• BIST 9481.15
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 11 °C
  • Diyarbakır 10 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 18 °C
  • Berlin 2 °C

Mehmet Atlı: Ben asimile olmaktayken anadilime tutundum

Mehmet Atlı: Ben asimile olmaktayken anadilime tutundum
'Hiç Türkçe bilmiyormuş gibi tamamen Kurmanci ve Zazaki bir repertuar oluşturup seslendirdim yirmi yıldır. Çünkü bu bir ölüm-kalım meselesiydi.'

Mehmet Atlı’nın üçüncü solo albümü ‘Birîn’ altı yıl aradan sonra Kom Müzik etiketi ile sevenleriyle buluştu. Tanıdığımız tarzını bu albümde de sürdüren Atlı, jazz ve senfonik tınılarla güçlendirdiği müziğine yeni enstürmaları da katmış. Albümün genelinde ise sözlere eşlik eden bir hüznün notalarla içimize aktığını hissediyoruz. Albüme adını veren Birîn (Yara) ile ‘Talde’ ve ‘Kavo’ bu hüznü farklı boyutlarıyla dillendiriyor. Önceki albümlerde olduğu gibi sade bir Kürtçe’nin hakim olduğu Birîn’de şiir besteleri öne çıkıyor. Geleneğin modern tınılarla buluştuğu Birîn’de Atlı, gelenek ile bağlarını “Başımı bir barınağa, korunaklı bir şemsiyeye sokmam, bir ağaç gövdesine yaslamam gerekiyor” diyerek özetliyor.

Önder Elaldı'nın söyleşisi...

Albümün geneline baktığımızda bir hüznü hissediyoruz. Özellikle Birîn ile birlikte ‘Talde’ ve ‘Kavo’ şarkıları albüme ismini veren yarayı, hissettiren şarkılar. Genelden yola çıkarak mı Birîn ismini koydunuz?

“Mori mircan” (incik boncuk) adında ve daha şen şakrak bir albüm yapmak niyetiyle yola çıkmıştım aslında... Ne olduysa yolda, yollarda oldu. Birîn şarkısı bu albüm için seçtiğim ilk şarkılardan biriydi ve diğer şarkıları da o belirledi biraz. “Talde”, Mehmed Uzun belgeseli için hazırladığımız bir müzikti ve son ana kadar sözlerini bekledik ta ki bir öykü yazarı arkadaşım, Lorin S. Doğan bir destek eli uzatıncaya kadar. O ve aranjör ya da müzisyen arkadaşlarım da melodilerden sizin gibi bir hüzün duygusunun ağırlığını, bir harabe imgesi hissettiklerini söyleyince albüm giderek ağırlaştı ve ‘Mori Mircan’ başka bahara kaldı. Birîn, albümün genelini anlatıyor ama albüm,’ Newroz’ gibi daha iyimser, daha moral veren bir düzenleme ile bitiyor neyse ki...

Albümde Kamuran Elî Bedirxan, Cegerxwîn, Aram Tîgran gibi Kürt edebiyatı ve müziğinin ustalarına yer vermişsiniz. Önceki albümlerinizde de bu çaba görülüyor.

Ustalara yer veriyorum, zira bu dil, bu sözler, bu imgelem, bu dertler içinde varlık buldum. Kimlik diye bir şeyin anlamı varsa -ki var; zamandaki ve mekandaki yerimizi tarif etmek anlamında kimliğimizi biz tarif ediyoruz, onu biz anlamlandırıyor, içeriklendiriyoruz- benim Aram Tigran’lara, Arif Cizrawî’lere, Haco’lara yahut protest müziğe vs. uzanan bir geleneğe eklemlenmem, bir şehirli Kürt müziği yahut Kürtçe sözlü müziklerin tarihi içinde bir yer talep etmem, bir mekana kendimi atmam gerekiyor. Bizimkiler Kurmancî “li cihekî sitar bûn” derler;  başımı bir barınağa, korunaklı bir şemsiyeye sokmam, bir ağaç gövdesine yaslamam gerekiyor. Bir özgünlük üreteceksem orada, mekanım ve zamanım diye bildiğim yerde üreteceğim; orayı güzelleştirmeye çalışarak, orada güzel bir yere bir çıta, bir fark, bir işaret koyabilir, kendimden bir şeyler katabilirim diye düşünüyorum.

