Ünlü Kürd şair, mütefekkir, alim ve filozofu Melayê Cizîrî üzerine Türkçe olarak yapılan, ilk akademik ve ilmi çalışma “Melayê Cizîrî Divanı ve Şerhi” Nûbihar yayınları tarafından yayınlandı. Kürt klasiklerini seri olarak ve set halinde okuyucuya ulaştırmayı hedef olarak önüne koyan yayınevi, daha önce de Dubeytî, Feqiyê Teyran, Bateyî, Siyahpoş, Leyla Mecnûn ve Memûzînî Kürtçe olarak ve Melayê Cizîrî divanının da Türkçe çevirisini yayınlamıştı.
Bu çalışmayı diğer çalışmalardan farklı kılan özelliği ise, divandaki şiirlerin edebiyat sanatındaki yerlerine ve içerdikleri konulara göre tasnif edilerek yorulanmasıdır.
İlahiyatçı ve medrese eğitimini tamamlamış Prof. Dr. Abdulbaki Turan tarafından hazırlanan bu çalışma kendi alanında bir ilk olma özelliğine sahip bulunuyor. Zira daha önce Türkçe olarak Melayê Cizîrî’ye dair yapılmış ilmi bir çalışma bulunmamakta.
Çalışmaya uzun senelerini harcayan Turan, Cizleri Üstad’da, eserine ve yaptığı çalışmaya dair bilgileri kitabın önsözünde geniş olarak anlatıyor….
Kitabın Önsüzünden
Tasavvuf olgusu, büyük dinlerin sınırları içinde mutlak hakikatı araştırma çabasında olan insan aklını özgürleştiren zihinsel ve felsefî açılımların toplam ve özetini teşkil etmektedir. Öznel felsefe alanında insanlığın öğrendiği en güzel ve en harika şeyleri üreten bu tasavvuf olgusudur. Sufî düşünce edebî türlerle eşleştiğinde, bu sonuç daha açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Çünkü işarî ve simgesel eğilimler hak, hakikat ve mutlak cemal kaynağından fışkıran o müthiş zihinsel kaymaları gayet açık bir tarzda vücuda getirmektedir.
Soyut kavramların tekrar biçimlendirilmesiyle ilgili bütün sufî tavırlar arasında “sufî âşk” diğer âşkalrın değerlerini şekillendiren canlı bir eksen gibi ortaya çıkmaktadır. Sufî şâirler bu sufî aşkını cemal ile ilgili zihinsel tecrübeleri için zengin bir malzeme kaynağı olarak benimsemişlerdir.
Özellikle Kürt edebiyatında bu durum, Kürt mutasavvıf şairlerin en büyüklerinden biri olan Mela’nın muhteşem şiirlerinde net bir şekilde tecelli etmektedir.
Üstat Melayê Cizirî, kalsik çağın özelliklerini, fikrî ve ahlakî eğilimlerini yansıtan şark tasavvuf kasidesinin Kürt edebiyatındaki en köklü fikrî ve edebî geleneklerinin canlı mümessili, önder bir şairdir.
Mela, aynı zamanda Kur’an’dan yapılan birçok iktibasla desteklenen harika bir üslûba sahiptir. Bu alanda onu çağdaşı olan ve ondan önce gelen en büyük şairler arasında mütâlaa etmemiz gerekmektedir.
Evrene ilahî aşk penceresinden bakan Mela, her şeyde mutlak cemali seyreder. Kalbin bir, aşkın bir, sevgilinin bir olduğunu söyler:
“Gönül birdir, aşk da bir olmalı; âşıklara bir sevgili yeter.
Kıble de bir olmalı, gönüllere gönül çalan bir dilber yeter.”
Bütün varlıkların her yönden gelip bir tek güzelin, bir tek sevgilinin aşkını terennüm ettiğini vurgulayan şairimiz şöyle der:
“Sevgilim, güzelliğinin seyrine koşup gelmiş herkes her yerden süslenmiş sevgililer gibi, senin cemalinle gönülleri neşeyle dolar.”
Mela, tasavvuf ruhundan tam manasıyla nasibini almış, âşıkane mazmunları tasavvufî manalarla mezcederek bu tarzı en yüksek düzeye ulaştırmıştır. Divanını dikkatle okuyup inceleyenler, aşk ve özlemin ne demek olduğunu, mecazî aşkın ilahî aşka nasıl bir köprü görevi yaptığını açık ve net bir şekilde görür.
