Türkiye’de Kürtlerle barış süreci ‘bunalım süreci’ne dönüşürken Hizbullah’ın kurduğu Hür Dava Partisi’nin (HÜDAPAR) PKK’yi bitirecek yegâne güç olduğuna ve müzakerelere katılabileceğine dair fikirler, hükümet çevrelerince tedavüle sokuldu. Bir tarafta HÜDAPAR iktidar eliyle parlatılırken diğer tarafta Hizbullah’la PKK arasındaki eski düşmanlıklar yeniden nüksediyor. Bunların tesadüf olmadığını düşünen çok.
Lübnan’daki Hizbullah’la hiçbir ilgisi olmayan ve kimliğini ‘Müslüman Kürt’ olarak tanımlayan Hizbullah ile Marksist gelenekten gelen PKK arasında rekabet dün kaçınılmazdı, bugün de kaçınılmaz gözüküyor.
Adından en fazla söz ettirdiği 1990’larda ne Hizbullah rejime karşı yegâne örgüt olarak kalma hedefini gerçekleştirebildi ne de Hizbullah’la çatışmalarda ciddi kayıplar veren PKK kendinden başka güçleri elimine edebildi.
PKK’nin Kürt hareketine karşı devlet tarafından ‘contra’ güç olarak kullandığını anlatmak için ‘Hizb-ul Kontra’, bazı İslamcı grupların ise rakip İslamcılara yönelik cinayetleri nedeniyle ‘Hizb-uş Şeytan’ olarak andığı Hizbullah, örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun 2000’de İstanbul’da polis operasyonu sırasında öldürülmesinin andından görünür olmaktan çıkmıştı. Birkaç yıllık sessizlikten sonra sivil toplum faaliyetleriyle yeniden sahneye dönen Hizbullah, nihayetinde 2012’de HÜDAPAR’ı kurarak kendini yasal siyaset zeminine taşıdı. 2013’te kuruluşu resmileşen HÜDAPAR, 30 Mart 2014’teki yerel seçimlerde ülke genelinde yüzde 0.19 oy alsa da Batman’da yüzde 7.8, Diyarbakır’da yüzde 4.32 oyla bölgesel denklemde yerinin olduğunu gösterdi.
Sayısız faali meçhul cinayetle özdeşleyen JİTEM gibi devletin aygıtları tarafından desteklendiği düşünülen Hizbullah’ın silahlara veda ettiğine dair herhangi bir veri olmaksızın siyasette sergilediği ilk performans üzerine örgüte biçilen ‘contra’ işlevi de güncellendi: ‘PKK’nin liderliğindeki Kürt hareketini siyaseten yitirecek Kürt partisi.’
‘PKK’yi HÜDAPAR bitirir’
Birçok kişinin sessizce tartıştığı şeyi iktidarın gazetesi Yeni Şafak’ta Yusuf Kaplan şu ifadelerle dile getirdi: “Bu ülkeyi bölünmenin eşiğine sürüklenmekten kurtaracak şey etnik bilinç değil medeniyet fikrini yeşertecek ümmet bilincidir. Özelde HÜDAPAR’lılarda, genelde bölgenin bütün İslâmî cemaatlerinde güçlü bir ümmet bilinci var…
HÜDAPAR’lılara yapılan zulümler, PKK/HDP’lilere yapılsaydı, dünyayı ayağa kaldırır, kıyameti koparırlardı! HÜDAPAR’a, gösterdiği basiret ve feraset için teşekkür borcumuz var… HÜDAPAR, bölgenin ve ülkenin ‘emniyet sübabı’dır… HÜDAPAR bu sağduyulu tavrını sürdürürse PKK biter.”
Kürt’e karşı Kürt taktiğinin yeni bir formatla tekrarlanacağına ilişkin kaygılara yol açan birkaç gelişme yaşandı.
İslam Devleti’nin Kobani’ye saldırılarıyla bağlantılı 6-8 Ekim protestoları sırasında PKK ile HÜDAPAR taraftarları arasında ölümle sonuçlanan şiddet olayları gerçekleşti. Tarafların birbirini sorumlu tuttuğu bu olayların ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, HÜDAPAR’ı ziyaret ederek bazı kritik mesajlar verdi.
Arınç’ın mesajlarında öne çıkan 4 unsur vardı:
- HDP (Halkların Demokratik Partisi) Kürt halkının tek temsilcisi değildir.
- PKK’nin tehdidi olmazsa diğer siyasi partiler Kürtlerin temsilcisi olur.
- HÜDAPAR’ın yeni bir medeniyet ihya etmek için insan ekseninde dünyaya bakış açısı var.
- Çözüm sürecinde sözü olan herkesle beraber olunmalı.
