Kandil Dağları’nda “Medya Savunma Alanları” denen bölgedeyiz. PKK gruplar hâlinde Türkiye’den çekilirken, bölgede nabzı tutmaya çalışıyoruz. Bu çerçevede bölgede bulunan Kürt gazeteci arkadaşlarım Erdal Er ve Günay Aslan ile birlikte KCK Başkanlık Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile bir söyleşi fırsatı yakaladık. Kandil Dağları’nda dev bir ceviz ağacının gölgesinde, çekilme süreci, barış ve demokrasi konferansı, Karayılan’ın deyişiyle “Yeni Türkiye”, Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasına yönelik kampanya, AK Parti’nin başkanlık sistemi arzuları ile başta Suriye olmak üzere bölgesel gelişmeleri konuştuk.
Karayılan’a geçen haftasonunda Ankara’da toplanan Diyarbakır, Brüksel ve Kürtçe ismiyle Hawler, Arapçasıyla Erbil’de toplanması planlanan “Barış ve Demokrasi Konferansı”nı soruyoruz. Malum PKK, böylesi bir konferansın toplanmasında etkili oldu. Dolayısıyla ilk konferanstan sonra gördüğü fotoğrafı merak ediyoruz...
“Bileşenlerin ortak çözüm projesi”
Karayılan “Kürt sorunu Türkiye’nin sorunudur. Türkiye’de kendisini sorumlu hisseden, halkların birarada yaşamasından yana olan, kardeşliğinden yana olan, halkların eşit özgürlüğünden yana olan kimselerin, çevrelerin çözüm yönünde kendilerini sorumlu görmeleri gerekiyor. Bu nedenle önderliğimiz dört ayrı konferansın yapılmasını önerdi” diyor. Ancak konferansla ilgili bir yönlendirmeleri olmadığının altını çiziyor: “Böyle bir durum yok. Oradaki kesimler, konferansa dâhil olan güçler kendi inisiyatifleri temelinde yürütmüşlerdir.” İlk konferansın “belli bir cevap olma düzeyini yakaladığı” görüşünde: “Bence bir ilk adım olarak başarılıdır, olumludur. Fakat daha da kapsamlı olabilirdi. Bu daha da genişletilerek devam ettirilmeli. Mesela ikinci bir adımla daha kapsamlı, katılamayan kesimleri de katmayı hedefleyen bir çaba önemli olur diye düşünüyorum.” Her kesimin tartışmalarla çözüm önerilerini netleştirip “bileşenlerin ortak çözüm projesi” denilebilecek bir metne ulaşılması gerektiğini söylüyor: “Belki tepede bu güçlerin çatışması biçiminde yaşayan bir süreç var; doğru. Fakat esasen bu sorunun köklü ve kalıcı çözümü ancak toplumsal uzlaşma ile mümkün olabilir. Yani toplumsal güçlerin tümünün dâhil olması ve herkesin kendinden gelen katkıları sunması, tevazu göstermesi, empatiyi geliştirmesi ve bu temelde yüz yıllık sorunun köklü çözümüne dönük herkesin çaba göstermesiyle ancak çözülebilecek bir sorundur.”
Âkil İnsanlar ve konferans “rakip” değil
Peki, hükümetin çözüm sürecini Türkiye kamuoyuna benimsetmek için ortaya koyduğu Âkil İnsanlar süreciyle planlı konferanslar arasında bir çeşit “rekabet” mi var? Karayılan, “Öyle olabilir ama gerçekten samimi bir biçimde sorununun çözümünden yana olan taraflar aslında bu konferansları olumlu karşılaması gerekiyor” diyor. Ekliyor: “Nasıl ki, biz Âkil İnsanlar faaliyetini yetersiz buluyoruz ama yine de olumlu bir şey olarak görüyoruz. Neden? Biz onun işlevini daha geniş olarak düşünüyorduk, fakat şimdi daha farklı bir formatla şekillendirildi ve faaliyette bulunuyorlar. Yine de iyidir diyoruz, çünkü sorunun çözümünden yana bir düşünce oluşturmaya çalışıyorlar. İnsanları ikna etmeye çalışıyorlar. Bu iyi bir şey gerçekten. Fakat kapsamı daha farklı da olabilirdi diyoruz. Aslında karşı taraf da böyle düşünmeli. Yani bu iyi bir faaliyet. Şimdi Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerini, sol kesimleri, Alevi kesimleri, diğer kimlikleri, Ermenileri, Asuri- Süryanileri, yani bu sistemden şimdiye kadar dıştalanan tüm kesimlerin katıldığı bir süreç tabii ki daha iyi gelişir. Eğer karşı taraf da gerçek anlamda çözümden yanaysa aslında böyle göz ardı etmemesi gerekir.”
