17 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi’nden milletvekili seçilerek başörtüsüyle TBMM’ye giren ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “Bu hanıma haddini bildiriniz” sözleriyle tepki gösterdiği Merve Kavakçı, darbe girişiminin ardından "Durun bakalım daha kimler günah çıkartacak. Zamanında Amerika'da FETÖ'cülerin peşine takılıp eyalet eyalet dolaşan Hayrettin Karaman ne zaman çıkartacak, durun bakalım. Hele bi Bülent Arınç sırasını savsın da" dedi. Hayrettin Karaman'ın Kavakçı'ya cevabı ise "Kızım, ben Amerika'ya on üç yıl önce bir kere gittim, beni davet edenleri ve orada yaptıklarımı yukarıda anlattım. Senin yalanınla vakıanın hiçbir alakası yok. Kızım, sen beni babana bir sor, o sana benim, 'birinin peşine düşenlerden değil, peşine düşülenlerden olduğumu' söyleyecektir" oldu.
"Hayrettin Karaman ne zaman günah çıkartacak?"
Merve Kavakçı'nın "Bence biliyordunuz" başlığıyla yayımlanan (26 Ağustos 2016) yazısı şöyle:
ABD’lilerin FETÖ’cü teröristbaşının iadesi ile ilgili Türkiye’ye yaptığı çıkartmada sarf ettikleri cümle Amerikan tarafının içine düştüğü şaşkınlığı ifade ediyor. Başkan yardımcısı Joe Biden’in günü birlik ziyareti dışında karşılıklı Adalet ve Dış işleri bakanlıkları yetkilileri arasında on yedi saat süren çalışmalar sonunda itiraf niteliğinde bir cümle sarf edilmiş. “Gülen’in bu kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorduk.” Buna safça inanmamızı bekliyor olmalı Amerikalı yetkililer. Bence biliyordunuz, onun için de üzerimize saldınız. ‘Şartlar olgunlaşınca’ değil mi... Ne de olsa Erdoğan fazla olmaya başlamıştı. Şöyle Sisi misali ‘temiz’ bir darbe ne de güzel olurdu değil mi. Değil. Haçlı hayranı FETÖ 21. Yüzyıl haçlı seferinin de başına geçerdi... Öyle mi. Değil.
Aslıhu nesluhu
CHP özüne dönmeye başlamış, oh rahatladık. Biz de kıyamet koptu kopacak ahir zamana bayağı bayağı girdik mi diye endişeleniyorduk. Değilmiş. CHP kendine gelmenin sinyallerini vermeye başlamış. Malum kıt, dar görüşlü, Kemalizmin pençesinde can çekişen, fırsatçı ve tabii ki tembel haline dönmeye başlamış. Yine bence iyi idare etti şimdiye kadar, hakkını yemeyelim o konuda. Biraz mırın kırın etti ama Taksim’de toplandı, Yenikapı’ya gitti, bi Atatürk köprüsü lafı etti, kulak asan olmadı. Onu duyunca demiştim içimden, başladı yine diye, işi gücü şov üzerinden ucuz oy toplamanın yollarını cin fikirlilikle kotarmak. Yanılmamışım aslına dönüyor CHP. Onun solculuğuna çaput bağlayanlar karalar bağlayabilir artık. CHP’li kadın vekil kendince laf sokuşturmuş hükümete, Fırat Kalkanı harekatından bahisle. Hah şimdi tam oldu!
Ağlama Gülerce
Eski FETÖ’cü şimdi hükümet taraftarı medyanın kaymağını götürmekle meşgul Gülerce’nin kızı FETÖ’den tutuklanmış. Kendini pek bi önemseyen eski FETÖ’cü, kim benden ne istiyor ki demeye getiriyor, kızının artık FETÖ’cü olmadığını söylüyor, e iyi o zaman, endişeye mahal yok, saklayacak bir şeyi olmayanın korkacak bir şeyi de olmaz değil mi.. Geçenlerde de günah çıkartıyordu Allah onu affetsinmiş, “valla” Allah affeder mi bilmem, ama biz affetmiyoruz. Durun bakalım daha kimler günah çıkartacak. Zamanında Amerika’da FETÖ’cülerin peşine takılıp eyalet eyalet dolaşan Hayrettin Karaman ne zaman çıkartacak, durun bakalım. Hele bi Bülent Arınç sırasını savsın da...
