Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, Türkiye’de Kürtler’in yaşadığı bölgede son 30 yılda büyük hak ihlallerinin yaşandığını belirterek, “İnsanların örselenmiş bir onuru var, bir yerde belki devlet adına özür dileyecek adımların atılması, telafi programlarının uygulanması gerekiyor” dedi. Kurtulmuş, PKK’nin koşulsuz silah bırakmasını ve buna paralel olarak devletin de her türlü güvenlik önlemini alarak rutin operasyonlara son vermesini istedi.
Ortadoğu’da yaşayan kardeş halkları arasında bölünme değil bütünleşmeye ihtiyaç olduğunu vurgulayan Kurtulmuş, “Benim Irak’lı Kürtler’e ve Araplar’a tavsiyem, temennim ve duam odur ki, Irak Kürtleri’nin geleceği Irak Arapları’nın, Türkmenleri’nin, Asurileri’nin geleceğiyle birliktedir. Benzer şekilde Irak Arapları’nın geleceği de Irak Kürtleri ve diğer unsurlarıyla beraberdir” diye konuştu.
Hükümet’in bir süre önce başlattığı ve adını da sürekli değiştirdiği “Kürt açılımı”nı destekleyeceğinizi ifade etmiştiniz, gelinen aşamada hala aynı noktada mısınız?
- Hükümet’in başından beri sizin de ifade ettiğiniz gibi bir yol haritası ya da ne yapacağına ilişkin bir projesi yok. Dolayısıyla, Hükümet’in projesini desteklemek ya da alternatif sunmak gibi bir konumda değiliz. Bizim Saadet Partisi olarak başından beri söylediğimiz şudur: Bu ülkede 25 senedir devam eden kardeş kavgasının sona erdirilmesi, birtakım uluslararası terör siyasetinin de geliştirmiş olduğu bu fitnenin sona erdirilmesi, bu ülkede birlik ve esenliğin sağlanması için her türlü iyi niyetli girişime destek olacağız. Bu anlamda da sanki hükümette olsaydık nasıl hareket ederdik diye, her kelimesi üzerinde durularak hazırlanmış bir Gönüllü Birliktelik Projesi adını verdiğimiz bir proje hazırladık.
Nasıl bir çözüm öngörüyorsunuz?
Biz bunu 3 bölümde ele aldık. İlk bölümde bu konuya temel yaklaşımımız nedir, ikinci bölümde bu konudaki usul ve yöntemlerimiz ne olmalıdır, üçüncü bölümde ne yapacağımızı ortaya koyduk. Temel yaklaşımımız şu: Biz bu sorunu daha fazla kardeşlik temelinde çözebiliriz. Biz Türkler ve Kürtler 2009’da gökten zembille indirilip bu coğrafyaya gelmedik, bu topraklarda bin küsur senedir kardeş olarak, akraba olarak, iç içe geçmiş iki halk olarak yaşıyoruz. Son 20-30 yıllık fitneye kadar kimse dönüp de diğerinin etnik kimliğini merak dahi etmezdi. Aynı coğrafyanın, aynı medeniyetin çocukları, aynı kaderi paylaşmış ama aynı geleceği de birlikte kuracak halklar olarak bu işe yaklaşmalıyız. Çözümü kendi medeniyet havzamızda bulacağız. Yani çözümü, Atlantik ötesinden gelenler, bir takım dış güçler değil, bu bölgenin insanları bulacak.
Yine biz usul olarak, üslup olarak buradan siyasi rant elde etmek ya da siyasi riskten çekinerek konuya yaklaşamayız. Burada ne siyasi rant var, ne siyasi risk var. Burada Türklerin ve Kürtlerin makul çoğunluğunun kabul edeceği bir çözüm ortaya koyma endişemiz olmalıdır.
Peki bunu hangi yöntemle yapacaksınız?
