kiev’e yola çıkmadan birkaç saat önce aldı. Rusya, Ukrayna’nın stratejik Kırım yarımadasını 2014 yılında ilhakından uluslararası baskılara rağmen geri adım atacak gibi görünmüyor. Hatta Türkiye’de üzüntü ve öfkeye yol açan böyle bir saldırı gününde dahi, Moskova’dan Erdoğan’a Kırım’a davet çağrısı tekrarlanabiliyor.
Siyasi-askeri arka plan
Dolayısıyla Erdoğan bu krizle Ukrayna temasları sırasında uğraşmak zorunda kaldı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, (geçen yıl Türkiye’den 12 insansız hava aracı alım anlaşması yapan) Ukrayna ile savunma sanayi işbirliği görüşmelerini yürütmek yerine, heyetten ayrılarak komutanlarla Suriye sınırına gitti.
Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile 8 Ocak’ta Libya’da çatışan taraflara ateşkes çağrısı bulunduğunda da, 12 Ocak’ta İdlib’de de ateşkes anlaşması açıklandığında da bir iyimserlik havası yükseliyordu ilişkilerde. Bu havaya ilk gölge, 19 Ocak’ta Berlin’de Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in girişimiyle toplanan Libya Konferansında Putin’in Halife Hafter’i Libya ateşkesine imza atmaya ikna edemeyişiyle düştü.
Ancak bu son tırmanışın başlangıcı, Suriye ordusunun 28 Ocak’ta İdlib’in Maatar El Numan kasabasına girmesiyle oldu. Neticede Suriye ordusu (Türkiye tarafından da terörist kabul edilen Heyet Tahrir Eş-Şam (HTŞ) örgütünün kontrolündeki bir kasabayı geri alıyordu. Ancak Ankara bunu İdlib’de Astana süreci sayesinde kurduğu 12 gözlem noktasına tehdit olarak algıladı. Aynı gün MSB bir açıklamayla Rusya’dan 12 Ocak anlaşmasını hatırlattı. Rusya’nın cevabı, İdlib anlaşmasının terörist gruplarla mücadeleye devamı öngördüğü şeklinde oldu.
Putin, Erdoğan’ı kendi çizgisine zorluyor
Bunun üzerine Erdoğan 29 Ocak’ta Senegal’den dönüşünde “terörist dedikleri topraklarını savunanlar” çıkışını yaptı ve Rusya’nın saldırılara engel olmaması halinde Astana sürecinin bittiğini söyledi. Ancak bu rest Putin'i engellemedi; 30 Ocak günü Rus hava akınları devam etti. Aynı gün ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, İdlib’deki çatışmalar nedeniyle Türkiye sınırlarına başlayan göç dalgasının 700 bin kişiye ulaşabileceğini söylüyordu. 1 Şubat’ta yeni bir Türk askeri konvoyu İdlib şehir merkezine girdi ve gerisini biliyorsunuz.
Bu arada Moskova’dan yapılan “Bize haber vermediniz, hedef oldunuz” açıklaması, Ankara tarafından yalanlansa da ikili anlam taşıyordu. Birincisi, son giren konvoyun kastedildiğiydi. İkincisi, Rusya’nın bu sözlerle, “Suriye’de bizim sayemizde duruyorsunuz” imasıydı. Gerek 2016’daki Cerablus harekâtı, gerek 2018’deki Afrin harekâtı, Rusya’nın onayı ve Suriye birliklerini engellemesiyle sonuç alıcı şekilde yürütülebilmişti. Putin, muhtemelen bunu hatırlatıyor, Erdoğan’a Suriye’de (ve muhtemelen Libya’da da) sonuç almak istiyorsa kendisiyle zıtlaşmaması gerektiği mesajını veriyordu.
Üstelik bu mesaj, Türkiye’nin ABD ile Rus S-400 füzeleri alımı nedeniyle yaptırım tehdidi altında bulunduğu bir sırada veriliyordu.
Türk ordusu halen Suriye topraklarında, misilleme harekâtı yürütüyor. Bunun geniş çaplı bir savaşa dönüşmesi ihtimali zayıf. Ancak Türkiye ve Rusya arasındaki sorunların artık saklanamaz hale geldiği de görülmüş oldu. Bu çatlak, sadece Orta Doğu’daki dengeleri değil, muhtemel göç dalgası endişesindeki Avrupa’yı da etkileyebilecek boyutta. (Murat Yetkin-DW)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.