Son dönemlerde muhafazakâr kesimlerin başörtüsü konusundaki tavırlarının sorgulanmasına neden olan iki gelişme oldu Türkiye’de. İlki, “Başörtülü milletvekili yoksa, oy da yok” kampanyasıydı. Demokrat tutumlarıyla tanınan bir grup başörtülü kadın yazar, partilerin aday belirleme sürecine girdiği bir dönemde başörtülü milletvekili talebini dile getiren bir kampanya başlatmışlardı. Kampanya ilgi çekmişti; zira kampanyada dillendirilen talebin toplumda geniş bir karşılığı vardı. Nitekim yapılan tüm araştırmalar, halkın “başörtülü milletvekili”ne sıcak baktığı gösteriyordu.
Ancak toplumsal tabanda bu denli karşılık bulmasına rağmen özellikle TBMM’de grubu bulunan partiler bu talebi tercihlerine yansıtmadılar ve aday listelerinde başörtülü kadınlara yer vermediler. Tabii bu sonuç kampanyanın başarılı olmadığını göstermiyordu. Aksine kampanya çok başarılıydı. Zira bir taraftan, başörtülü kadınların isteklerini kamusal ve siyasal tartışmanın merkezine taşımış; partilerin, grupların ve bireylerin bu konuda pozisyon almalarını sağlamıştı. Diğer taraftan ise, başörtülü milletvekiline sadece laikçi çevrelerin değil aynı zamanda bir kısım muhafazakârların da karşı olduğunu açığa çıkarmıştı. Öyle ki muhafazakâr kanadın bazı ağır abileri, meşru kılınması olanaksız birtakım gerekçelerin ardına sığınarak başörtüsü üzerinden yürütülen ayrımcılığın devamını savunur bir konuma düşmüşlerdi.
BDP’nin önerisi
İkinci olay ise Meclis’te yaşandı. Kadın milletvekillerinin pantolon ile oturumlara katılabilmesini sağlamak için bir süreç başlatılmışken BDP bir atak yaptı ve buna ek olarak erkek milletvekillerinin kravat takma zorunluluğunun kaldırılmasını ve dileyen kadın milletvekilinin de başörtüsüyle oturumlara katılabilmesini önerdi. Bunun üzerine AKP önergesini geriye çekti, Başbakan BDP’yi “başörtülüleri istismar etmek” ile suçladı.
Anlaşılan devir değişiyor; dün muktedirler tarafından dini ve başörtüsünü siyasete alet ettiği gerekçesiyle azarlananlar, bugün iktidara katlarında aynı sözlerle başkalarına saldırıyorlar. Peki neden böyle oluyor? Muhafazakâr kanatta başörtülü kadınlara yönelik bu tavır değişikliğin sebebi ne?
Öne çıkan iki neden olduğunu düşünüyorum. İlki, başörtülü kadın hareketinin yaşadığı dönüşümden ve geldiği noktadan muhafazakâr erkeklerin rahatsız olmasıdır. Başörtülü kadınlar, erkeklerin belirlediği alanın dışına çıkıyor ve onların zamanlama olarak yanlış buldukları isteklerini kamusal gündeme taşıyorlar. Talepte bulunan bu başörtülü kadın profili, muhafazakar camiada kaşların çatılmasına sebebiyet veriyor.
Etyen Mahçupyan, başörtülü kadın hareketinin, insani değerler ile demokrat zihniyeti bütünleştirme noktasında en başarılı toplumsal olgulardan biri olduğunu, bu bağlamdaki ısrarını ve samimiyetini her vesileyle kanıtladığını belirtiyor. Mahçupyan‘a göre, başörtülü kadın hareketinin bu niteliği öncelikle laik kesimin başörtülülere ilişkin kalıp yargılarını yerle yeksan ediyor. Zira laik kesimin anlamaktan öte suçlamaya ve mahkûm etmeye yönelik “öteki” algılamasına göre, başörtülüler “İslami kesimin en tutucu kanadını oluşturmakla almıyor, modern kamusal alanı istila eden yabancı yaratıklar olarak bir tür ‘böcek’ metaforu içinde tanımlanıyor.” Ne var ki, başörtülü kadınların kamusal alanda yürüttüğü mücadele ve bu mücadele esnasında kullandıkları dil, hem bu önyargının tuzla buz olmasını sağlıyor, hem de “çağdaş kadın” mitinin ne kadar yüzeysel olduğunu gösteriyor.
