Açlık hissi, doyum hissiyle paralellik içerir. Biri, diğerinin yerine geçer. Açsanız, doymak istersiniz. Doyduğunuzda ise açlık hissi ortadan kalkar. Basit ve anlaşılır bir önermedir. Ancak Kürtler söz konusu olduklarında, doğanın bu temel biyolojik kuralı unutuluverir. Kürtler ya hep açtır ve doyum nedir bilmezler ya da aç kalmanın nemenem bir şey olduğunu bilmezler.
Müsebbip 2013 yılı, Türkiye’nin Kürt sorunu ile ilgili olarak yeni bir evrenin başlangıcı olarak görülmeye başlandı. Bu, hayırlı bir şey. Çünkü içinde kan ve bedel ikileminin olmadığı başka seçenekler konuşulmaya başlandı. Daha önce de denemeler yapıldı, ancak sekteye uğradı. Bundan sonra benzer bir sendeleme olur mu, peşin olarak hayır demek mümkün değil. Ama olursa müsebbibin kim olacağı belli: Siyaset mekanizması… Açık konuşmak gerekir, iradesini tamamıyla İmralı’ya bağlayan ve İmralı’yı asli irade ilan eden Kandil’e olumsuzluk yüklemek vicdanla bağdaşmayacaktır.
Asıl meseleye geçmeden, bir vurgulama daha yapma ihtiyacını hissediyorum. Dünyadaki tüm benzer sorunlar coğrafyasal olarak adlandırıldığı halde, Kürt sorunu etnik aidiyet ekseninde tanımlanmıyor. Kürtlerin sorun olarak algılanmış olmasını tetikleyen unsurlar nelerdir? Kürtler tüm Ortadoğu’nun nasıl oluyor da ortak etnik kimliksel sorunu haline geldi? Bu soruların şöyle bir cevabı olabilir mi: Kürtlerin yaşadıkları coğrafyayı pay ettirenler, Kürtlerin Ortadoğu’da sorun olarak var olmalarını istediler. Kurgusal bir durumdan söz ettiğimin farkındayım. Ancak, bugünü 20. yüzyılın başlangıç evresiyle paralel düşündüğünüzde, sizler de benzer bir sonuca varabilirsiniz.
Şekli sonuç
Peki, bugün itibarıyla ne yapmalı? İmralı’daki görüşmelerin içeriği üzerinde yoğunlaşmanın sıkça yapıldığı bugünlerde herkes, kendisine göre sonuçlar çıkarıyor, senaryolar kurgulanıyor. Bu konuyu şekli boyutuyla tartışıyoruz. Açıkça belirteyim ki, hükümetin arzuladığı sonuç da şeklidir. Direkt olarak kamuoyunun duygularına endekslenen bir süreç işletiliyor. Ancak, Kürt sorununun çözümünde duyguların egemenliğine kapılmak, bizleri yanlışa sürükler. Çünkü birbirinin zıttı şeklinde oluşmuş bir duygusal toplumsal ayrışma mevcut. Dolayısıyla bir tarafın duygularına göre konuşmaya başladığınızda, ötekini incitmiş olursunuz.
Bunun yerine, sorunun çözüm parametrelerini açık konuşmaktan yana olmak gerekir. İşimizin kolay olduğunu kimse söyleyemez. Aynı sokakta, iki aileden birinin oğlu dağda, diğerininki askerde karşı karşıya durarak yaşamlarını yitirmiş ise, bu sokaktaki duygu kırılmasını onarmak kolay değildir. Zor da olsa bir yolu var. Aynı mahallenin sokağında yan yana yaşayanların duygu kırılmasından söz ettiğimize göre, biz mahallenin tamamına bakarak çözüm inşa etmeliyiz.
