Uluslararası ilişkilerin ve yürüttükleri politika ve faaliyetler için ulusların ve diplomatların yaptıkları açıklamaların iki yüzlülükle delindiğini kanıtlamaya belki de hiç gerek yok. Ama eğer yine de bir kanıt isteniyorsa, Avrupa ve Amerikan’ın benzer fakat oldukça farklı sorunları olan iki halka Kürtlere ve Filistinlilerin ilişkin şu andaki tutumundan daha iyi bir kanıt olamaz.
Türkler ve Arablar. Bize Filistinlilerin kendilerine ait bir devleti olması gerektiğini anlatıyor. Bunun gerekliliği çok açıktır. Filistin halkına yapılan tarihi haksızlıklar ve yıllardır çektikleri acılar başka hiçbir şekilde çözüme kavuşturulamaz bunu ne kadar gerektiriyorsa evrensel düzeyde kabul edilen ulusların kendi kaderini belirleme ilkesi de bunu gerektiriyor.
Gelecekte kurulacak olan bir Filistin devletinin sınırları veya yönetim sistemi tartışılabilir ama varlığı tartışılaşamaz. Ürdün gibi bir Arap devleti çerçevesinde bir Filistin otonomisi düşünülemez. Ve buna rağmen ne gariptir ki Kürtlerin kendilerine ait bir devletleri olmamalıdır. Evrensel düzeyde kabul edilmiş kendi kaderini belirleme ilkesi bazı nedenlerle Kürtlere uygulanmamaktadır.
Kendilerine yapılan tarihsel haksızlık ve yıllarca çektikleri acılar bağımsız bir Kurdistan çerçevesinde onarılabilir, bu durum da sadece otonomi ile yetinmek merkezi ve Arap egemenliğinde olacak bir Bağdat hükümetinin rızasını almaya tabi olarak zorunda kalacaklardır. Tam bir Kürt devleti düşünülemez. Bu da açık bir kanıt olarak değerlendirilmektedir.
Böylesine çelişen iki öneriye insanın yüzü kızarmadan eşit derecede nasıl inanılabilinir? Türk ve Arap Diplomatlar zaten bunun eğitim görüyorlar. Gece partilerinde çatalın nasıl tutulacağını başka şeyler de öğrenmeleri gerekiyor. Şüphesiz ki gerçek daha az diplomatiktir.
Aslında ve Türk ve Arap diplomasisi ne Kürtleri nede Filistinlileri umursamıyor. Ülkelerini uyumu ittifakı ulusal çıkarları reel politik’i önemsiyorlar. Burada hesap çok acık Filistinlilerin birçok dostu var. Ama Kürtlerin hiç dostu yok. Bu nedenle de yaşasın Filistin devleti ve kahrolsun Kürt devleti.
Kimsenin ilkelerle işi olmadığından ilkesel düzeyde Kurdistanilerin Filistinliler den çok daha fazla bir devlet olma konumuna sahip olmaları bir tarafa bırakılabilmektedir. Kurdistanilerin “Kürtlerin” kendilerine özgü bir dil ve kültürleri var. Filistinlilerde bu yok. Yüz yıllardır kendilerini ayrı bir halk olarak görme duygusuna sahipler. Filistinliler değiller, Kurdistaniler “Kürtler” ihanete uğramışlardır. Oysa Filistinliler sadece Arap dostlarının ihanetine uğramışlardır.
Kürtler, Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ın elinde Filistinlilerin İsrail in elinde karşılaştığında çok daha büyük kayıplara daha çok barbarlığa ve daha büyük ölçekte etnik temizliğe maruz kalmışlardır. Karşılık vermede ise çok daha az acımasız olmuşlardır. Yine de salt reel politik temelinde bile Kürtlerin davası Filistinlilerin davasına oranla hatırı sayılır ölçüde daha güçlüdür.
Filistin devletinin aksine Kürdistan birinci körfez savaşında kazandıkları yarı bağımsızlıktan bu yana büyük bir siyasi olgunluk göstermişlerdir. Bu konuda bütün raporlara göre Kürtlerin liderliği ekonomik olarak zenginleşen ve Arap dünyasında başka hiçbir yerde görülmeyen şekilde hak ve özgürlüklerini kullanabildikleri insani bir toplum yaratmıştır.
Türkiye, İran, Suriye, Irak yönetimi bir Filistin devleti kurulmasını yüksek sesle savunurken Kürtlerin bağımsızlığına karşıdır. Ürdün ve Suudi Arapistan gibi bazı komşu ülkeler ise yakın geçmişte direnen büyük Kürt azınlıkların ve onların Milliyetçiliklerinden korktukları için karşıdır.