Ancak başörtülü kadınlar, sadece laik kesimin değil, aynı zamanda İslami kesimin de farklılaşmasına ve dönüşmesine zemin hazırlıyor. Son yirmi yılda yaşanan değişimlerin sayesinde artık kadınları kalıplaşmış ideolojilerin üzerinden kurgulamanın bir imkânının kalmadığını belirten Mahçupyan, bu yönde bir ısrarın aksi bir sonuç verip kadın hareketinin daha radikalleşmesine, daha derinleşmesine, içerik kazanmasına ve özgürleşmesine yol açtığını söylüyor. (Zaman, 31.03.2011)
Aslında başörtülü eksenli taleplere muhafazakâr kesimin gösterdiği reaksiyon, başörtülü kadınların İslami kesimde de bir değişim, farklılaşma ve tartışma yarattığını teyit ediyor. Muhafazakâr çevreler, bugüne kadar başörtülü kadınların üniversitelerde ve kamu alanlarında maruz kaldıkları uygulamayı sert bir dille eleştiriyorlardı. Onlar, yasaklayıcı uygulamaları zulümle eşdeğer tutuyor ve başörtülü kadınlara yönelik her türlü hak mahrumiyetinin kaldırılmasını savunuyorlardı. Bu çevrelerin, başörtülü kadınların siyasal alandan dışlanmışlıklarına dikkat çeken ve onların siyasi haklarının tanınmasını amaçlayan her türlü hukuki, siyasi ve toplumsal çabaya destek vermesi, başörtülülere yönelik ayrımcı pratiklere karşı yeri göğü inletmesi beklenirdi. Ancak böyle olmuyor; muhafazakâr ve İslami kesimdeki yazarların önemli bir kısmı - başörtülü kadınların artık çizmeyi aştığını düşündüklerinden olsa gerek- somut bir hak talepleri ve ihlalleri karşısında ya suskun kalıyorlar veya bu talebin karşısında konumlanmayı tercih ediyorlar.
“İktidardan nemalanan başörtülüler”
Hiç kuşkusuz bu pozisyon bazı muhafazakâr kalemleri zor bir durumda bırakıyor ve onlar bu zor durumdan talepte bulunan başörtülülere saldırarak çıkmaya çalışıyorlar. Başörtüsü mağduru olarak ortaya çıkan bazı kadınların bunu bir ticaret ve statü aracı haline getirdiklerini ve başörtüsü mağduriyetini bir yerlere gelebilmenin aracı olarak kullandıklarını belirtiyorlar. Başörtülü kadın ve kızların büyük çoğunluğu yoksulluk, işsizlik ve kötü çalışma şartları altında ezilirken başörtüsünü bir çıkar aracı haline getirenlerin ise bundan para, şöhret ve statü kazandıklarını ve zamanla içinden geldikleri kesimleri küçük görmeye, onlara tepeden bakmaya başladıklarını söylüyorlar.
Muhafazakâr kesimde belli bir yaygınlığı olduğu görülen bu dil, ciddi sorunlar içeriyor. Her şeyden önce başörtüsüne dair bir talepte bulunanlara “beyaz casus gibi beşinci kol faaliyeti yürütenler, iktidardan nemalananlar, devşirmeler, dini hayatın ve tesettürün anlamını yitirenler” gibi ağır ifadelere saldırmanın veya “samimi değiller” deyip niyet sorgulamasına tabi tutmanın kabul edilebilir bir yönü bunmuyor. Dinî ve ahlaki kaygılarla hareket etiklerini beyan edenlerin, başkalarını bu kadar kolay bir şekilde itham etmesi ve kamuoyu nezdinde zan altında bırakması, en hafif deyimiyle, “ayıp” oluyor. Dayanağı bulunmayan bazı suçlamalarla bir mücadelede yer alanları itibarsızlaştırmaya ve bunun üzerinden de onların mücadelelerini içeriğini haksız kılmaya çabalamak gayri-ahlakidir.
