Taraf gazetesinde "Kürtlere daha ne vereceğiz" başlığıyla yayımlanan (10 Mayıs 2011) birebir Wikileaks tercümesi şöyle:
Kürtlere daha ne vereceğiz
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone dün Anadolu Ajansı’nca yayınlanan demecinde, “ABD’nin PKK ile mücadelede Türkiye ile yeterince işbirliği yapmadığı iddiaları bir efsanedir, yalandır” diyor. Türkiye’nin PKK’ya karşı daha fazla Amerikan girişimi talep etmesi ve Washington’ın bu alanda sağladığı işbirliğini —ki buna Abdullah Öcalan’ın yakalanması, anlık istihbarat paylaşımı, PKK’ya para akışının takibi ve önlenmesi de dahil— hep “yetersiz” bulması yeni bir durum değil. Aslında Ankara’nın, PKK konusundaki Amerikan tutumuna ilişkin şikâyetleri, geçmiş dönemde daha ziyade, Washington’ın “terör” başlığı altında ele alınamayacak derinlikte bir Kürt meselesinin varlığını her zaman kabul etmesinden, Türkiye Kürtleriyle temaslarda bulunmasından, “PKK ile mücadele” adına yapılan köy bombalama, misket bombası kullanımı ya da işkence gibi hak ihlallerini eleştirel biçimde gündeme getirmesinden ve siyasi çözüm ihtimalinden dem vurmasından da kaynaklandı. Resmî adı nasıl konursa konsun, “Kürt açılımı” başlatan bir Türkiye’de ise, Amerikan tavrını bu çerçevede eleştirmek artık pek gerçekçi görünmüyor.
Biz bugün birkaç yıl öncesine, emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde ABD’nin o zamanki Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’la yaptığı ikili sohbetlerde Kürt meselesinin, PKK’nın ve Irak Kürdistanı’nın nasıl ele alındığına bakacağız. 2003-2004 yıllarında Edelman’a verilen bu mesajlar, Kürt olgusuna askerî bakışı yansıtıyor ve Başbuğ’un “Kürt açılımı”nın başlangıcında Genelkurmay Başkanı olduğu, devletin üst düzey sivil yetkililerinin ifadesiyle de, “açılıma destek verdiği” düşünüldüğünde, daha da önem kazanıyor. Okuyacağınız vinyetler açılımın askerî sınırlarını da çiziyor zira.
Bir iki PKK liderini bize teslim etseniz
Tarih: 6 Ekim 2003. Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ’un Büyükelçi Edelman’la yaptığı ikili görüşme, Edelman tarafından “GİZLİ” ibareli bir telgrafta yansıtılmış. Telgrafın başlığı, görüşmenin ana konularının Irak ve Kıbrıs olduğunu ortaya koyuyor. Biz burada sadece görüşmenin PKK’ya karşı işbirliğini ilgilendiren bölümünü aktarıyoruz:
PKK/KADEK’E KARŞI ORTAK HAREKET İHTİYACI
ABD Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Koordinatörü Büyükelçi Cofer Black’in Türk hükümetinin kurumlararası heyetiyle görüşmesine atıf yapan Başbuğ, “Bugün çok önemli bir görüşme gerçekleşiyor” dedi. Başbuğ, Türk Genelkurmayı’nın PKK/KADEK’e karşı eylemin Türkiye’nin Irak’a asker katkısına bağlanmamasını istediğini belirterek, Türkiye’nin asker katkısı konusundaki karardan bağımsız olarak teröristlere karşı harekât ihtiyacında olduğunu vurguladı. Aynı zamanda PKK/KADEK konusu Türkiye için “hayati” ve “hassas” idi. ABD’yi bu konuda ortak bir deklarasyona ikna etmeye çalışmaları gerektiğini bir gün önce Türk Dışişleri yetkililerine söylediğini aktardı. Büyükelçi (Edelman) de, Büyükelçi Black’in yaklaşımını Başbuğ için özetledi.
Başbuğ hâlihazırda başlıca hedefin PKK/KADEK’i Kuzey Irak’taki zamanının dolmak üzere olduğuna ikna etmek olduğu konusundaki görüşümüzü paylaştı. İki ülkenin de açık ve kesin bir tavır almasının “hâlihazırda fiziksel eylemden daha önemli” olduğunu söyledi.
Başbuğ basındaki haberlerin olumsuz etkisi konusunda Büyükelçi ile hemfikir oldu ve askerî istihbarata göre, OIF (Irak’a Özgürlük Harekâtı, yani ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’ı işgaliyle başlayan savaşın ilk aşamasına verilen resmî isim) başladığında PKK/KADEK’in kendi başına ne geleceğinden endişelendiğini ama artık güvende olduğuna inandığını kaydetti. Eğer PKK/KADEK üyelerinin Irak’taki istikballerinin karanlık olduğuna inanmaları sağlanabilirse, onlardan birçoğu Pişmanlık Yasası’ndan yararlanacaklardı.