Siyasetin yapması gerekene gelince: Bir sorunun çözümü, çıkış nedenlerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün. Kürt sorununun da çözümünde de aynı kural geçerli. Sorunun gerekçelerini ortadan kaldırmadan çözmeniz mümkün değil. Özellikle son günlerde kimi hükümet yetkilileri sıkça tekrarlıyor, ‘dağa çıkışın nedenlerini ortadan kaldıracağız’ diye. Bir doğruya bu kadar dolambaçlı yaklaşmanın anlamı yok. ‘Kürtleri Ortadoğu’da sorun haline getiren yanlışları ortadan kaldıracağız’ deseler, daha makul bir duruma gelirler.
Dönerler mi? Burada başlangıç cümlesine geri dönebiliriz. Kürtleri dağa kaldıran his, kimlik doyumu mahrumiyetidir. Osmanlı’nın son yüzyılının tamamı ile Cumhuriyet Dönemi’nin tamamında sürekli olarak dillendirilen ve doyuma ulaştırılmak istenen his bu. Şimdi kimliksel doyumun gereklerini yerine getirmeden, ‘hadi evinize dönme zamanı geldi’ demenin hiçbir değeri yoktur. Böyle bir durumda kimse dönmeyecektir de. İradi entegrasyon süreçleri, dünyanın hiçbir yerinde başarılı olmadı, burada da başarılı olma şansı yok. Sovyetler Birliği’nde 70 yıl boyunca Lenin’in ‘Çoban Ülkeler’ ile ‘Tarım Ülkeler’ ayırımına dayandırılan iradi entegrasyon süreci yaşatıldı. 70 yılın sonunda bölünme, kimlik aidiyeti eksenli oldu. Türkiye’de de Lenin’e ait bu kuram uygulandı. Lenin’in kuramına dayalı olarak Stalin’in uyguladıkları Türkiye’de ‘ıslahat planlarıyla’ uygulanmaya çalışıldı. ‘Etle tırnak gibiyiz’ teranesiyle bir halk eritilmek istendi. Sonuç ortada. İradi entegrasyon, maya tutmadı.
Özellikle, Kürt siyasetinin birlikte yaşamaktan yana irade beyanı, sorunun gönüllü entegrasyonla çözümünün önünü açıyor. Bu şansın değerlendirilmesi gerekir.
Şunun da bilinmesi gerekir: Kürtlere ait bir evin olması mahallenin ayrışması anlamına gelmez. Tersine mahallede, duvarlarından taşlar çekilerek yıkımına sebebiyet verilen evin yeniden inşasını, bir viraneyi andıran görüntünün ortadan kaldırılmasını sağlar. Şimdi, yıkılan bir evin yeniden inşası hangi komşuya ne zarar verecektir? Eğer ki, Kürtler bu mahalleye ‘ortak vatan’, mahallede yaşayan ahaliye de ‘demokratik ulus’ diyorlarsa, daha ne demeleri bekleniyor?
Mahalle ortaktır ancak; bu mahallede Kürtlere ait rengin kabul edilmesi gerekir. Dilleri, kültürleri, tarihi kabullenilmelidir ve yaşam garantisi sağlanmalıdır.
Bu nasıl olacak? Ortadoğu’da halkların iradesine rağmen oluşturulmuş egemenlik paylaşımının, halklara iadesiyle mümkün olacaktır. Üstelik bunu yaparken de kimsenin kaybetmeyeceği bir formül bulunabilir.
Çözüme nereden giriş yapıldığı, yöntem sorunudur. Önemli olan sonuca ulaşabilmektir. AK Parti hükümeti, Kürt sorununun çözümünde son halkadan başlamak istiyor. Yani ‘silahları bıraktırıyoruz’ demekle başladı. Kaşığı öyle tutmak istiyorlarsa, kendileri bilir. Ancak, masaya tek kaşık koyup onu da kendileri tutuyorlarsa, adilane bir sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır. Masada iki kaşık olmalı ve birbirinin doyum hakkına rıza gösterilmeli.
Söylediğim gayet açık: Kürt sorunu aynı zamanda kimliksel doyum sorunudur. Kimliksel doyum olmaksızın kesin çözüm mümkün değil. Madem ki çözüm için yoğunlaşmaya başladık, o zaman doyum formülünü de inşa edelim. (radikal)
Adil Kurt
BDP Hakkari milletvekili
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.