Kraldan çok kralcı olmak
Muhafazakârların başörtülülere karşı tavır değişikliğinin ikinci nedeni ise, iktidara tutunmak ve iktidarı her türlü eleştiriden masun kılmaktır. “Başörtülü aday” talebinin ve milletvekillerinin başörtüsü takabilmesi önerisinin “AKP için bir tuzak” olarak nitelendirilmesindeki sebep budur. İktidarı koruma çabasını hak savunusunun önüne geçirenlere göre, başörtüsü baskısı AKP’yi zor durumda bırakıyor ve hatta AKP’ye karşı yeni bir kapatma davasının açılmasının zeminini hazırlıyor.
Bu yaklaşım, hukuken de ahlaken de problemlidir. Hukuken, AKP bir kapatma tehdidi altında değildir. 12 Eylül referandumuyla Anayasa Mahkemesi yeni bir yapıya kavuştu ve Mahkemenin üye kompozisyonu önemli ölçüde değişti. Bugün Mahkeme’nin üye koltuklarında mümeyyiz vasıfları AKP ideolojisine yakınlıkları olan üyeler oturuyor. Dolayısıyla AKP aleyhinde kapatma istemiyle bir dava açılsa dahi bu davadan bir sonuç çıkmaz.
Ahlaki bakımdan rahatsız edici olan ise, aşırı bir iktidar diline meyledilmesi ve iktidarın diliyle konuşulmasıdır. Hatta iktidar mensuplarından daha fazla iktidarın savunulması, bir AKP’li yöneticiden daha fazla AKP’liliğin yapılmasıdır. İktidarın devamı ve maslahat adına bir hakkın belli bir süre kullanılmamasını salık verilmesi, bundan herhangi bir rahatsızlık duyulmaması ve “Bu dönemde başörtülü milletvekili olmasın” kayıtsızlığında hareket edilmesidir.
Entelektüel ahlak
Ne yazık ki bu hareket tarzı, muhafazakârlar içerisinde yayılıyor. İktidarın eleştirilmesine sebebiyet vermeme düşüncesiyle talepler bastırılmaya, ihlaller örtbas edilmeye çalışılıyor. Böyle düşünenlere kulak verirsek, meşru taleplerin hiçbirini bu dönemde gündeme getirmemeli ve iktidarı zora sokacak her türlü davranıştan imtina etmeliyiz.
Oysa bu ahlaken doğru bir konum değildir. Çünkü bir entelektüelin, iktidarı zora düşürmeme ve iktidarı koruma gibi bir yükümlülüğü yoktur. Entelektüelin sorumluluğu “hak”a karşıdır, o olaylara “hak temelli” yaklaşır, “hak” talebini iktidara yöneltir ve “hak talep edenleri” de iktidara karşı korur. Entelektüel, bir iktidarın ileride karşılaşması muhtemel tehlikelere atıf yaparak insanların meşru taleplerinin üzerine bir şal örtülmesinin savunusunu yapmaz, yapamaz, yapmamalıdır.
İktidara açık bir çek verip onun hareket alanını genişletmek entelektüel ahlak açıdan sorunludur. Takınılması geren tavır bunun tam tersidir. Başörtünün kamusal kullanımını desteklemek ve başörtüsüne yönelik ihlallere karşı durmaktır. Yani iktidarı koruma değil, hak talebinin savusunu yapmaktır. Özgürlüğü ve demokratik değerleri iktidardan üstün tutanlar daima başörtülü kadınların yanında durdular, bundan sonra da onlarla birlikte onların taleplerini seslendirmeye devam edecekler. İktidar tutkunları ise kenarda durabilir.
DR. VAHAP COŞKUN
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.