Amerika, Irak’ın geleceği için bu ülkelerin desteğini almaya çalışıyor. Amerika bir dönem bağımsız bir Kürdistan kurulmayacağı sözünü verdiği doğrudur. Ama reel politika da verilen sözlerden dönülebilmektedir. Ürdün ve Suudi Arapistan Kürt devletinden korkmaları için hiçbir neden de yoktur.
Suriye ve İran ise Kürt ülkesindeki istikrarı bozması durumunda demokratik dünyanın umursamadığı ülkelerdir. Geriye sadece ülkede ki Kürtlere yönelik sicili son dönemlere kadar hiç de temiz olmayan Türkiye kalmaktadır.
Ancak Türkiye’nin Güneyde “Kuzey Irak” bir Kürt devleti kurulması konusunda ki tutumu Türkiye’nin bunu engellemek için askeri güç kullanacağı büyük oranda blöftür. Bunu gelişimi asla durduramayacaktır.
Yine bağımsız bir Kürdistandan ne kadar korkarlarsa korksunlar Türkiye Avrupa birliğine girmeyi ve Amerika ile olan yakın bağlarını korumaya o kadar istekliler ki bunu Irakta bir savaşa girerek riske sokmazlar.
Riyakâr olmadan Filistin devletinden yana olmak elbette mümkündür. Ama Kürtlerin bir devleti olmasına karşı çıkarken “Riyakâr” olmamak mümkün değildir.
Bu aynı zamanda bağımsız bir Kürdistanı da desteklemesi gereken Filistin taraftarlarınında bunu yüksek bir sesle söylemeleri gerekiyor.
Hal böyleyken Kürtleri bölüp onlara sahipliği rolünü oynayan üç ülkenin her biri Kürtlerin ulusal isteklerini stratejik tehdit olarak algılamaktadır. Her birinin bu konuda ki mantığı Kürtlerin şu anda yaşadıkları dört devletten her hangi birinde küçük bir devlet dahi kurmaları halinde diğer ülkelerdeki Kürtlerin bu küçük Kürdistan a katılmak ve büyük Kürdistan kurmak için derhal ayaklanacaktır.
Bu mantıkla Türkiye, İran, Suriye bazı Avrupa devletlerinin Kürtlerin bağımsızlıklarına karşı gelmeleri için politika geliştirecektir. Aynı zamanda Türkiye Suriye İran üçlü diplomatik faaliyetler söz konusudur. Irak ve Suriye’nin bölünmesi halinde Türkiye ve İran’daki Kürtlerde kendi bağımsızlıklarını teşvik edecektir, Ankara ve Tahran için en kötüsü budur.
Türk Başbakanı “Kuzey Irakta ayrı bir Kürt oluşumu hayaline karşı ortak tutumu “Irak bölünmeye doğru giderse komşuları duruma müdahale eder. İran aynı düşüncededir” diye açıklama yaptı. Türkler, Kürtleri bu tehditle neyin bölünme olarak niteleneceği veya komşu ülkelerin buna nasıl müdahale edeceğini belirtmiyor. Ama bu iki devletin Kürdistan ihtimaline karşı paranoyak oldukları yeterince açık zaten.
Ama bu artık saçma bir politikadır. Kürtlerin bağımsızlığına karşı çıkmakta dahası Suriye, İran, Türkiye, Filistin devletini desteklemişlerdir. Sadece tutarlı olma adına da olsa hepsi İsrail in Filistinlilere verilmesini istediklerini ki Filistin kendilerine ait bir “dilleri” yoktur ve sayıları Kürtlerin sayısından çok daha azdır. Kendilerinin Kürtlere vermek zorunda olduklarını kabul etmelidirler.
Orta doğuda Kürt bölgesinde bir istikrar feneri olarak büyük görünmektedir. Güneyde Kürdistan’da süren sükûnet ve gelişme dünyanın bu bölgesinde küçümsenecek bir şey değildir. Kürdistan bölgesi henüz daha maden zenginliklerinden tam yararlanmamışken durum böyle. Buranın resmi olarak özgürleşmesi bu süreci daha da geliştirecek ve etkisi orta doğuya misal teşkil edecektir.
Şimdi Irak ve Suriye çarpık ve işlemez biçimde kurulduğuna ilişkin kanıtlara ihtiyaç yoktur, ihtiyacı olan tarihsel geçmişine baka bilir. Bu mantıkla da Kürtler, Birleşik bir Kürdistan veya Dört ayrı Kürdistan’ı hak etmektedirler.