“AKP her şeyi kendince yapmak istiyor”
Karayılan, bu noktada AK Parti’ye eleştirileri de var: “AKP, biraz da her şeyi kendince yapmak istiyor. Yani kendi etkisinde, kendi denetiminde kendisi götürmek istiyor. Sorunun iki tarafı varsa her iki tarafın da inisiyatif sahibi olması gerekiyor, her iki tarafın da kendi projesi çerçevesinde bir çaba ve siyasal açılım yapması gerekiyor. Ama AKP bu süreci böyle yönlendirmeye çalışırken, öbür tarafı bir biçimde yedeklemeyi esas alan bir tarzla yaklaşıyor ki, bu kabul edilemez bir şeydir. Kimse kimsenin yedeği olamaz. Bu sorunun çözümünde rol oynaması gereken bütün bileşenlerin gereken rolü oynaması için onların da kolaylık göstermesi gerekiyor.”
“Yeni Türkiye” vurgusu
Karayılan, “Yeni Türkiye” vurgusu yapıyor: “Eğer biz toplumsal bir uzlaşma sürecini geliştirmek istiyorsak bu toplumun tüm bileşenleri ister beğen ister beğenme, özellikle de sol kesimleri, sosyal demokrat kesimleri, şimdiye kadar sistemden dışlanan hatta zarar gören bütün kesimleri dâhil etmeliyiz ki yeni Türkiye’yi oluşturalım. Yani biz yeni bir Türkiye’yi oluşturmaktan bahsediyorsak bu yeni Türkiye nasıl oluşacak. Sadece AKP’nin kendi kulvarında yürüttüğü birtakım çalışmalarla mı oluşacak? Hayır. Yeni Türkiye, Türkiye’deki tüm toplumsal kesimlerin, onları temsil eden iradelerin, güçlü, inisiyatifli ve etkili katılımıyla bu mümkün olabilir. Bazıları da diyor ki; işte AKP yürütüyor, o zaman AKP bakalım ne yapacak? Bu yaklaşım da yanlış. Hayır, dâhil olmak ve etkili olmak, etkisini göstermesi gerekiyor herkesin. Böyle bir yaklaşım daha doğru olur diye düşünüyorum.”
“Cemaat de gelsin”
Bu süreçte katılımı umulan diğer kesimlerin kim olduğunu soruyoruz. “Siyasal İslamcılar, Cemaat ve iş dünyası da buna dâhil mi” diye... Yanıtı ilginç Karayılan’ın: “Dâhil tabii, niye olmasın? Gelebilirler. Bu sorun tüm Türkiye’nin sorunu, sadece sol kesimin sorunu değildir. Bu ilk oluşum solun bakışını bir nevi biçimlendirdi, bir ortaklaşma oldu. Şimdi giderek daha da genişleyebilir. Buna dönük çaba olabilir. Mesela ikinci bir adımla hem daha farklı kesimlerin dâhil olmasını sağlamaya çalışmak, hem de daha böyle rafine edilmiş bir çözüm projesi; yani herkesin sahip çıkacağı.”
“Tersine süreci en iyi biz anlıyoruz”
Hükümetin Karayılan’a yönelttiği eleştirileri soruyoruz. Özellikle de Yalçın Akdoğan’ın “süreci yanlış anladığı” yolundaki sözlerini... Karayılan, polemiğe girmek istemez görünüyor, süreç açısından daha fazla sıkıntı yaratmak istemediğini de belirtiyor fakat, “Eğer biz süreci anlamamış olsaydık süreç bu noktaya gelmezdi. Ben sürecin tersine olduğunu, süreci bizim iyi anladığımızı, zamanın ruhunu doğru okumaya çalıştığımızı söyleyebilirim” vurgusu yapıyor.