Necmü’d-Din el-Kazvin’ (v. 675/1277) nin mantık, matematik ve tabiiyyâta dair Hikmetü’l-‘Ayn; İbni Sînâ’ (980/1037) nın kapsamlı bir felsefe ve bilim ansiklopedisi olan Şifa, tıbba dair el-Kanun ve mantık, ilahîyat, tabiiyyat, ahlak gibi felsefe konularına dair el-İşarât; Celâlü’d-Din el-Kazvinî’nin Me’anî ve Beyan ilmine dair Telhis; Teftazanî’nin Belagat ilmine dair Muhtasar; Zemahşerî’nin tefsire dair Keşşaf; Ebu’l-Hasan el-Mehamilî’nin Şafiî fıkhına dair Lübâb Şerhi gibi kaynaklara gönderme yapması, tevriye sanatını kullanarak tefsir, fıkıh, kelam, tasavvuf, felsefe, mantık, belağat, matematik, tabiiyyat ve ahlak gibi ilimlerde ne derece zengin bir birikime sahip olduğunu göstermektedir. Hafız Şirazî, Sadi Şirazî, Maruf Kerhî, Şiblî, Mevlana Camî, Alaî, Hallac Mansur, Ferruhî gibi büyük mutasavvıf ve ünlü şairlerin isimlerini zikretmesi, Mela’nın tasavvuf ve tasavvuf edebiyatındaki müstesna konumuna işaret etmektedir.
Vahdet-i vücut doktrinini benimseyen Mela, kitap ve sünnet çizgisi dışına çıkmadığını şöyle ifade eder:
“Problemin varsa gel de bize sor ey âşık biziz aşkın müftüsü!
Çünkü bir elimizde sünnet diğerinde Kitap var.”
Varlıkların her bir türü, her bir ferdi, her bir kısmı ve şekli, biçimi, tavrı, durumu ve görünümü Allah’ın güzel isimlerinden birinin tasarrufu ve hükmü altındadır diyen Mela, akıl ve felsefî ilimlerle ilgili olarak şunları vurgular:
“Akıl tek başına ulaşamaz yıldızların ve feleklerin gizli işaretlerine,
Vahdet ilminin nuru olmazsa daima şek ve şüphe içinde kalır.”
“Pek açık olsa da felsefî ilimlerin feyzi, lakin örtülüdür, gizlidir.
Bana gelince, aşk şarabının kadehiyle onun bilincine vardım ondan bir fincan yudumladım.”
“Ezel seherinde Allah aşk mumunu yaktı,
Onun için ebedi güzellik nuru zatında tecelli etti ve varlık alemine gösterdi.”
Mısralarıyla başlayan uzun kasidesinde Cizreli üstat, felsefenin temel konuları arasında yer alan valık-bilim, insan, ahlak ve eskatoloji gibi düşünce tarihinin en önemli konularını harika bir üslupla incelemektedir.
Mela’nın süluk ve sınırları bağlamında Nakşibendî tarikatını meslek edinmesine rağmen, felsefî tasavvuf ekollerinden her hangi birisine görüş ve düşünce yönünden bağlı olmaması, onu akran ve emsali arasında daha üstün bir konuma getirmektedir.
Kürt tasavvuf şiirinde felsefî tasavvufla aşk (romantik) tasavvuf alanlarını birleştiren ilk mutasavvıf Cizreli üstat, Mela’dır. O, bu iki alandan herhangi birini zorlamadan bu birleştirmeyi başarılı bir metotla gerçekleştirmiştir.
Cizreli üstadın firkat ve hicranla ilgili şiirleri, insanoğlunun ulaşabileceği en yüksek tasavvufî deneyim ile, erişilemeyen sevgilinin ilham kaynağı olduğu duyguların olgun bir lirizm içinde terennümüdür.
Bülbül ile pervane ünlü âşıklardır. Güle âşık olan bülbül, seher vaktinde gülü karşısına alarak hazin hazin öter. Gül, nâz; bülbül, niyâz için yaratılmış gibi. Bülbül bütün bu niyazlarıyla bir destan yazmaktadır. Bu destanın içinde göz yaşı da vardır, ciğer kanı da. Her yeri elem, acı, cevrû cefâ doludur. Pervane ise tüm zamanların en sâdık âşığı kabul edilir. Mumun (şem’in) ışığına âşık olup kendini ateşin içine atar ve kül olur gider. Onun için şeyh Sadi Şirazî “Ey seher kuşu! Aşkı pervaneden öğren!” demiştir.
