Kürt meselesinde çözümün kendini dayattığı bir evredeyiz. Bu meseleye dair iki noktanın idrakine varılmış durumda: Birincisi, artık biliyoruz ki, bu sorun varlığını devam ettirdiği müddetçe Türkiye istikrarlı huzurlu ve müreffeh bir ülke olamaz, hatta bütünlüğünü koruması zorlaşır. İkincisi, yine biliyoruz ki, şimdiye kadar uygulana gelen güvenlik odaklı politikalarla bu meseleyi bir hal yoluna koymanın imkânı yoktur.
Aslında “Kürt Açılımı” veya “Demokratik Açılım” adı verilen çalışma, bu iki kabul üzerine oturuyor. Gerek Cumhurbaşkanı gerek Başbakan, Türkiye’nin bu sorunla yaşama şansının kalmadığını ve çözümün bir mecburiyet olduğunu birçok kere dile getirdiler. Kalıcı bir çözüm için daha fazla hukuk ve daha fazla demokrasinin gerektiğinin altını çizdiler. Bu bağlamda demokratik mekanizmalar devreye sokuldu, sivil toplum örgütleriyle görüşüldü, siyasi partilerin görüşlerine başvuruldu ve sorumluluk duyan herkes sürece katkı sunmaya davet edildi.
Tabi bu davet herkesi memnun etmedi. Siyasi tezgâhlarını devletin 80 yıllık baskı, inkar ve asayiş odaklı politikasının üzerine kuranlar bu değişimden rahatsız oldular. Özelikle MHP Genel Başkanı Bahçeli, bu sürece cepheden karşı çıktı ve ihanet içinde olmakla suçladığı hükümetle görüşmeyi kesin bir dille reddetti.
Rakip değil düşman
Bahçeli’nin tavrı aslında basit: Kendisi gibi düşünmeyenleri “siyasi bir rakip” olarak değerlendirmiyor, onları bir “düşman” olarak görüyor. Dolayısıyla bir muhalefet dili değil bir savaş dili kullanıyor. Bahçeli’ye demokratik açılım süreci, müellifleri -başta ABD olmak üzere- dış güçler ve Öcalan olan, bir yıkım projesidir. Ülkeyi bölüp parçalamayı amaçlayan bu projeyi yürütenlere “vatan haini” damgasını yapıştırtıyor, projeye destek olan aydınlara ise “kötü adam” sıfatını uygun görüyor. Ancak tüm bunlar onun hızını kesmeye yetmiyor, Bahçeli dağa çıkıp orada 50 yıl kalmaya hazır olduklarından ve Anadolu’yu yeniden fethetmekten hazır olduklarından bahsediyor.
Her geçen gün Bahçeli’nin kendisi ve yandaşları dışındaki herkesi kapsayan düşman cephesini genişlettiğine tanık oluyoruz. Önceleri Bahçeli’nin hedefindekiler siyasi iktidar ile sürece arka çıkan sivil unsurlardı. Daha sonra bunlara Cumhurbaşkanı ve -Eylül MGK toplantısından “sürece devam” işaretini çıkanca- ordu da katıldı. Bu sürecin arkasında duranları Osmanlı’nın yıkılması sebebiyet verenlerle bir tutan Bahçeli, Cumhurbaşkanı’nın görüşme talebini reddetti, Meclis’in açılış konuşmasında bir kere bile “Türk” kelimesini ağzına almadığı Cumhurbaşkanı’na yüklendi ve Gül’ü “yabancı bir devlet başkanı gibi konuşmakla” itham edip (!) milliğini sorgulama altına aldı.
MHP aslına rücuu ediyor
Bahçeli’nin konuşmalarında tek bir öneri yok. Hançeresi yırtılırcasına bağırıyor, söylenen her şeye karşı çıkıyor, ama ne yapacağı konusunda tek bir kelam etmiyor. Negatif siyasetin doruklarında geziniyor Bahçeli, tek yaptığı klişelerle bezenmiş nutuklarla, Başbakan’a yanıt vermek. Mesela Başbakan partisinin kongresinde yaptığı farklılıklara vurgu yapıyor ve farklı kültürlerin değerlerini ismen anıyor. Ertesi gün MHP Ankara İl Kongresi’nde Bahçeli hemen tepki veriyor:
“Türkiye’yi her türlü etnik imkânı kullanarak 36 etnik gruba ayırarak, Sayın Cumhurbaşkanı ile rol paylaşarak, farklılıkları demokrasinin gereği gibi tatbik ederek ayrışmaya, netice almazsa çatışmaya, netice almazsa terörist başı gibi kendileri de siyasi bölücü başlığına kalkıyorlar. Bölücü başı gibi onların taleplerini karşılayan siyasi bölücü başı olmaya heves etme. Tarihe ihanete düşmüş bir Başbakan olarak geçme.”