- Burada 3 şey önemli. Birincisi çözümün muhatabı kim? Muhatap sadece bir siyasi parti, sadece bir etnik kökene mensup insanlar ya da belli bir coğrafyada yaşayan insanlar değil, Türkiye’nin her yerinde yaşayan 72 milyon insanın tamamı muhataptır. Peki kim çözecek? Bunu devlet çözecek. Bu bir devlet projesi olmalı, devletin bütün kurum ve kuruluşlarının katkısıyla bu iş çözüme kavuşturulmalıdır. Nerede çözülecek? Çözüm yeri de TBMM’dir. Biz Meclis dışındayız ama biz de, sivil ve asker bürokrasi de milli iradenin tecelli makamı olan TBMM vasıtasıyla sürece katkıda bulunmalıyız. Dolayısıyla TBMM içindeki partilerin bu konuda anlayışlı olmaları, birbirlerini yoracak anlamsız kavgalar yerine herkesin eteklerindeki taşları dökerek bu konuda ne biliyorlarsa, milletin hayrına olacak şey neyse onu söylemleri gerektiğini düşünüyorum.
Bunu yapabildiler mi sizce?
- Maalesef TBMM’de grubu bulunan dört parti de sınıfta kalmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi “kaç senedir iktidardayım, istediğimi istediğim şekilde yaparım, benim muhalefete, ana muhalefete ihtiyacım yoktur” diye davranmış, görüşme kapılarını kapatmıştır. Aradan bir buçuk ay geçince “CHP bizimle görüşürse elini bile öperiz” noktasına gelmiştir.
CHP ve MHP baştan çok sert üsluplarla kapılarını kapatarak anlamsız bir olumsuzluk içine girmişlerdir. CHP zaman içinde bu tavrını değiştirerek yumuşama sürecine girdi. MHP’nin “biz dağa çıkarız” tavrı, kabul edilebilir bir tavır değildir. Tabii ki MHP de kendi hassasiyetleri içinde görüşlerini kamuoyuyla paylaşacaktır.
Aynı şekilde DTP de “Apo çözümün bir parçasıdır, Apo’nun onayını almamış bir çözüm asla gerçekleştirilemez” diyerek aslında çözümü istemediğini de bir yerde ima etmiştir. Biz “çözümün adresi TBMM’dir” derken, milletin oylarıyla seçilip gelmiş olan DTP’li vekilleri de kastediyoruz. Ama “Apo çözümün bir parçası olsun, onun gösterdiği yol haritasıyla hareket edelim” demek çözüme katkı sunmuyor. Dört parti de üzerine düşeni yapmamıştır.
Toplumda çözüme dönük oluşan beklentiler karşılanmazsa ne olur?
- Bu tartıştığımız mesele herhangi bir mesele değildir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğundan bu yana karşılaştığı en ciddi meselelerden biridir. Kıta sahanlığı meselesini tartışırsınız, Kıbrıs meselesini tartışırsınız, Ermenistan’la kapıları açalım mı açmayalım mı, bunu tartışırsınız, bir müddet sonra rafa da kaldırabilirsiniz. Ama bu konu tartışılıp bir müddet sonra rafa kaldırılabilecek bir konu değildir. Eğer bu konu tartışılıp, çözüme dönük bu kadar yüksek beklentiler oluşturulduktan sonra çözüm ertelenirse sadece top taca atılmış olmaz, Türkiye’de daha sert, daha keskin aşırı akımlar güçlendirilmiş olur.
Çözümün ertelenebileceğine dair bir olasılık görüyor musunuz?
- Temenni etmiyorum, inşallah Türkiye buradan bir çözüm çıkarır. Çözüm projemize devam edersek, üçüncü bölümde, ne yapacağımızı anlatıyoruz. 5 ana maddede biz tekliflerimizi odaklandırdık. Türkiye hukuki ve siyasi bir reform sürecini başlatmak zorundadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti anayasasının vatandaşlık tanımı, Müslüman, Sünni, Türk, laik, daha doğrusu seküler hayat yaşayan vatandaş tanımıdır. Buna göre Türkiye’nin Müslüman olmayan, Sünni olmayan, Türk olmayan, İslami bir hayat yaşamak isteyen geniş kitleleri hak ve özgürlükler bakımından sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunları ortadan kaldıracak ilk adım ileri, çağdaş, demokratik, katılımcı bir anayasadır.