52474

Şarkıları duru bir Kürtçe ile söylüyorsunuz. Bunu hem kendi bestelerinizde hem de diğer şarkılarınızda duyabiliyoruz. Şarkı seçiminde bu durumu ortaya çıkaran özel bir çabanız oluyor mu?

Kendi yazdığım şarkılarda da, seçtiğim şiirlerde de olabildiğince açık, net, kullanımı yaygın ifadelere yer vermeye, atasözlerine deyimlere, tekerlememsi ifadelerle anlatımı zenginleştirmeye çalışıyorum tabii ki; az buçuk Kurmancî, Zazakî bilen herkesin şarkıya katılmasını, kendinden bir şeyler bulmasını, Kürtçe bilmeyenlerin merakını uyandırıp kolay katılabilmesini mümkün kılmaya çalışıyorum. Yoğun imgesel anlatımları yahut ağdalı bir dili sevmiyorum; şarkılar söylüyorum. Bunlara ne kadar katılınsa o kadar çoğalırlar. Müzikle birlikte ne kadar rahat akarsa kelimeler, kelimeler de müzikler de daha bir güzelleşir bence. Ben asimile olmaktayken müzik yoluyla anadilime tutundum, bizim nesilden pek çok akranım, benzerim gibi. Dili hala titizlikle öğrenmeye, asimilasyonun etkilerini silmeye çalışıyoruz. Kürt halkının bu uğurdaki mücadelesi inanılmaz bir örnek ortaya koydu/koyuyor.

Birîn’de, Jazz ve senfonik tınılar yoğun hissediliyor. Çello ve piyano da müziğinizde öne çıkan enstrümanlardan. Albümde müzikal alt yapı olarak ne gibi yeniliklerden söz edebiliriz?

Bu kez gitar ya da bağlama değil lavta ile katıldım kayıtlara. Bu albüm için ud çalıştım. Diyarbakır’da birkaç ayrı demo yaptık ve İstanbul’da daha önce de birlikte çalıştığım arkadaşlardan oluşan bir ekip oluşturduk. Murat Öztürk düzenlemeler ve kayıtlar için çok emek harcadı. Bu albümde bir solist gibi çello çalan ve düzenlemelere, kayıtlara destek olan Barış Güvenenler de öyle. Çello ve trompet ve trombon gibi bakır nefeslilerle ve bunların altını ve çevresini titizlikle ören Murat Öztürk’ün çaldığı gitarlar, piyanolar, perküsyonlarla, benim lavta ile beraber Kuzey Avrupalı bir havayla biraz Doğu Akdeniz ve Mezopotamya iklimleri buluştu gibi. Tabii Muhsin Kıratlı'yı, küçük flütlerini ve yine bas gitarla katılan Aziz Şahin’i hatırlamadan olmaz. Böylelikle duyduğunuz gibi bir sound çıktı ortaya. Ayrıca fotoğrafları Yusri Atlı çekti. Kapak resmini ise Şilan Doğan hazırladı.

Kent müziği yaptığınızı söyleyebilir miyiz ya da müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

Ben kentliliğimi, Kürtçe’nin ve Kürtlerin kırlardan kentlere göçünü ve kentselleşme süreçlerine işaret ederek, bu süreçlerde bir müzisyen olarak konumumu erken tarif etmiş biriyim sadece. Bunu biraz da mimarlık eğitimime borçluyum tabii. Biraz da başından beri müziği doğrudan bir siyasal mücadele, bir dil, kimlik ve özgürlük davası içinde tecrübe etmiş olmama; durumum, yapıp ettiklerim üzerinde düşünmek zorunda kalmış olmama, dezavantajlı konumunu siyasallaşarak aşmış bir halkın bir üyesi olmaya da borçluyum.