Peki, Bahçeli neden böyle davranıyor? Bazı yorumcular bu agresifliği MHP’nin yaklaşmakta olan kongresine bağlıyorlar. Bahçeli’nin kan damlayan bir üslubunun gerisinde kongrede kendisi dışında bir adayın çıkmasını önleme çabasının yattığını belirtiyorlar. Elbette, yürütülen siyasette kongreye dönük hesapların da bir payı vardır ama temel belirleyenin bu olduğunu zannetmiyorum.
Bazı yorumcular da ise da bir şaşkınlık var; onlar milliyetçi hareketi sokaktan çeken adam olarak taltif ettikleri Bahçeli’nin bu şekilde davranmasına bir anlam veremiyorlar. Oysa ortada şaşılacak bir durum yok; Bahçeli ve MHP aslına rücuu ediyor.
Tekçi kimlik, tekçi siyaset
Bana göre MHP’nin bu şekilde hareket etmesinin biri ideolojik, ikisi ise konjonktürel olmak üzere üç önemli nedeni var: “İdeolojik” derken, MHP’nin, Türkiye’de Türk kimliği dışında herhangi bir kimliğin varlığını kabullenmeyen bir siyasi geleneğin partisi olmasını kastediyorum. Öteden beri bu parti, bu ülkede bir tek Türk kimliği var olduğunu, korunması ve kollanması gereken değerlerin de bu kimliğine ait değerler olduğunu savunur. Türk kimliği dışında kalan kimliklerin de hak sahibi olduğu fikri MHP’ye yabancıdır. MHP farklı kimliklerin varlığına tahammül edemez, onları elden geldiğince bastırmaya, görünmez kılmaya ve ortadan kaldırmaya gayret eder. MHP’yi MHP yapan temel budur.
MHP, bir Kürt kimliğinin varlığını ve bunun kendini geliştirme hakkı olduğunu kabul etmez. Bazı MHP’lilerin yarım ağız “biz Türkler ve Kürtler kardeşiz” sözleri kimseyi kandırmasın. MHP, ancak kimlik talebi bulunmayan, her türlü haktan mahrum edilse de ses çıkarmayan ve her daim itaat eden Kürtleri –o da belki- kardeş sayabilir. Bir Kürt, Kürtlüğünü hatırlamaya görsün, anında MHP’nin kardeşlik dairesinden çıkar, o artık o güvenilmezdir. Bakın Bahçeli, AKP’nin Kürt milletvekilleri hakkında Başbakan’a seslenirken bu düşünceyi ne kadar rahat dile getiriyor:
“Güneydoğu'da milletvekili çıkarmış olabilirsin ama ONLARI kendinden zannetme...” Her milliyetçide olduğu gibi Bahçeli’de de bir “biz”, bir de “onlar” var. Biz kimiz? Türkler. Ya onlar kim? Kürtler. Onlara, yani Kürtlere, güvenilmez; milletvekili de olsalar güvenilmez, çünkü onların kimin hesabına çalışacağı belli olmaz.
Bölücülüğü bu denli içselleştirmiş bir zihniyet, elbette, bir demokratikleşme programına da toptan karşı çıkar. Eğer Türkiye Kürt meselesini çözebilirse, demokrasi güç kazanır. Diğer tüm vatandaşlar olduğu gibi Kürtler de kendilerini daha özgür ifade edebilir, kültürlerini geliştirebilir ve kısaca daha insanca yaşayabilirler. Demokrasi derinleştikçe, farklı kimlik mensupları daha fazla hakkın öznesi haline gelirler ve bu da vatandaşlar arasında gerçek bir eşitliğe giden yolu açar. Bu anlamda farklılıkların barışçıl birlikteliğini içeren bir demokratikleşme, MHP’nin tekçi zihniyetinin karşı kutbunu temsil eder. Dolayısıyla katı bir milliyetçilik ideolojisini benimsemiş bir partinin, farklılıklara yer veren açan bir demokratikleşmeden hazzetmemesi, tüm organlarıyla onu engellemeye çalışması doğaldır ve tutarlıdır.