İkincisi ekonomik telafi programı. 10 yıldır uygulanan acımasız neo-liberal politikalar kamu yatırımlarının elden çıkmasına neden olmuş, tarım, hayvancılık bitme noktasına gelmiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi çok ciddi bir yoksullaşma sürecine girmiştir. Burada sadece teşvikler değil gerektiğinde devletin de yatırım yapmasını zorunlu kılan telafi programları uygulanmalıdır.
Üçüncüsü sosyal telafi programı. Doğu’da bir yandan terör örgütünün bir yandan karanlık odakların baskısıyla halk yerinden edildi, köyler, mezralar boşaltıldı, insanlara affedersiniz dışkılar yedirildi, kimine göre 12 bin, kimine göre 17 bin faili meçhul oldu, hala kuyularda insan cesetleri çıkıyor. Dolayısıyla insanların örselenmiş bir onuru var, bir yerde belki devlet adına özür dileyecek adımların atılması, telafi programlarının uygulanması gerekiyor.
Dördüncüsü terörün son bulması. Kanın kanla temizlenmeyeceğini artık Türkiye’nin bilmesi gerekir. Türkiye, her türlü güvenlik tedbirini alarak adımlarını atmalıdır. Burada iki şey önemlidir. PKK koşulsuz silah bırakmalı ve buna paralel olarak Türkiye de her türlü güvenlik önlemini alarak rutin operasyonlara son vermelidir.
Beşincisi, göçün geri döndürülmesini sağlayacak programlar uygulanmalıdır.
Şunu herkesin bilmesi gerekir, bu bölgenin Türklerinin, Kürtlerinin, Araplarının, Acemlerinin birbirlerinin acısı üzerinden gelecek inşa etmesi mümkün değildir. Hepimizin geleceği birbiri üzerinedir. Süleymaniye’nin, Erbil’in, Kerkük’ün, Duhok’un, Bakü’nün, Batum’un, Halep’in, Şam’ın, Gümülcine’nin, Saraybosna’nın sorunlarını görmeye ve çözmeye odaklanmamış bir Türkiye kendi sorunlarını da çözemez. Aynı şey diğer ülkeler için de geçerli.
Hem Başbakan, hem İçişleri Bakanı “gündemimizde Anayasa değişikliği yok” dediler. Sorunun çözümü için büyük önem taşıyan Anayasa değişikliğinin seçim sonrasına bırakılması, çözümün ya da açılımın seçim sonrasına bırakılması anlamına mı geliyor?
- Hükümet’in uzun bir süredir en temel problemi işleri yapıyormuş, sorunları çözüyormuş gibi davranmasıdır. Sayın İçişleri Bakanı geldiğinde kendisine de söyledim, “eğer Anayasa değişikliği yapmayacaksanız, kapatacaksınız demektir, yani bu mesele kökten çözülmemiş olacaktır”, dedim. Zaten AK Parti oylarını yüzde 26-27’lerden 45’lere çıkartırken millet bu yüzden oy vermişti.
AK Parti, reform dinamikleri üzerine oturduğu iddiasında olan ve millet tarafından da bu yüzden desteklenen bir parti olmasına rağmen Türkiye’nin temel meselelerinde statükonun yanında yer alan bir parti haline geldi. Anayasa değişikliği yapacaksanız bunun yolu kavga ederek yol almak değildir. Öncelikle, parlamento içerisinde en azından size destek verebilecek partilerle özellikle de ana muhalefet partisiyle diyalog içerisinde bir değişiklik çalışması başlatmak gerekirdi. Bunu yapmaktan çekindi, şimdi her meselede olduğu gibi çıkıp “ne yapalım bize yaptırmıyorlar daha çok oy verin” diyecek. Yani yüzde 47 oy almışsınız, yüzde 87 mi alacaksınız Anayasa değişikliği yapmak için. AB istediği için yapıyorsunuz da, millet istediği için neden yapmayacaksınız? Milletin ve kurumların bu konuda bir konsensüsü varken “efendim biz Anayasa değişikliği yapmayacağız” demek çözüm istiyor gibi görünüp aslında istememektir.