Ancak Mela, bu iki ünlü âşığın aşklarının mevsimlik olduğunu, belirli zaman ve ortamlarda göründüğünü; elem ve acısı, kuşatıcı, kapsamlı ve sürekli olan aşkın, sadece kendi aşkı olduğunu ifade eder:
“Mevsimliktir, geçicidir bülbül ile pervanenin aşkları
Küllî ve sürekli olan sadece benim aşkımdır.”
Pervane ile bülbülün gönlünde aşk ateşinden bir şûle vardır,
Lâkin onlara dikkatle bakarsan eğer, aslında onlar gül bahçesi ve üzüm bağıdır.”
Yaradılış ilminin izahı ve mutlak vahdete delâlet etmesi için rakamların tecrit edilmesi şekliyle rakamsal metodu ilk kullananın, Mela olduğuna inanıyoruz.
Mela’nın, herhangi bir mürşide bağlı olduğunu gösteren bir ipucuna rastlamadık. Doğrudan doğruya Ruhü’l-Kudüs Cibril’den feyiz aldığını; şimşek misali parıldayan bir beyan gücüne sahip olduğunu, bundan ötürü beliğ manaları fasih lafız kalıplarına döktüğünü ve bunun Ebu Talibin oğlu İmam Ali’nin bir armağanı olduğunu, ondan feyiz ve ilham aldığını ifade etmektedir.
“Gaybı ilham eden Allah, hakkımızda hükmünü böyle yazmıştır,
Meded ve feyzimizin Ruhü’l-Kudüs’ten gelmesini takdir etmiştir.”
“Şimşeğe benzeyen parlak beyanım, Ebu Hasan’ın feyzindendir,
Çünkü elimde zülfikâr ve düldül vardır.”
Mela’nın keskin zekâsı sınırsız bir irfan hazinesiyle beslenmiştir. En belirgin özelliklerinden biri de hiçbir üstada borçlu olmadan bu kadar geniş bir kültüre sahip olması ve kendini yetiştirmenin canlı bir örneğini vermiş bulunmasıdır.
Cizreli üstadın hayatını, divanını, ilmî ve edebî kişiliğini tanıtmanın, şark İslam kültürü adına kutsal bir hizmet olduğuna inanıyoruz.
“Botan bağ’ı ireminin gülüyüm,
Kürdistan gecelerinin nur saçan lambasıyım” diyen Mela, düşünce ve kültür dünyamızın abide şahsiyetlerindendir.
Mela, Mansur Hallac ile şeyh-i San’anî’yi savunur ve takdir eder. Sûfî şairlerden Hafız Şirazî ile Mevlâna Camî’ye hayranlık duyar. Hafızı öyle beğenir ki sûfî şairler arasında başkasını değil, onu kendine rakip kabul eder:
“Nazmın ipe dizilmiş incilerini görmek istiyorsan,
Gel Mela’nın şiirlerini gör, Şîrazî’nin şiirlerine ne gerek var!”
Bu, Şirazî’nin şiirinden daha üstün şiir yazma hususundaki istidat ve kudreti yönüyle, ona apaçık bir meydan okumadır. Bilinmektedir ki bu iki kutup, dillerinin değişik olmasına rağmen; prensip, amaç ve şiirsel form bakımından birbirine benzeyen ilkelere sahiptirler. Her ikisi de kadın güzelliğinin, mutlak olan ilahî güzelliğe giden bir yol olduğunu kabul eder. Aralarındaki bağ; kalpleriyle Allah’a yürüyen, zatına âşık olan ve muhabbetinde yok olmayı başaran bir çok sûfî arasındaki bağın aynısıdır.
“Söz ikliminde padişahım, şiirde cihangirim,
Âşıklar kafilesi önünde yükselir bayraklarım, sancaklarım!”diyen Cizreli üstadın, şiirinde kullandığı bütün argümanlar, ilahî aşkın simgeleri olarak değerlendirilmelidir. Başka bir deyişle Mela’nın şiirinde her şey ilahî aşk ekseni etrafında dönmektedir.