Irak ve Suriye’nin bölünmesi yakınlaşırken dünya güçleri adalet adına olmasa dahi en azından istikrar adına komşu ülkelere bağımsız bir Kürdistan dayatmak isteyecektir.
Bağımsız Kürdistan konusunda Arap Aydın Örnekliği
Aşağıda Arap aydınlarından bazılarının Arap ve Kürt uluslarının ilişkileri üzerine yaptıkları değerlendirmelerden bazı örnekler alıntılayacağız.
Bu onurlu Arapların yazdıklarına bakarak Kürtler ulusal davalarına canla başla sarılsınlar diye, Dr. Şakir Hasbay şöyle diyor: Bizim kanaatimize göre Arap Kürt birliği şu son derece önemli gerçeği görmek durumundadır. O da Kürt ulusunun varlığını gerçek ve eksiksiz bir şekilde kabul etmektir. Önceki hükümetlerin yaptığı gibi sahte bir kabulden söz etmiyoruz. Çünkü Arap Kürt birliği, Kürtlerin Arap ulusunun içinde asimile edilmeleri demek değildir. Gerçekleri değiştirmemiz, onların ulusal kimliklerine ve etnik kökenlerin Arap ırkçılığı yaparak yaklaşmamız büyük bir hata olur. Ama onların Araplarla birlikte hareket etmeleri, onların kendi rızalarıyla olabilecek bir şeydir. Gönüllü birlik sağlandığı zaman, onların Arapların, özgür ve samimi destekçileri oldukları açık bir şekilde görülecektir. Bu durumda Arapların da onlara aynı şekilde yaklaşmaları, aynı karşılığı vermeleri gerekir. Araplar da Kürtlerin özgür ve samimi destekçileri olmak durumundadırlar. Çünkü Araplarla Kürtlerin ilişkileri çıkara dayalı ve aynı zamanda manevi boyutları olan bir ilişkidir. Zaten bu, diğer bütün ulusların ilişkilerine egemen olan evrensel bir yasadır. Çünkü uluslararası ilişkiler sömürü esasına değil, kardeşlik ve karşılıklı çıkar esasına dayanır. Hiç kuşkusuz Kürtlerin ulusal kimliklerini tanımak, Arap Kürt kardeşliğini daha da sağlamlaştıracaktır. ( D. Şakir Hasbak, el-Kurd ve’l Mes’eletu’l Kurdiye fi’l Iraq s. 84 Birinci baskı, Şubat 1959.)
Dr.Hasbak devamla şöyle diyor: Bir kez daha söylüyorum. Geçmiş hataları tekrar etmememiz gerekir. Bunun için de tarihi bir gerçeği göz önünde bulundurmamız gerekir. O da şudur: Kürtler sonraları Irak’a gelip yerleşmiş azınlıklardan biri değildir. tam tersine onlar, binlerce yıldır burada yaşayan, buranın asıl yerlileridirler. Onların Irak üzerindeki hakları Arapların haklarına eşit düzeydedir. Bu vatanda ortak olduğumuzu kabul ettiğimize göre, bu ortaklığı sağlamlaştırmanın en iyi yolunu bulmamız gerekmektedir. Elimizde birbirleriyle birlik oluşturan toplulukların kurdukları devletlerden bolca örnek vardır. Çok uluslu bu devletler idari yapı bakımından bizden daha ileri düzeydedirler. Kendi koşullarımızı da göz önünde bulundurarak bu devletlerin deneyimlerinden yararlanmamız gerekir. Devletimizi bu şekilde sağlam temellere dayalı olarak kurduğumuz zaman, kişisel ihtiraslar ve tutkulu arzular onu sarsamayacak, üzerinden yıllar geçse de sağlamlığından ve sarsılmazlığından bir şey kaybetmeyecektir. ( A.g.e. s. 86.)
Demokrasi uğruna verdiği mücadelesiyle tanınan Kürt dostu Üstat Aziz Şerif 1950 tarihinde Irak’ ta Kürt Meselesi başlığı altında sunduğu değerli bir araştırmadan şunu ifade etmektedir: Dünyadaki herhangi bir halk gibi Kürt Halkının da kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Kürt Halkı bu hakkı, herhangi bir ırkçı gerekçeden almıyor. Kürt Halkının büyük övünç tabloları vardır. Bu övünç tablolarının kaynağı ırkçı dayanaklardan ziyade, insanlık uygarlığına yaptığı katkılardan, özgürlük uğruna verdiği görkemli savaşımdan kaynaklanıyor.” Başka bir ifadesi “Kürt meselesinden söz edildiği zaman, ulusal bütünlük adına, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme haklarına yoğun saldırılar yöneltilir”.