“CHP ve MHP’nin faydalandıkları...”
CHP’nin “sürecin şeffaf olmadığı” yönünde hükümete yönelik eleştirilerini doğru bulmuyor Karayılan. “Halen AKP kendi çözüm projesini ortaya koymuş değil. Aslında süreç öncekine göre, yani Oslo sürecine göre daha şeffaftır. Fakat henüz tümüyle değil. Bunun nedeni AKP’nin hükümetin, devletin çözüme dair bakış açısını ya da projesini net bir biçimde kamuoyuna sunmamış olmasıdır. Onun için bazı kesimler acaba neler oluyor diye düşünmekte, bir de karşıt olanlar bundan istifade ederek daha fazla eleştirel yaklaşmaktadırlar, hatta bunu malzeme yapmaktadırlar. Hatta CHP’nin bir kesimi, MHP bunu kullanıyor. Hâlbuki net ortaya konulsa, burada yapılmak istenen onların iddia ettiği gibi, Türk halkının rencide olacağı bir durum yok. Veya Türkiye’nin parçalanması değil, Türkiye’nin gönüllü, kalıcı birliğini pekiştirecek bir projeden bahsediyoruz. Kürt halkının haklarının verilmesinin ki bunlar evrensel ve doğal haklardır gizli kapaklı gibi gösterilmesi bizce yanlış. Yani bunu açıkça daha cesaretli, kamuoyuna izah edilmesi durumunda bu tür eleştirilerin hepsine cevap olunmuş olur diye düşünüyorum.”
“Herşey açıkça konuşulsun”
Karayılan “Türkiye’de gelişmeleri hükümetten değil kendisinden dinlendiği yolunda dile getirilen eleştirileri” soruyoruz: “Siz imkânlarımız ölçüsünde kendi görüşlerimizi aslında kamuoyuyla paylaşıyoruz. Kapalılık yok bizde ama şu var: Biz diyelim iki taraf arasında tartışılmış, konuşulmuş bir şeyi, karşı tarafı da çok rahatsız edebilecek bir şekilde, her şeyi ayan beyan ortaya sermeyi de elbet yapmayız. Bu nahoş olur. Ama bizim temennimiz şudur: Projelerin açık tartışılması daha doğru olur.”
Karayılan’ın “Yeni Türkiye”si..
Peki, Karayılan’ın sözünü ettiği “Yeni Türkiye” ulus-devlet modeline mi dayanıyor? Karayılan önce Kürt sorunu ve Türkiye’nin demokratikleşmesini birbirinin ayrılmaz parçası sayıyor: “Yeni Türkiye bir demokratik ülke olmalıdır. Çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir ülke olmalıdır. Biz Kürt sorununun ancak bu temelde kalıcı bir biçimde çözüme kavuşabileceğini düşünmekteyiz. Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik bir ülke olması demek, Kürt sorununun çözümü demektir.”
Ardından da “kendi kendini yönetme hakkına” vurgu yapıp Fransa örneğinden hareketle merkezî devlet yapılarının artık zayıfladığını savunuyor: “Dünyada ilk merkezî ulus-devlet 1789’da Fransa’da kuruldu, daha sonra burjuva milli demokratik devrimlerini yapan bir çok ülke Fransa’yı örnek aldı. Türkiye de örnek aldı. Ama mesela Fransa Cumhurbaşkanı ki kendisi vefat etti Mitterrand ne dedi? Dedi ki, Fransa’nın kuruluşunda ne kadar merkeziyetçiliğe ihtiyaç var idiyse, bugünkü Fransa’nın gelişmesinde de o kadar adem-i merkeziyetçiliğe ihtiyaç vardır. Ve bugün Korsika adası neredeyse özerktir. Kendi meclisi var, anadilde eğitimi var, her şeyi var. Bu Fransa’da oluyor.”