Hükümet neden böyle yapıyor?
- Çocukken oynadığımız pilli arabalar vardı, bir engelle karşılaşınca engeli aşmak yerine engele çarpar geri dönerdi, hükümeti onlara benzetiyorum. Hükümet maalesef 2002’den bu yana bir çok meselede gidiyor, engele çarptığı anda geri dönüyor. Zaten hükümet olmak demek, milletin gösterdiği istikamette, kavga ederek değil, konuşarak, uzlaşarak, özgür bir Türkiye’nin oluşması için ittifaka girmek demektir.
AK Parti’yi geçmişte birlikte siyaset yaptığınız arkadaşlarınız kurdu. Geldikleri noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz, sizden farklılaştıkları temel noktalar neler?
- Birkaç temel noktada farklılığımız var. Bunlardan bir tanesi ekonomi programlarındaki farklılığımızdır. AK Parti, kendisinden önceki üçlü koalisyonun bıraktığı ekonomik programı harfiyen uyguluyor. Bu program tamamen IMF’ye bağlı, neo-liberal politikaları acımasızca uygulayan, halkın yoksullaşması pahasına Türkiye’nin rakamsal büyümesini sağlayan bir programdır. Dubai modeli dedikleri bu model Dubai’de bile başarılı olmadı. Halbu ki biz, Türkiye’nin Dubai modeli içerisinde değil, yeniden üreten, güçlü bir modelle ayağa kalkabileceğini, reel ekonomi üzerine, üretim, istihdam üzerine gelişebileceğini öngörüyoruz.
İkincisi dış politikadaki yanlışlar. AK Parti’nin 7 yıllık iktidarı sırasında Türkiye, ABD ve AB’nin dış politika ekseninde fazla sıkışmış bir ülke görüntüsü çiziyor. Yine Sayın Başbakanın bölgeyi bölmek, parçalamak hedefi üzerine kurulu olan Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanlığını yapması asla kabul edilemez. Ayrıca AB ile ilişkilerinde AB bizim için bir medeniyet projesidir yaklaşımı içerisindedirler. Hayır, AB Avrupa için bile bir medeniyet projesi değildir. AB, standartları giderek gelişen, ortak pazardan tek devlete doğru gelmiş olan bir bölgedir.
Yine Hükümet’in sosyal politika alanındaki uygulamaları fevkalade yanlıştır. Şunu anlıyor hükümet sosyal politikadan, insanları tam bir neo-liberal politikayla yönetirsin, bu süre içinde insanların ortaya çıkan yoksulluklarını, unutulmuşluklarını gidermek için 3-5 torba kömür verirsin, 3-5 torba un verirsin, böylece bu insanlar ayakta durur. Oysa devletin esas vazifesi insanlarını kimseye muhtaç etmeden gelirden pay almasını sağlamaktır.
Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’yle ilişkilerinde yavaş da olsa bir normalleşme sürecine girildi, en son Başbakan “Erbil’de konsolosluk kurabiliriz” dedi. Siz bu sürece nasıl bakıyorsunuz?
- Biz aynı medeniyet havzasında yer alan bütün insanlarımızın kardeşçe ve özgürce yaşamasını, adaletle yönetilmesini ve refahtan pay almasını istiyoruz. Bu bölgede daha fazla bölünme ve parçalanma yerine daha fazla bütünleşme ve entegrasyondan yana olmalıyız. Dolayısıyla bizim için Irak’ın toprak bütünlüğü önemlidir. Fiziki bütünlükten öte bu bölgede kültürel bütünlük önemlidir. Kuzey Irak’la aramızda bir sınır var ama amca çocukları karşı tarafta. Biz aynı kültürün insanlarıyız, akraba, kardeş milletleriz. Bölgedeki etnik unsurlar arasında kardeşlik duygularını arttıracak her adımın isabetli olacağı kanaatindeyiz.