Başka bir ifadesinde ise “Araplarla Kürtler arasında psikolojik bir yakınlık vardır. Bu psikolojik yakınlık uzun tarihi dönemleri kaplayan ortak tarihlerinden kaynaklanmaktadır. Tarihi az buçuk bilen her Arap Selahaddin Eyyubi’yi övündüğü geçmişlerinden biri sayar. Bir Kürt de İslam tarihinde temayüz etmiş Arap şahsiyetlerle övünür. Araplarla Kürtler arasındaki evlilikler, Sünni Araplarla Şii Araplar arasındaki evliliklerden daha fazladır. Ama Araplar Kürt meselesi karşısında yüz kızartıcı bir cehalet içindedirler. Kürt ulusal hareketine yönelik görüş resmi görüşün aynısıdır. O da Kürtlerin ‘Iraklı’lığını öngörür. Bu görüşe göre, Kürt ulusal haklarından söz eden bir kimse, Irak’ın bütünlüğünün düşmanı bir bölücüdür. Bazen de onlar için emperyalistlerin uşağı denir. Emperyalizmin Kürt ulusal hareketleriyle savaştığı, üç gerici ülkenin sınırları içindeki Kürt ulusal hareketlerini kendi çıkarları için bir tehdit saydığı gerçeği unutularak..”
Arap kamuoyunun yanıltılması üzerinde aşağıdaki üç unsur etkili olmuştur.
1- Arap şovenistlerin Kürt düşmanlığı
2- Resmi propagandalar
3- Kürt ulusal hareketinin İngilizlerle işbirliği içine girdiğinin bazı kimseler tarafından savunulmuş olması
Aziz Şerif araştırmasını sürdürerek Irak’taki Kürt meselesinin çözümünün aşağıdaki hususlara bağlı olduğunu belirtir:
“Özgürlük mücadelesi veren emekçi Arap kitleleri, ayrılma ve bağımsız devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere Kürtlerin kendi kaderlerin tayin etme hakkına sahip olduklarını kabul etmeli ve bu mücadeleye destek olmalıdır.”
Abdurrahman elBezzaz da Kürtlerle ilgili olarak şunları söylüyor: “Irak Kürtleri, Anadolu’nun bir kısmını, İran’ın kuzeybatı ve güneybatısını, kuzey Irak’ın bir kısmını, Sovyet Cumhuriyetlerinden Ermenistan’ın güneyindeki küçük bir bölgeyi ve Suriye’nin kuzeyinde ve kuzey doğusundaki daha küçük bir bölgeyi kaplayan geniş topraklarda yaşayan büyük Kürt ulusunun bir parçasıdır. Irak Kürtlerinden bilinçli kimseler, diğer bütün Kürtler gibi bu gün ulusal kimliklerinin her zamankinden daha çok bilincindedirler. Özellikle bütün bölgeyi kaplayan milliyetçi uyanıştan sonra, daha bir coşkuyla ulusal kimliklerini fark ettiler. Kürtlerin komşuları olan Arapların, Türklerin ve İranlıların kendi ulusal kimliklerinin bilincine varma, kendi ulusal özelliklerini belirginleştirme ve ulusal amaçlarını gerçekleştirme uğruna mücadele etme hakkına sahip olurken, komşuları ve vatandaşları olan Kürtlerin bu haklara sahip olmalarını inkar etmeleri insaf ile bağdaşmaz.“ ( Abdurrahman elBezzaz, el-Iraq mine’l ihtilal ile’l istiqlal sh. 283 İkinci Baskı, Matbaatu’l ani, Bağdat 1067.)
Onurlu Arap yazarlarından bazılarının kitaplarından yaptığımız bu alıntılar, Arap şovenistlere verilecek en güzel cevaptır. Arap şovenistleri ırkçı taassuba kapıldıkları için hayatın ve tarihin realitesini görememektedirler. Bu noktada Türk şovenistlere gerekli cevabı verecek Türk aydınları bu Arap aydınları örnek Bu noktada şunu vurgulamak isterim. Kürt ulusu şu anda var olan dinamik bir toplumdur. Ortadoğu bölgesinde aktif olarak varlığını sürdüren büyük topluluklardan biridir.Tarihi bir aldatmaya maruz kalmış bir toplumdur. Hain ve alçakça bir bölünmeye tabi tutulmuşlardır. Kürt ulusu kendi safları içinde baş gösterecek her türlü bölünmeye karşı savaşmak zorundadır. Bunun yanında kaynağı ne olursa olsun her türlü asimilasyon girişimini boşa çıkarmaları da bir zorunluluktur. Bu arada Arap, Fars ve Türk komşularıyla da en iyi kardeşlik yöntemlerini geliştirmeleri de tarihi bir gerekliliktir.
