Ortadoğuda baş döndürücü hızlı gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Bir taraftan Işid’in hızla hakimiyet alanlarını genişletmesi ve bunun beraberinde getirdiği mezhep çatışmaları, diğer tarafta ise batının İran’la nükleer anlaşması ve çevre ülkelere yansıması.
Hiç şüphe yok ki yaşanan tüm gelişmelerin en flaş ve etkili gücü Kürdler! Özellikle Kobanê direnişi ile bütün dünyanın gündemine oturmakla kalmadılar, aynı zamanda sempatisini kazandılar. Peşmerge’nin fırsattan istifade başta Kerkük olmak üzere güney Kürdistan’daki tartışmalı bölgelere girmesi ve hakimiyet sağlaması bölgenin dengelerini yerinden sarstı.
Türkiyenin bütün çaba ve itirazlarına rağmen YPG’nin ABD tarafından en güvenilir ve sonuç alıcı müttefik olarak kabul görmesi, Batının Ortadoğu ile ilgi eski statüko politikalarından vazgeçildiğini göstemektedir.
Kürd Koridoru olarak tanımlanan “Rojava-Akdeniz” hattının gerçekleşebilirliliği daha şimdiden Türk devleti başta olmak üzere bölgedeki bütün Kürd düşmanlarını derin kaygıların içine sürüklemiş adeta sersemletmiştir. Bütün ibreler, Kürdlerin bu yüzyıla damglarını vuracağını gösteriyor.
Gelişmeler Kürdler açısından bu kadar güzel ilerlerken KDP ve PKK, başkanlık seçimleri konusunda da KDP,YNK ve Goran arasındaki gerilim ve siyasi krizler Kürdleri derinden endişelendirmektedir. Özgürlüğün bu kadar yakın olduğu ve uluslararası konjoktörün de buna son derece elverişli, hatta destekleyici olduğu bir dönemde Kürdler arasındaki bu kriz ve anlaşmazlıklar neden çıkıyor, bu yazıda biraz irdelemek istiyorum.
Sanırım bu konuya girişte kullanmak istediğim en uygun tespit şu olacaktır; Kürdler kendi akıllarıyla hareket etseler, asla birbirlerine ayrı düşmezler.
Kasr-Şirin ve Lozan antlaşmaları ile Kürdistan’ın üzerine dört tane devlet inşaa edildi. Bu dört devletin temellerinde Kürdistan vardır. Bu temellerden bir tanesinin bile yerinden sallanması üzerindekilerini yıkıntıya çevirecektir. Bunu bildikleri için yıllardan beridir karşılıklı olarak Kürdleri birbirlerine karşı kullanmaktadırlar. Kürdleri hem Kürdlere karşı hem de rakip gördükleri diğer devlete karşı kullanmaktadırlar.
Burada dikkatimi çeken bir hususu sizlerle paylaşmak isterim. Mesela bu dört devlet de Kürdleri daima Din ve Sol kıskacında tutmaya çalışmaktadır. Bazılarının dinci ve muhafazakar bazılarının ise solcu olmalarını istemekte ve bunun için ellerinden gelen herşeyi yapmaktadırlar. Kürdlerin din ve sol dışında üçüncü bir seçeneğe yönelmelerini kesinlikle istemiyorlar. Bunun en büyük nedeni de Kürdlerin hem Hristiyan hem kapitalist olan batı uygarlığı ile ilişkilenmesini engellemektir. Batı Kürdleri dinci ve radikal solcu bilsin, Kürdler de batıyı din karşıtı ve kan emici emperyalist bilsin, her iki taraf da asla birbiri ile ilgilenmesin!
Zaten Kürd partilerine baktığınızda bu iki ucun kendisini nasıl derinden hissettirdiğini göreceksiniz. Bu iki uç Kürd partilerini esir almış durumda. Buna somut örnekler de verilebilir. Mesela NATO ve ABD’nin Işid’e karşı bombardımanlarından olmasaydı Kobanê Işid’in eline geçmişti. Yine Peşmergen’in ağır silahlarla Kobanê’ye geçmesini Türkiye’ye baskı kurarak gerçekleştiren ABD’nin kendisiydi. Ama bu yardımlar hiç yapılmamış gibi PKK taraftarlarının bundan iki ay önce Almanya’da gerçekleşen NATO zirvesini, gerçekleştiği binanın önünde anti-kapitalizm adına protesto etmelerini nasıl izah edebiliriz? Öbür tarafta Kürd dindarlarının anti-İsrailcilik yaptığının ve Filistinlileri kendilerinden daha çok savunduğunun yüzlerce örneği vardır.