Yanlış
Habere göre İskenderun Belediye başkanı bir ilan astırmış, FETÖ’cü teröristbaşının resmini bir hayvana monte ederek bir soru sormuş, bence yanlış. Bu tür sulandırmalar İslam’a aykırı, ki bu herkesi bağlamayabilir, ama ayrıca siyaseten de işin ciddiyetini ortadan kaldırmaya “hizmet” ediyor. Gerek yok. Bırakın belgeler konuşsun. Bir de son zamanlarda örgüt içinden “gizlenin ve hatta FETÖ’ye küfredin» gibi takıyye taktiklerinin sızmış olduğunu da göz önüne alırsak, başka yere de çekilebilir, ona göre, bizden söylemesi.
"Sen beni babana bir sor"
Hayrettin Karaman'ın "Edep yâ Hû" başlığıyla yayımlanan (4 Eylül 2016) yazısı ise şöyle:
Altmış yıllık dâva arkadaşımın kızı, dost bir gazetede (Akit, 27 Ağustos) bakın benim için ne yazmış: “Durun bakalım daha kimler günah çıkartacak. Zamanında Amerika'da FETÖ'cülerin peşine takılıp eyalet eyalet dolaşan Hayrettin Karaman ne zaman çıkartacak, durun bakalım. Hele bi Bülent Arınç sırasını savsın da...”
Ben ailesiyle hukukumuza saygım sebebiyle dilimi tutacak, yalnızca yalan olan bu haberin doğrusunu, Hayatım ve Hatıralar kitabımdan güncelleyerek aktaracağım:
2003 yılı, 27 Mayıs-8 Haziran arasında, birkaç programa katılmak ve konuşmalar yapmak üzere -ilk ve son defa- ABD'de bulundum. Beni Gülencilerle hiçbir yakınlığı olmayan Wistom Net grubu davet etti. Benden önce de Mustafa Özel, Sadık Albayrak, Faruk Beşer gibi hocaları davet etmişlerdi. Başkent Washington, Atlanta, Tallahasse, Baton Rouge ve New Orleans şehirlerinde, Türkiye'den buralara gelmiş, lisans üstü tahsil gören veya master ve doktorasını aldıktan sonra üniversitelerde, şirketlerde iş bulup çalışan güzel insanlarımızla görüştüm, sohbetler yaptık, hasbihallerde bulunduk. Adı geçen şehirlerdeki İslam Merkezleri'ne uğradım, mescitlerinde namaz kıldık, imamları ve yetkilileri ile kısa sohbetler yaptık. Batı Virjinya'da güzel bir dinlenme yerinde (PipeSteam) aileleri ile birlikte birkaç güzel gün geçirmek üzere gelen Müslüman entelektüeller (beni davet eden grup) ile 3 gün süren seminerler yaptık. Cuma günü otelin konferans salonu namaz için düzenlendi, beyler ve hanımlar cemaat oldular, ezanlar okundu, Asr Sûresi'nin tefsirini konu edinerek bir hutbe irad ettim ve Cuma namazını kıldırdım. Kusurları olsa da demokrasinin işlediği bir “Batı” ülkesinde, lüks bir otelde ezan okuyarak kadınlı erkekli, hepsi okumuş yazmış güzel insanlarla Cuma namazı kılmak insana heyecan vermekle kalmıyor, derin derin düşünmeye de sebep oluyor. Burada olup bitenler, İslam ülkesi olan Türkiye'de, kendileri olmasa bile ana babaları ve dedeleri Müslüman olan bir kesim insanın ülkemizi ne hale getirdiklerini, insan hak ve hürriyetlerini bir takım vehimler uğruna nasıl gasp ettiklerini, çarpık bir laiklik anlayışı yüzünden masum dini hayatı nasıl kuşa çevirdiklerini, örtünmeyi, kılık kıyafeti, sakalı, namazı nasıl irtica sembolü haline getirdiklerini ve neredeyse ayıp sayılacak davranışlar arasına soktuklarını… bu yüzden ülkenin sıkıntılar içine düştüğünü, insanımızın neşesiz ve verimsiz hale geldiklerini… düşündürüyor.