Arınç “Özellikle dindar Kürt arkadaşlarımızın siyaset yaptığı ve yapmak istediği Hür Dava Partisi'nin programı fevkalade önemli. Böyle bir partinin hem Türkiye'nin sorunları konusunda, hem çözüm meselesinde söyleyecek pek çok sözü vardır” ifadesini kullandı.
Arınç’ın mesajlarından iki sonuç çıkıyor.
Birincisi: Düne kadar Kürt bölgelerinde HDP dışında sadece kendilerinin varlık göstermesiyle övünen AKP yönetimi, kendileri gibi İslami duyarlılığı olan Kürtlere seslenen HÜDAPAR’ı rakip değil ‘kardeş parti’ telakki ediyor. 2015 seçimlerine bağımsız adaylar yerine parti olarak girmeyi kararlaştıran HDP’nin yüzde 10’luk barajın altında kalması ve böylece AKP’nin başkanlık sistemini getirebilecek düzeyde meclis çoğunluğunu ele geçirmesi hedefi için HÜDAPAR’ın alternatif Kürt partisi olarak öne çıkartılması uyanıkça bir taktik.
İkincisi: Barış sürecinde somut adım atmakta zorlanan hükümet HÜDAPAR’ın da müzakere ortağı olabileceği fikrine göz kırpıyor.
Muhataplık kritik bir konu
Devletin silahlı unsurlarıyla işbirliği içinde Kürt hareketiyle savaşa girişmiş bir örgütün hangi tarafı temsilen masaya oturacağı ciddi bir sorun. PKK ile aralarında 1990’lardan kalma düşmanlığın 6-8 Ekim olayları ve en son 27 Aralık’ta Cizre’de üç kişinin öldüğü saldırılarda görüldüğü üzere her an çatışmaya dönüşme potansiyeli mevcut. Karşılıklı güvensizlikten öte her an nükseden düşmanlık bitmemişken HÜDAPAR’ın PKK ile aynı tarafta oturduğu bir müzakere masasının formüle edilmesi çok güç. Oslo sürecinden beri PKK’yi muhatap alan devletin de ortağa ihtiyacı yok.
Elbette süreç sadece PKK değil bölgedeki tüm Kürtleri ve daha genel anlamda tüm Türkiye’yi ilgilendiren bir durum. Bu gerçeği taraflardan inkâr eden de yok. Ancak muhataplık ayrı bir konu. Konuyla yakından ilgilenenlerin vurguladığı şey şu: Devletle 30 yıldır savaşan Hizbullah/HÜDAPAR değil PKK. Haliyle bir süredir ateşkesle soğutulmuş olan savaş ancak savaşan taraflar arasındaki müzakere ile sona erer. HÜDAPAR ise sadece PKK ile müzakerenin PKK sorununu çözeceğini ama Kürt sorununun daha geniş bir katılımı gerektiği kıldığını savunuyor.
HÜDAPAR: Masada üçüncü taraf olmak istiyoruz
HÜDAPAR Sözcüsü Sait Şahin, Al-Monitor’un barış sürecine müzakere ortağı olarak katılmak isteyip istemedikleri sorusuna “Elbette çözüm sürecinin ortağı olmak istiyoruz. Sağlıklı bir sonuç alınması için bütün Kürt unsurların bu sürece katılması gerekiyor. PKK dışında kimse yer almadığı için de süreçte sıklıkla yol kazaları yaşanıyor. Hükümet silah bıraktırmak için PKK ile görüşebilir ve sorunu halledebilir. Ama genel anlamda Kürt sorununa çözüm isteniyorsa muhatap bütün Kürt unsurlar olmalıdır” yanıtını verdi.
Şahin bu konuda hükümet ya da PKK’nin tepkisiyle ilgili de “Hem hükümet hem PKK ile görüşmelerimiz oldu. Mağduriyetler üreten taraf devlet olduğu için hükümetle zaman zaman müzakerelerde bulunduk. PKK de bölgenin gücü olduğu için onlarla da diyalog içinde olduk. Ama PKK kendisi dışında kimsenin olmasını istemiyor” dedi. Şahin masanın hangi tarafına oturmak istedikleri sorusuna da şu yanıtı verdi: “Çözüm sürecinde masada iki taraftan birinin yanında yer almak istemiyoruz. Biz adil bir taraf olarak üçüncü bir sandalyeye oturabiliriz.”
‘Provokatif üçüncü bir el’
Çözüm sürecine HÜDAPAR’ı ortak etme önerisi henüz ciddiyete binmese de bu hareketin PKK’ye karşı kullanılmak istendiğine dair tartışma daha hararetli. Arınç’ın HÜDAPAR’ı ziyaretini takiben 27 Aralık’ta Cizre’de patlak veren çatışmalar ‘AKP yönetiminin PKK’ye karşı HÜDAPAR’ı kullandığına dair suçlamaları arttırdı. Çatışmalar PKK’nin gençlik örgütlenmesi Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’nin (YDG-H) polis operasyonlarını önlemek için kurduğu nöbet çadırına sızma girişimi üzerine başlamıştı.