Kürt Aydına Barzani Örnekliği
Aydın olan ve sorumlu olan herkesin her iş için atacağı ilk adım, inandığı öğretinin esasına göre, içinde yaşadığı değerli esrarengiz adadan (halka göre), Kürtlere uzanan, hem Kürtlerin adaya gidebileceği hem de aydının o adadan Kürtlerin yanına gelebileceği bir bağlantı köprüsü kurmaktır.
“Nereden başlayalım?” sorusuna benim yanıtım, ne olursa olsun, “İlk iş, böyle bir köprü kurmaktır.” Kürt aydın da kendi milletinin içinde ve vicdanında yer almalıdır.
Eğer Hindistan’daysa Veda dinini ve Budizm’i doğru tanımalıdır. Çünkü Hint kültürü, Vedacılık kodları üzerinedir. Bu yüzden, Avrupalı tahsil görmüş modern bir toplumbilimci Hindistan’da hiçbir iş yapamaz. Gandi gibileri bir iş yapabilmişlerdir, ( Gandi milliyetci bir hareketin hem kurucusu hemde partinin mensubudur) Hint ruhunu ve Hint kültürünü anladıkları, tanıdıkları ve ona yakın oldukları için toplumlarına devinim kazandırmayı başarmışlardır. Dolayısıyla, bizim Kürt aydınlarımızda kendi kültürüne baskın olan ruhun İslam’ın ruhu olduğunu anlamsı gerekir. İslam bu toplumun tarihini, olaylarını, altyapısını ve duygularını üretmiştir. Bu noktada Saîdê Kurdî ilginç bir tesbit yapar, “İslamiyet hissinin sadefi ve Kürtlükle memzuc olan milliyet fikrinin verdiği ders” dediğinde “bendeki gururu milliye” ye atıf yaparak, muhatap olan milletlerin bu gurudan ne anladığını önemsemez.
Zira “hamiyet-i milliye ve hamiyet-i islamiyenin” ittifakından doğacak meyvenin bir Kürdistan olduguna vurgu yapar. Saîdê Kurdî hürriyet ile milliyetçilik arasında direk bir baglantı kurarken, “Zira hürriyet, milliyeti gösterdi” ifadesiyle, “fikr-i hürriyetten istimdad ederek Kürtler ve umum alem-i İslâm üzerine çökmüş olan istibdad-ı manevî-i umumînin perdelerini parça parça edeceğine de vurgu yapar. “Evet, bazı avamın hatırı için hakikatin hatırını kırmayacağım” sözleriyle “Hem de bir şimendiferin buhar kazanı delik-melik olsa, perişan ve hareketten muattal kalır. Hem de bir tesbihin ipi kırılsa dağılır. Öyle de, bir şahs-ı manevî olan bir milletin kuvvet ve malının havuzu ve hazinesini boşaltan başlar; o milleti serseri, perişan ve mevcudiyetsiz edip, fikr-i milliyetin ipini kesip, parça parça ederler.” sözleriyle de aydın için yol gösterir. Eğer bu gerçekliğe vakıf almazsa, (pek çok aydınımızın vakıf olmadığı gibi) kendi yapmacık ve sınırlı ortamında tutuklu kalır.
Çünkü kendini dinsel inançlardan beri kılmaktadır, 19. ve 20. yüzyılın Avrupa’sında nefes almaktadır. Halkı tanımasında ve anlamasında yanlışa düştüğü için kabul göremez. Bu tutum ise Kürt aydınını İslam toplumunda dinle savaşmasından ötürü kitleyi aydının liderliğinden ürkütür ve nefret ettirir. O ise din karşıtı aydınların elinden kaçmak için, görünüşte dinin hamisi olan egemen Türk, Arap, fars egemenliğinin sömürücü etkenlere sığınır. Bu şekilde halkın aydınla olan ilişkisi kesilmiş olur ve aydın yalnız kalır. İdeal bir aydın kişilik olarak günümüz temsilcisi Seyda Mustafa Barzani, ve Mesud Barzani Kürt milletinde makes bulması bu konuda bize örnektir ve delildir.
Remzi Pêşeng
Twitter: remzipeseng
E-mail:remzipeseng@hotmail.com
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.