Başbuğ, örgütü AB’nin yabancı terörist örgütler listesine almanın tek başına sorunu çözmeyeceğini açıkladı. Kamuoyu eylem bekliyordu ama (Başbuğ) bunun daha sonra gerçekleşebileceğini de kabul etti. Şimdilik, Türkiye’nin ve ABD’nin kararlılığının ciddiyetini vurgulayacak bir işaret önem taşıyacaktı. Mesela, ABD bir ya da iki PKK/KADEK liderini yakalayıp teslim etse, bu örgüte “büyük darbe” indirecekti. Alternatif olarak, Başbuğ bir ya da iki uçağın dağlardaki PKK/KADEK mevzilerini havadan vurabileceklerini söyledi. Amaç teröristleri öldürmek değil ama onları sarsıp silkelemek olacaktı. Başbuğ, ABD’nin şu anda PKK/KADEK’e karşı büyük bir operasyon için gerekli kuvvetlere sahip olmadığını (bu kuvvetler Irak Savaşı’yla meşguldüler) biliyordu ama gelecekte bunun değişeceğini umuyordu. Türkiye’nin ortak bir çabaya (PKK’ya karşı ortak askerî harekât kastediliyor) katılmaya her zaman hazır olduğunu vurguladı ama Dışişleri Bakan Yardımcısı (Lynn) Pascoe’nun ABD’nin Türk kuvvetlerinin devreye girmesini istemediği yönündeki açıklaması onu şaşırtmıştı.
Irak’ta federasyon kurulursa kanlı olur
Yukarıdaki görüşmeden dört ay kadar sonra, 19 Ocak 2004 günü Edelman ile Başbuğ, bu kez bir öğle yemeğinde tekrar buluştular. Edelman, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington’a yapacağı ziyaret öncesinde görüşlerini almak üzere, Genelkurmay İkinci Başkanı’nı, rezidansına davet etmişti. O öğle yemeğinin ayrıntıları, Edelman tarafından yine “GİZLİ” bir telgrafla 21 Ocak 2004’te Washington’a rapor edildi. Yemekte, Irak ve Kıbrıs olmak üzere iki esas başlığın konuşulduğunu bu telgraftan anlıyoruz. Edelman’ın aktarımına göre, Başbuğ PKK’dan sonra KADEK’in de ABD tarafından “terörist örgütler listesine” alınması konusunda memnuniyet bildirirken, Avrupa Birliği’nin bunu henüz yapmamış olmasını da eleştirmiş.
Başbuğ’un daha sonra Irak hakkında söyledikleri ise, Mayıs 1992’den itibaren fiilen işlevsel olan ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi sonrasında oluşturulan yeni Irak Anayasası’nın federalizm tarifi içinde de yerini bulan Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti’yle ilgili kavrayış ve öngörü zaafını ortaya koyması açısından dikkat çekici. Telgrafın o bölümünü aktarıyoruz:
Başbuğ, hızla 16 ocaktaki basın toplantısında da değindiği Irak federalizmi konusunu konuşmaya yöneldi. Orada, Irak’ta bir federasyonun arzu edilir bir sonuç olmadığı şeklindeki Türk görüşünü açıkladığını kaydetti ama eğer federalizm gerekiyorduysa, bu kesinlikle etnik ya da dini temelde olmamalıydı. Eğer Irak bu yoldan giderse, sonucun “kanlı” olmasından korkuyordu. Büyükelçi, federasyonun coğrafi ve idari bölünmelere dayanması gerektiği görüşünü ABD’nin de paylaştığını söyledi. Başbuğ hemfikir oldu, ancak “Bu çok aldatıcı olabilecek bir konu zira Irak’ta etnik ve coğrafi çizgiler biraz örtüşüyor” dedi. Başbuğ, ABD’nin bir tür federasyonun arzu edilir olduğu yönünde bir karara varıp varmadığını sordu.
Büyükelçi, ABD’nin hep birlikte altında yaşamaları gerekecek olan anayasal düzenlemelerine ve hükümet sistemine kendilerinin karar vermeleri gerektiğine inandığı cevabını verdi. Kürt talepleri ve gerçekler düşünüldüğünde, bir tür federatif düzenleme içermeyecek bir sonucun çıkması zor görünüyordu. Başbuğ isteksizce bu noktayı kabullendi ama yine de ne tür düzenlemeler yapılırsa yapılsın bunların Türkiye’nin çıkarlarını tehdit eden istenmedik sonuçları olabileceğini söyledi.