Karayılan’a göre bu “parçalanma” değil, “model alınma” anlamına gelecek: “Fransa parçalanmıyor. Bir de model alınan bir ülke. Dünyada merkeziyetçi, tek dil, tek ulus, vb. ekseniyle model alınan bir ülke. Bugün o yerelciliği geliştiriyor. Çünkü yerinde yönetim yaklaşımı, anlayışı gelişmeden, toplumun kendi yerelinde kendini yönetme, dâhil olma olanaklarını geliştirmeden demokratikleşmenin gelişmesi mümkün değil. Bir de artık toplumsal yaşam o kadar zenginleşmiş ki, tek bir merkezden yönetmek güç hâle gelmiştir. Yani gelişen ekonomik yapı, özellikle çağımızın gelişen bilim-teknik düzeyi, çağın elektroteknik anlamında, telekomünikasyon anlamında sağladığı gelişme, bütün bunlar toplumsal yaşamı tabii köklü değişikliğe uğratmıştır. Dolayısıyla artık tek bir merkezden bir köyü veya kasabayı yönetmek de güç hâle gelmiştir. İnsanlar bunu gördüğü için giderek yerelliğe doğru bir kayış var zaten.”
“Başkanlık sistemi zorlaştırır”
Karayılan, gazeteci büyüğümüz Hasan Cemal ile söyleşilerinde Türkiye’de parlamenter sistemin demokrasiyi zaten getiremediğini, dolayısıyla “başkanlık sistemini” tartışmaktan zarar gelmeyeceğini söylemişti. Kendisine PKK içinde de Öcalan’ın adeta “mitleştirildiği” güçlü liderlik yapısını da anımsatarak, “Türkiye’deki zihniyetin demokratik kontrol mekanizmalarının tam manasıyla çalışabileceği bir başkanlık sistemine elverip vermeyeceğini, otoriter bir yönetime yol açma riskini” soruyoruz... Karayılan, “Bir kere sorunun bir zihniyet sorunu olduğu kesin. Yani zihinsel bir dönüşüm olmadan toplumsal bir üst yapıyı oluşturmak mümkün değil” diyor. KCK sisteminin merkeziyetçiliği değil yerelliği geliştirmek üzere yaratıldığını söylüyor. Başkanlık sistemine dair sözlerinin ise AK Parti ile uzlaşmaya hazır olduklarına yorulması endişesi seziliyor. Karayılan, “Kürt sorunu çok acil bir şekilde çözümü dayatan bir sorun. Bu sorunun çözümü ile Türkiye’deki sistemin parlamenter mi, başkanlık mı olsun noktasında, aynı kapsamda ele alınmasının bazı sorunlar yaratacağını düşünüyoruz. Bizim tercihimiz bu değildir. Ama Türkiye yeniden yapılandırılırken, tek pencereden bakmamak lazım. Yani alternatifleri tartışmak gerekir. ‘Peşinen başkanlık sistemine karşı değiliz’ derken kastımız budur. Biz aslında şundan yanayız: Kürt sorununu ayrı ele almak lazım. Doğru, Türkiye’nin sistem sorununu demokratikleşme kapsamında tartışmak gerekiyor. Ama aynı kefeye koyup da kefeyi ağırlaştırma, sorununun çözümünü de ağırlaştırabilir. Bu kaygıyı yaşıyoruz” diyor.
Türk tipi başkanlığa karşı
Karayılan’a göre Kürtlerin “başkanlık sistemini” kabullenmesinin koşulları var: “Bizim için önemli olan demokratikleşmedir. Yani böyle Türk usulü veya Ortadoğu usulü başkanlık sistemiyle herhangi bir kesimin tek söz sahibi olduğu bir sistem elbette Türkiye’yi demokratikleştirmez ve hiçbir faydası olmaz. Biz böyle bir şeyi kabul etmeyiz. Biz Türkiye’yi demokratikleştirecek sistem arayışının doğru olacağını, eğer gerçekten hukuksal temellere dayandırılırsa, yerelcilik geliştirilirse, inisiyatifler paylaştırılırsa, yeni bir tirancılık değil de yeni bir demokratikleştirme zemini olgunlaştıracaksa tartışılabilir diyoruz. Bu anlamda biz bu konuda çok tartışma, her şeyi getirip, her şeyin başına bunu koyma tıkatır, diyoruz. Bizim önerimiz; bunun başa koyulmamasıdır.”