Sözünü ettiğimiz suçlamalara dayanak olabilecek bazı noktalar var:
Cizre'deki saldırı HDP’nin HÜDAPAR ilçe teşkilatına ziyaret edip belli konularda fikir birliğine varmasının ardından geldi.
Saldırıdan önce YDG-H yollara barikat kurup kimlik kontrolü yapma ya da yollara hendek kazıp kısmi alan hâkimiyeti tesis etme gibi uygulamalara son verme kararı almıştı. YDG-H’nin kontrolleri durumu polarize eden bir faktördü.
Olaylar patlak verince hükümete yakın medya ‘Zerdüştler Müslümanlara saldırıyor’ gibi kışkırtıcı başlıklarla yayın yaptı.
Kışkırtıcı yayınlar
Olayla ilgili rapor hazırlayan iki sivil örgüt ise farklı bir tablo çizdi. İslami camianın insan hakları örgütü MAZLUM-DER şu tespiti yaptı: “Olay tarafları birbirine düşürmeye çalışan derin yapıların provokasyon amaçlı eylemidir. Derin odaklar eliyle bir PKK-Hizbullah savaşı çıkarılmaya çalışılıyor. Basında 'dindar insanlara saldırı' sözü çok kullanılıyor, aslında bu dindarlık ile ilgili bir şey değil."
İnsan Hakları Derneği de saldırıdan özel harekât timleri ve onlarla birlikte hareket eden eli silahlı sivilleri sorumlu tuttu.
PKK’nin çatı örgütü KCK hükümetle birlikte HÜDAPAR’ı, HÜDAPAR ise PKK’ye suçladı.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise provokasyona dikkat çekti: “Ne HÜDAPAR’a ne de Kürt gençliğine ait olmayan hesaplardan onlarınmış gibi yayınlar yapan hesaplar fark ettik. O nedenle Cizre’deki mevzu iki taraf içine sızma yapmış ve bilinçli bir şekilde çatışma katliam yaratmak isteyen güçlerin tezgâhı oyunudur… Hükümet medyası ‘Zerdüştler Müslüman mahallesine saldırı yaptılar’ diye manşet attı. Dolayısıyla acaba hükümetten birilerinin de bu provokasyondan haberi var mıydı merak ediyorum. Ben, Bülent Arınç’a sormak istiyorum: Cizre’deki provokasyonda senin parmağın var mı, yok mu?”
İronik bir durum; AKP’ye yakın medya PKK’nin Müslümanları hedef aldığından bahsederken PKK son zamanlarda Müslüman camiayla arasını iyi tutmaya çalışıyor. Mesela KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık Ağustos 2013’te Kandil’de Güney Kürdistan’dan 83 Kürt din adamını ağırlamış, Diyarbakır’da da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Demokratik İslam Kongresi düzenlenmişti. HDP de dindar kesimleri de kucaklama iddiasında. Dinle provokasyonun acılarını Türkiye yakın tarihinde çok çekti. O yüzden duyarlı kesimler bu konuda hemen sesini yükseltti.
Devletle ilişkileri olduğu suçlamasını reddeden HÜDAPAR sözcüsü Şahin ise, kendilerine yüklenen PKK’yi bitirme misyonu ile ilgili Al-Monitor’a şunları söyledi: “Birileri açıkça bizi PKK’yi bitirecek güç olarak görebilir ama bizim PKK’yi bitirmek gibi bir niyetimiz yok. Düşünce olarak varlık gösterme hakları var. Bizim PKK ile sorunumuz bize tahammül göstermeyip saldırmasıdır. Saldırıları keserse PKK bir fikir ve siyasi yapı olarak varlığını sürdürülebilir. PKK’yi benimsemiyoruz ve buna karşı mücadelemizi sivil alanda sürdürürüz, bu şekilde PKK’yi bitirebilirsek ne ala. Hiç kimsenin bir fikri silahla bitirmeye hakkı yok.”
Ölümlü çatışmalara ve belki devletin iki gücü birbirine kırdırma hesaplarına rağmen PKK ya da HÜDAPAR’ın 1990’lardaki hesaplaşmanın ikinci perdesini açmak için can attığını söylemek güç. Fakat her defasında arabulucular sayesinde ya da Öcalan’ın müdahalesiyle frene basılsa da bölgede ateşle barutun yan yana durduğu, çözüm süreci uzadıkça da infilak mesafesinin azaldığı bir gerçek. 27 Aralık’ta Diyarbakır’daydım ve birçok kişiden duyduğum korku şuydu: “Cizre’deki olaylar buraya sıçrarsa sonu fena olur.” Bu geçici ya da günlük bir korku da değil.
Fehim Taştekin
Al Monitor
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.