Kana yatırım yapmak
Konjonktürel olan nedenlere gelince: Bir kere, bahse konu olan süreç Türkiye’nin iyiye doğru dönüşümünü sağlayacak potansiyeller barındırdığı gibi birtakım riskleri de içerir. Zira etnik menşeli sorunları çözmek her ülkede zordur, hele bu tür sorunlarda bir de kan dökülmüşse tehlikeler artar, çözüm güçleşir. Ve yine her ülkede siyasi planlarını bu tür tehlikeler üzerine kuran ve geleceklerini çözümsüzlükte bulan partiler vardır. MHP’yi de böyle değerlendirmek gerekir. Örneğin MHP’nin ekonomi konusunda ne düşündüğünü, işsizlikle nasıl başa çıkacağını, eğitim sorunlarıyla nasıl baş edeceğini, sağlıkta nasıl yapılanmaya gideceğini bilmeyiz. Çünkü MHP bu konularda konuşmaz; bu parti gıdasını toplumsal çatışmalardan ve çatışma risklerinden alır. Bu nedenle risklere yatırım yapar, şehitlik gibi kutsal değerleri istismar eder, “bölünüyoruz, parçalanıyoruz” diye ortalığı gerer, toplumun hassasiyetlerini kaşır ve tüm bunlardan siyasal rant devşirir.
Geçmişte MHP hep çatışmaların olduğu ve kanın aktığı dönemlerde güç kazandı. Bugün de MHP’nin kuvvetli konumu, Kürt meselesinin bir sonucudur. Kürt meselesinde akan kanlar, Türk milliyetçiliğini besledi ve MHP’ye bir pozisyon sağladı. Kürt meselesinden dolayı Türkiye kan kaybetti ama MHP bu sorunun varlığından büyük bir siyasal kazanç elde etti. Bugün MHP’nin cansiperane bir biçimde çözüme karşı çıkmasının altında yatan esas neden, bu kazançtan mahrum kalma korkusudur.
İkincisi MHP, bu sürecin bir şekilde kesintiye uğrayacağını/uğratılacağını düşünüyor. AKP, son kongresinde marştan pankartlara, konuşmalardan sloganlara kadar her şeyi açılım merkezli tasarlamıştı. Ayrıca kongrede partililere bir sayfalık bir rapor sunuldu, partililer açılım hakkında bilgilendirildi ve onların desteği alındı. Tün bunlar bundan sonraki süreçte AKP’nin genel siyasetinin demokratik açılım üzerinden yol alacağını gösteriyor. Artık bundan geri dönmesinin imkânı yok. Bu denli yoğun bağlantı bir nevi AKP’nin kaderini de demokratik sürece bağlı hale getiriyor. Eğer AKP demokratik açılımı sona kadar götürebilirse iktidarını daha da güçlü hale getirir ama eğer tersi olur da süreç akamete bundan da en büyük zararı AKP görür.
İşte MHP bir de bunun hesabını yapıyor. Devlet içinde bazı odakların sürecin sonuna kadar götürülmesine müsaade etmeyeceklerini ve bir noktada AKP’ye “Dur” diyeceklerini tahmin ediyor. MHP biliyor ki; eğer süreç akamete uğrarsa Türkiye Kürt meselesinde eskisinden çok daha sancılı günler yaşar ve bunu faturası AKP’ye yüklenir. Bu durumda AKP’ye duyulan hoşnutsuzluk MHP’ye oy olarak akabilir. Hesap budur.
Şurası açık: Bugün Türkiye’nin yararına olan MHP’nin zararınadır; MHP’nin yararına olan ise Türkiye için zarar. Savaş, Türkiye’nin kanını emiyor, MHP ise savaştan –siyaseten- ekmek yiyor. Sağlanacak bir toplumsal barış ortamı Türkiye’nin önünü açar ama barışa dair bir tasavvuru olmayan MHP’yi bitirir. MHP, bunun bilincinde, bu nedenle ülkenin üzerindeki savaş dumanının dağılmasını istemiyor.
Kurt puslu havayı sever. Kürt meselesindeki puslu havadan nemalanan siyaset sahnesinin kurtları da, pusun dağılması halinde güç kaybedeceklerinin farkındalar. Bugün demokrasiyi ve barışı boğmaya çalışmaları bundandır.
Vehap Çoşkun
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.