Kürtlere gereksiz ziyaret yapılıyor
Ve biraz daha ilerliyoruz. Ertesi yıl, 10 Eylül 2004’te ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın kaleme aldığı “GİZLİ” ibareli telgraf “Büyükelçi ile Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ, Kıbrıs’ı, AB Reformlarını ve İkili İlişkileri Tartışıyor” başlığını taşıyor. Yine bir Başbuğ- Edelman ikili görüşmesinin dökümünü veren bu telgrafı “Kürt meselesi” merceğinden okuduğumuzda öne çıkan bölüm şöyle:
AB REFORMLARIYLA İLGİLİ ENDİŞELER
Başbuğ, hiç sorulmadan, Türk hükümetinin azınlık haklarında AB bağlantılı reform çabasını kendiliğinden gündeme getirdi. Son iki üç yıldır, parlamentonun “kültürel haklar”ı garanti eden birçok yasayı geçirdiğini söyledi. Yapılan değişiklikler önemliydi ve geçirilen yasalara bir itirazı yoktu. “Artık yapılacak ya da talep edilecek bir şey kalmadı” diye görüşünü açıkladı. Ne var ki, AB daha fazlasını talep etmeyi sürdürüyordu. Uygulamanın daha sıkı takip edilmesini isteyip duruyorlar. “Bununla neyi kastediyorlar? Yeterli olmayan ne” diye sordu.
Leyla Zana’nın cezaevinden salıverilmesinden sonra bölgeyi turladığını belirterek, Türkiye’nin güneydoğusundaki olayların “hukuku aştığını” söyledi. Zana’nın siyasi faaliyetlerde bulunurken Kürtçe konuştuğunu, bunun da Siyasi Partiler Yasası’nın açık bir ihlali olduğunu bildirdi. 7 eylülde, Diyarbakır Belediye Başkanı’nın AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri (Günter) Verheugen’e, AB’nin gerekliliklerini karşılamak için, yasanın bu hükmünün (siyasi faaliyette Türkçe dışında bir dil kullanma yasağı kastediliyor) değiştirilmesinin gerekip gerekmeyeceğini sorduğu bildiriliyordu. Belediye Başkanı’nın bu soruyu sormuş olması da, Zana’nın kendi şehrinde olduğu bir esnada, bunun asılnda bir ihlal olduğunu anladığını göstermekteydi.
Başbuğ, Türk kamuoyunun görüşünün ihmal edilmemesi gerektiğini de savundu. Verheugen’in Diyarbakır ziyaretine karşı çıkmıyordu, çünkü onun, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri kapsamındaki ilerleme raporunu yazması gerekiyordu. Ancak diğer bazı “gereksiz ziyaretler” Türk kamuoyu tarafından iyi karşılanmıyordu. Sorulunca, bunun ABD, Avrupalılar ve “herkes” için geçerli olduğunu söyledi. Büyükelçi, eğer Başbuğ, Adana Konsolosluğu Siyasi Müsteşar Vekili’nin Diyarbakır Belediye Başkanı’na 12 ağustostaki ziyaretinden rahatsızlık duyuyorsa, bu ziyarette terörizmi kınayan ve Türkiye’nin siyasi birliğine olan ABD hükümetinin desteğini teyit eden çok açık bir mesaj verildiğini de bilmesi gerektiği cevabını verdi.
Son olarak, Başbuğ, Zana’nın hapisteki PKK/Kongra-Gel lideri Abdullah Öcalan’a “Siyasi, toplumsal ve kültürel haklarımızı AB üyeliği yoluyla alacağız” diyen bir mektup yazdığını kaydetti. Eğer AB, Zana’nın destekçilerinin hedeflerine ulaşması için bir araçsa, daha fazla ne istiyorlar, diye sordu. 7 eylülde Güneydoğu’da güvenlik güçlerinin iki mensubunun öldürüldüğünü söyledi. Yarın bir başkası daha hayatını kaybedebilirdi. Bu insanların hayatlarını riske atmalarını niçin istiyoruz, diye sordu. (YORUM: Başbuğ’un buradaki iması, Zana’nın ve onun yandaşlarının AB’yi, Türkiye’yi bölmek için bir araç olarak gördüğüydü.) Başbuğ, “Daha fazla verecek bir şeyimiz yok ve biz gereğinden fazlasını verdik” dedi.
Verheugen’in Diyarbakır’daki basın toplantısını daha yeni izlediğini söyleyen Başbuğ, Verheugen’in “Kürt vatandaşlara” atıfta bulunmasından yakındı. “Bu uygun mudur” diye sordu. Türkiye’nin Kürt kökenli çok sayıda vatandaşı vardı ama “Kürt vatandaş” fikrini “tamamen yanlış” diye nitelendirdi. Benzer şekilde, Türkiye’nin “Kürtçe eğitimi” onaylaması konusunda yapılan değinmeleri de yanlış buluyordu, çünkü bu cümlenin, eğitim dilinin Türkçe yerine Kürtçe olmasını ima ettiğine inanıyordu. Onay verilen “Kürtçenin öğretilmesi”ydi. Büyükelçi, kültürel hakların, bu konu konuşulurken kelimeleri özenle seçmeyi gerektiren hassas bir mesele olduğunda hemfikir oldu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.