Mela’ya göre aşk, varlıkların dört temel maddesi olan, hava, ateş, su ve toprağın beşinci unsurudur. Bu nazariyeyi Yunan filozofu Empedocles benimsemiş, fakat bu unsurları icat eden illete ve eşyanın ortaya çıkması için bu dört unsurun birbiriyle karışımını ve etkileşimlerini sağlayan sebepleri göz ardı etmiştir. Empedocles, her şeyi bu dört unsura, bunları da sevgi ve nefrete bağlamış, fakat sevgi ve nefreti bir şeye bağlamayıp muallakta bırakmıştır. Mela ise dört unsuru aşka, aşkı da Allah’ın iradesine bağlamıştır.
“Bugün beşinci unsur göründü şansımıza yaratılış cevherimizde
Hilâl kaşlar talihimize güzel bir fal oldu bu beşerî takvimde.”
“Allah ezelde aşkı yazınca nasibimize,
Ne isim, ne muska ve ne de tılsım fayda vermez bize.”
Cizreli üstadın nazariyesinde yer alan bu beşinci unsurun, Empedocles’in nazariyesindeki sevgi ve nefret diyalektiğinin yerine geçmesinde şaşılacak bir durum yoktur.
Mela’ya göre mukaddes hüsn iki kısımdır: Biri akıl (Ruh-i azam), diğeri nefstir. Bu ikisi Hakk’ın zatında bir araya gelmiş ve ilk kez bir gölge oluşturmuştur ki o, varlıktır. Mela’nın, küllî nefs ve küllî akıl düşüncesini Neo-plâtonizm felsefesinden aldığını ileri sürmek, gerçeği yansıtan bir yaklaşım değildir. Çünkü Cizreli üstada göre küllî akıl ile küllî nefs, bir zatta bir araya gelmiş ve bir gölge ihdas etmiştir ki o, vücut (varlık) tur.
“-İskenderiye mektebi- isimli Neo-plâtonizm felsefesini İskenderiye’de yoğurdular. Eflâtun’un sâf idealizmini burada yahudî mistiğine daldırdılar, her şeyi lafta vecde bağladılar, fakat vecdin neye bağlanacağını ve nasıl olacağını açık bıraktılar”der ünlü şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek. (N.F.K. Çöle İnen Nûr, 43)
“Mela’nın şiirinde hakim olan ruhun unsurlarını; ihtişam, hassasiyet, kendine güven ve dikkat olarak özetleyebiliriz” der Alman bilim adamı Martin Hartman, Divan’a yazdığı Almanca önsözde. (Der Kurdische Diwan Des Schech, S. Calvary, Co., 1904, Berlın)
Cizreli üstadın:
“Aşkın sırlarını Mela’ya sor ki sana çözsün,
Bu muammayı yüz Mela ile yüz mustaid nereden bilsin!” beytinden esinlenen ünlü Alman şair Goethe, Mela’ya olan hayranlığını şöyle ifade eder:
“Ey Nişanî! Nihayet doğru yolu açtın, aşkın sırlarını çözebildin ve âşıkların yeniden bir araya gelmelerini sağladın. Bu sırları çözmeye kimin gücü yeter?”
Kürt tasavvuf edebiyatının bir şaheseri olan Mela’nın divanını anlamak ve bu okyanusa dalıp nâdide inciler çıkarmak, kolay bir iş değildir. Çünkü divanda tasavvuf, felsefe, tarih, estetik, belâğat, psikoloji, kozmoloji, astronomi, epistemoloji, eskatoloji gibi fizik ve metafizik konular yer almaktadır. Rabbanî bir mutasavvıf, önder bir şair, büyük bir İslam bilgini, hakikatbîn bir düşünür, hak ve hakikay âşığı bir filozof olan Cizreli üstat Melâ; tasavvuf felsefesini gayet güzel ve açık bir tarzda özetlemektedir. Vahdet-i vücut doktrini gibi zor anlaşılan ve girift olan konularını Kürt dilinin semantik imkânlarını ustalıkla kullanarak son derece çekici, ikna edici ve etkileyici bir form içinde takdim etmektedir.
Bu araştırmamızda haddimizi aşarak hata etmediğimizi söyleyemeyiz. Bu itibarla yaptığımız hatalardan dolayı Mela’nın ruhâniyetinden af, irfan sahibi okuyucularımızdan da özür dileriz…
Kunye:
İsim: Melayê Cizîrî Divanı ve şerhi
Yayınevi: Nûbihar
Yazar: Prof. Dr. Abdulbaki Turan
Sayfa: 800
Adres: Büyükreşitpaşa Cad. Yümni İş Merkezi.No: 22/29.
Tel: 0212 519 00 09 n ubihar@gmail.com www.nubihar.com
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.