Dünyanın hareketli bir coğrafyasında, hareketli bir toplumsallıkla tanımlı, hareketli bir meslek grubundayım. En otantik, en kırsal, en ilkel olanı dillendirdiğimde bile günümüz teknolojileri, günümüz endüstriyel ilişkileri içindeyim. Kentin, kentliliğin girmediği bir yer, bir müzik yok neredeyse. Böyle bir müzik varsa bile bizim yaptığımız o değil en azından, diyebilirim. Kentli bir bireyim ve kentsellikler üreten bireylere, gruplara özgü meselelerle ilgiliyim tabii. Mimar olarak da müzisyen olarak da.

İlk defa Türkçe türkü de seslendirmişsiniz. Amed yöresine ait. Türkçe söyleme fikri nasıl ortaya çıktı?

Bir ölçüde, bir tekamül ve temellük diyebilirim. Çünkü direncimiz adresini buldu, sesimizi dünya duydu. Türkçe karşısında hiç bir kompleksim ya da münhasıran bir derdim yok. Hatta Türkçe’yi seviyorum. Dillerin bir suçu yok.  Ama Türkçe’ye Kürt olduğumu unutturmak, Kürtçe’yi unutturmak üzere biçilen role de sonuna kadar karşıyım. Bunun için de hiç Türkçe bilmiyormuş gibi tamamen Kurmanci ve Zazaki bir repertuar oluşturup seslendirdim yirmi yıldır. Çünkü bu bir inat konusuydu, bir ölüm-kalım meselesiydi. Binlerce insan öldü, bu dili savunduğu için onbinler hapsedildi, sürgün edildi. Türkçe kendisine biçilen bu lanetli rolden kurtarılsa Türkler ve Türkçe için de iyi olur. Diğer şarkıları ne gibi müzikal duyarlıklarla ele aldıysak aynı şekilde ele aldığımız Bir Amed, Dikranagerd ya da Diyarbekir türküsü söyledim, Diyarbakır’a özgü bir Türkçe ile. Çocukluğumdan beri bildiğim, sevdiğim bir türkü.

Albümdeki Dêrsim yöresine ait Çayê Berbena şarkısından hareketle, geleneksel şarkıların alt yapısının modern tınılarla değiştirilmesi özünün bozulduğu tartışmalarına ilişkin ne söylemek istersiniz?

Bu şarkıyı Almanya’dan bazı caz müzisyeni arkadaşlarla kaydettik. Buna bozulma denemez, denmemeli. Buna paylaşım, çoğaltma, zenginleştirme, iletişim denebilirse güzel olur. Değişmeyen bir öze inanmıyorum. Tüm kültürel pratikler gibi şarkılar, danslar, ritüeller de değişir, dönüşür. Yoksa hepimiz o öz neyse sonsuza kadar onu tekrar edip dururduk.

Aram Tigran, geçtiğimiz günlerde beşinci ölüm yıldönümü vesilesi ile anıldı. Aram’ın müziğiniz üzerindeki etkileri neler?

Kendinizi içinde hissettiğiniz gelenek, akım ya da retorik neyse bu dünyadan bazı modeller, bazı öncüler, üstadlar, hocalar seçersiniz ya. Aram Tigran ya da Mihemed Şêxo’nun  pek çok Kürt müzisyen gibi benim içinde böyle bir rolü oldu. Tigran, bir geleneği kültürü aktardı ve aktarırken ona bir şeyler kattı. Ömrünün sonlarına doğru tanıma şansı da bulmuştum. Bu yüzden bu albümü Aram Tigran’a, Mehmed Uzun ve yakından tanıyıp şiirlerinden yıllardır şarkılar yaptığım, yakın zamanda kaybettiğimiz sevgili Arjen Arî’ye ithaf ettim. (Özgür Gündem)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89