“İkinci aşama ne bekliyor?”
Karayılan çözüm için üzerlerine düşen sorumluluklarını önemli oranda yerine getirdikleri, getirmeye de devam edecekleri iddiasında. “İşte ateşkestir, esir askerlerin serbest bırakılmasıdır, en önemli karar olarak geri çekilme sürecinin kararlaştırılıp pratikleştirilmesidir. Bu anlamda Türkiye’de demokratik tartışma ortamının oluşması, yeni adımların atılabilinmesi için gereken zeminlerin yaratılması bakımından epey bir mesafe kat edildi. Bu birinci aşama artık özellikle bu önümüzdeki ayda yaşanacak hızlı akışla birlikte bitiyor. Bitti yani” diyor. Karayılan’a göre artık ikinci aşamanın başlaması gerekiyor: “İkinci aşama daha çok Kürt sorunun çözümünde yasal ve anayasal konularla ilgili bir aşamadır. Dolayısıyla devletin ve hükümetin daha fazla yapılması gerekeni yapması gereken bir dönem olmaktadır. Bunu çeşitli vesilelerle hep ifade ediyoruz. Bunu bekliyoruz. Artık bu konuda atılması gereken adımların gündemleşmesini bekliyoruz.”
İkinci aşamada ilk beklentileri: Tutukluların bırakılması, KCK davaları. Karayılan’a önümüzdeki ay başlayacağını söylediği “ikinci aşama” için beklentilerini soruyoruz... “Top artık hükümettedir. Öncesinden yapılması gerekenler vardır. Hükümet bir nevi kendini sıkmış bekliyor. Neyi bekliyor tam olarak söylemek mümkün değil. Yani bir ABD’ye gidiş- geliş de oldu. En son bölgedeki gelişmelerde bir biçimde yani yönünü tayin etme süreci de yaşandı” diyor Karayılan. Bir anayasa değişiminden önce “yıl temizliği” gerektiğini, hükümetin atacağı demokratikleşme adımları için gerekçe kalmadığını söylüyor. Beklentilerini sıralıyor.
Öncelikle cezaevinde ölümcül hastalıklara yakalanmış tutukluları anlatıyor. “Bunların sayı onlarca. Tam bilemiyorum ama 100 kişiye yakınlar. Normalde herhangi demokratik, hümanist bir ülkede bu tür insanlar salıverilir. Çünkü ömrünün sonuna gelmiş ya da cezaevi koşullarında yapamıyor. Türkiye’de zaman zaman Cumhurbaşkanı’nın kararıyla kimi hasta tutuklular bırakıldı. Fakat bazı hastalar Kürt’tür diye bırakılmıyor. Ayrımcılık vardır. Artık bu ayırımcılığın aşılması gerekiyor. Kürt olduğu için cezaevinde insanlar ölüyor. Yani mesele bu tür insani adımlara bizce şimdiye kadar önerilmesi gerekiyor.”
KCK tutuklularıyla ilgili davaların düşürülmesi yine PKK’nın diğer beklentisi: “Yine Kürt sorununda silahlar tamamen devre dışı kalacak bir süreç başladı. Bunu Önder Apo başlattı ve biz de kararlı bir şekilde uyguluyoruz. Ne yapılacak o zaman, siyaset yapılacak. Tutuklu bir siyasetçinin bırakılması gerekmez mi? Herkes biliyor ki KCK tutukluları ömründe hiçbir illegal şeye bulaşmamış, bir bıçak bile taşımamış insanlar, salt siyaset yaptıkları için bugün içeridedirler. Bunun gibi örnekler yol temizliği olabilirdi. Yine tırnak içerisinde Terörle Mücadele Yasası özünde Kürdistan’da sıkıyönetimdir. Sıkıyönetim yasasıdır. Yani madem yeni bir dönem başlatmak istiyorsak bunun kaldırılması gerekmez miydi? Gerekiyor tabii. Bunları hükümet çok rahat yapabilir. Mesela bunu yapsa bizde de toplumumuzda da güven oluşur. Biz de daha cesaretli adımlar atarız.”
YARIN: “ Kimse bizi yelkenleri indirdik sanmasın.”
Ceyda Karan - Taraf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.