İzzetbegoviç'in sınıf, dâva ve zindan arkadaşı, savaş sırasında da BM'de temsilcisi Dr. Necîb Sacirbey'in de aktif üyesi olduğu “American Muslim Council”, ABD'de yaşayan Müslümanlar ile ABD'li halk ve yöneticiler arasında diyalog kurmak, ilişkileri iyileştirmek, şüpheleri ortadan kaldırmak gibi hayırlı bir işle meşgul oluyor, (kendisiyle görüşüp dertleştik).
Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ABD'de de birçok etnik ve dini gruptan Müslümanlar var. Temsilcileri ile görüştüğüm IKNA ve ISNA hem bu gruplar arasında işbirliğini sağlamak hem de ABD'de Müslümanları temsil etmek işlerini yüklenmiş durumdalar, problemleri yok değil, ama yüklendikleri vazife önemli ve gerekli.
Türkiye'den gidip devamlı veya geçici olarak ABD'de kalan Müslümanlar da, Türkiye'de olduğu gibi gruplara bölünmüş bulunuyorlar. Bazı yerlerde bu gruplar arasında diyalog var, bir araya geliyor, okuyor, sohbet ediyor, dertleşiyor, problemleri birlikte çözmenin yollarını arıyorlar. Bazı yerlerde bu diyalog zayıf, buralarda grupçuluk hakim görülüyor. Beni davet eden bağımsız grubu da burada tanıdım ve onların misafiri oldum. Bunlar belli bir İslamî gruba bağlı değil, aralarında internet aracılığı ile haberleşme yapıyorlar. Birbirine yakın oturanlarda ise bir araya gelip okuma, sohbet vb. şeklinde faaliyet ve ilişkiler var. Bu grubun büyük çoğunluğu lisansüstü öğrenim görmüş veya görmekte olanlardan oluşuyor, birlikteliklerini bir think-tank grubuna dönüştürmeleri ihtimali güçlü görülüyor, biz de bunu teşvik ettik, inşaallah gerçekleşir. Türkiye birçok konuda bunlardan yararlanabilir. Diğer Türkiyelilerin (İslami kesimden sayılmayanların) bir kısmı ideolojik ayrımcılık ve jurnal işleri ile meşgul olurken bunlar memleket meseleleri ile meşgul oluyor, vatan, millet sevgisi ve Allah rızası saikleri ile gece gündüz gayret sarfediyorlar. ABD'nin sağladığı hürriyet Türkiye'de de sağlandığı takdirde bu güzel beyinleri kazanmak her zaman mümkün görünüyor.
Uğradığım bütün şehirlerde (herhalde başka yerlerde de vardır) İslam merkezleri var. Bu merkezlerde mescid, okul, kütüphane, gençler için spor ve meşguliyet araçları… mevcut. Bazı İslam merkezlerinde ise Müslümanların dini meselelerine cevap ve çözüm bulmaya çalışan ilim adamları bulunuyor. İslam merkezleri uçsuz bucaksız bir denizde yemyeşil adacıklara, çöllerde cankurtaran vahalara benziyor. Özellikle kandil geceleri, Bayram ve Cuma namazlarında Müslümanlar buralarda bir araya geliyor, görüşüp konuşuyorlar.
Not: Kızım, ben Amerika'ya on üç yıl önce bir kere gittim, beni davet edenleri ve orada yaptıklarımı yukarıda anlattım. Senin yalanınla vakıanın hiçbir alakası yok. Kızım, sen beni babana bir sor, o sana benim, “birinin peşine düşenlerden değil, peşine düşülenlerden olduğumu” söyleyecektir." (T24)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.