ABD’nin çekilmesinden sonra Kürtler’le Araplar arasında çatışmalar çıkacağı tezine katılıyor musunuz?
- Olmamasını temenni ederim. Büyük Ortadoğu Projesi, ki şu anda Afanistan-Pakistan eksenine kaydırmış bulunuyorlar, 7-8 yıldır bölgede uygulanıyor. Bu projenin esasını görmeden biz bölgenin sorunlarına eksik yaklaşmış oluruz. ABD’nin liderliğini yaptığı bu proje, bölge insanının etnik, dini, mezhebi farklılıkları üzerine kurulmuş bir projedir ve iç çatışmaları körüklüyor. Irak hakikaten mazlum bir ülkedir, bir buçuk milyon insanı öldürülmüştür. Saddam’ı devirip huzur ve barış getirmek üzere gelmiş olan işgalci güç, her eve maalesef ölüm getirmiştir. Araplar’a da, Kürtler’e de, Türkmenler’e de, Asuriler’e de, Sünniler’e de, Şiiler’e de, gayrı Müslimlere de acı getirdi. Benim Irak’lı Kürtler’e ve Araplar’a tavsiyem, temennim ve duam odur ki, Irak Kürtleri’nin geleceği Irak Arapları’nın, Türkmenleri’nin, Asurileri’nin geleceğiyle birliktedir. Benzer şekilde Irak Arapları’nın geleceği de Irak Kürtler’i ve diğer unsurlarıyla beraberdir. Kadim medeniyetlere sahip bu coğrafyanın insanları, kendi geleceklerini kalben, gönüllü bir şekilde gerçekleştirmelidir.
Siz söylemlerine bakılınca, Türkiye’deki klasik sağ-sol kalıpları içerisine pek sokulamayacak bir lidersiniz. Kendi siyasi çizginizi nasıl tanımlıyorsunuz?
- Benim siyasi çizgim, insanoğlunun Hz. Adem’den bu yana peşinde koştuğu üç temel küresel erdemin gerçekleşmesine çalışmaktır. Herkesin özgürlüğünü, herkesin refahtan pay almasını, herkesin adil yönetilmesini savunan bir siyaset çizgisini geliştiriyorum. Herkesin özgürlüğünü savunuyoruz, benim gibi düşünenin değil, bana karşı olanın da özgürlüğünü gerçekleştirmek zorundayız. Bu nasıl bir tanımsa, siz ona göre tanımlayın.
PORTRE / NUMAN KURTULMUŞ
Lise eğitimini İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde aldı. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde lisans eğitimini 1982 yılında ve yüksek lisans eğitimini de 1984 yılında tamamladı.
1988 - 1989 yılları arasında ABD’de Temple University School of Business & Management’da lisansüstü çalışmalarına devam etti. 1990-1993 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nde Cornell University New York State School of Industrial & Labor Relations’nda misafir öğretim üyesi olarak görevde bulundu ve doktorasını verdi. 1994 tarihinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde doçent oldu, 2004 yılında profesör ünvanını aldı.
“Sanayi Ötesi Dönüşüm” ve “İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli” adlı kitaplarının yanında “Stok Yönetiminin Data Base Yaklaşımıyla Entegre Edilmesi” ve “Model İnsan Tipi Açısından Endüstri İlişkilerindeki Değişim” konularında yüksek lisans ve doktora tezleri ve birçok yayımlanmış makalesi mevcuttur.
1998 yılında siyaset yaşamına Necmettin Erbakan'ın yanında girerek Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanı ve Genel İdare Kurulu üyesi olarak görev yaptı. 2001 yılında Fazilet Partisi'nin kapatılmasından sonra Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı ve genel başkan yardımcılığı görevlerini birlikte yürüttü. 25 Ekim 2008 tarihine kadar Saadet Partisi’nde siyasi işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı olarak görev yaptı. 26 Ekim 2008 günü yapılan kongre sonucunda kullanılan 946 oyun geçerli olan 924 oyunun hepsini alarak Saadet Partisi genel başkanı oldu.
AKnews
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.