Kürdistanı işgal eden devletlerin bu oyunu ABD ve YPG arasındaki ilişkiyle yavaş yavaş kırılıyor. Kürdlerin kendilerini siyasi olarak din ve sol kıskacından kurtarması elzemdir. Bu iki uç, Kürd siyasetinde hayat bulduğu sürece Kürdler kendilerini daima sömürgecilerine muhtaç hissedeceklerdir.
Mesela Türkiyede son yaşanan gelişmeler de bunun en açık kanıtıdır. Kürdler, aslında kendilerine ait olmayan Laik-İslamcı kavgasına dahil oldular ve ‘seni başkan yaptırmayacağız’ türünden stratejik bir getirisi olmayan politik söylemlerle İslamcılara karşı Kemalistlerin yanında yer aldılar. AKP Kemalizmi geriletmek ve iktidar alanını genişletmek için dindar Kürdleri kullandı, kullanıyor, Kemalistler de AKP’yi geriletmek için solcu Kürdleri kullanıyor. Durum bu kadar açık ve net. Dincilik ve solculuk adına kendisi dışında herkese faydası olan bir Kürd var ortada.
Konuya oldukça önemli bulduğum bu tespitlerle başlayarak PKK ve KDP arasındaki gerilime gelmek istiyorum. Zira bu gerilim oldukça tehlikeli sonuçlar doğurabilir ve Kürdleri tekrardan 1920’lerin karanlığına gömebilir. Her iki parti Kürdistanın en büyük ve etkili partileridir.
1979 İran devrimi sonrası, Türkiye devleti İran’ın bölgedeki etkinliğinin genişlemesini engellemek için batı ile çok sıkı ilişkilere girerdi. Bu yolla arkasını da sağlama almış oluyordu. İran’ın Şeriat rejimini bölgenin diğer ülkelerine olduğu gibi Türkiye’ye de yayacağını düşünüyordu. Bunun için içeride de Kemalist rejimi elinden geldiğince güçlendiriyor, dindar kesimleri sürekli ötekileştiriyordu.
İran hiç şüphe yok ki, tarihten beri bölgenin en etkin siyasi gücüdür. Çok ilginç, ters köşe siyasi manevraları vardır. “Tamam bu sefer artık işi bitti” dediğiniz anda herkesi şaşırtan bir biçimde hamle yapar ve kuyusunu kazmak isteyenlerle anlaşmalar yapar.
İran, hiç bir zaman Türkiyede’ki kemalist rejimi zayıflatmak istemedi. Tam aksine güçlendirmek için elinden gelen herşeyi yaptı. Uğur Mumcu da dahil bir çok kemalist gazeteci ve aydının öldürülmesi de bu temelde okunmalıdır. Kemalist rejimi güçlendirmek istedi çünkü kemalist rejim güçlendikçe karşıtını da alttan alta güçlendirecekti. Kemalist rejim darbe yedikçe güçlenecek, güçlendikçe dindar ve muhafazakarları ötekileşterecek, baskı kuracak, baskı kurdukça dindar ve muhafazakar kesim de güçlenecekti. Nitekim böyle de oldu. Refah partisinin kapatılması ile birlikte artık patlama noktasına gelen muhafazakar kesim İran’ın istediği kıvama gelmişti artık. Ancak burada ters giden bir şeyler oldu. Özellikle ABD, İran’ın bu planından haberdardı ve son ana kadar bekledi. Patlama anına geldiğinde işin içine Erdoğan’ı koyarak hem muhafazakar kesimleri kontrol altına almış oldu hem de İran’ın planını boşa çıkarttı. İran’ın büyük emeklerle hazırladığı zemin artık kendisine karşıt haline gelecekti.
Erdoğan, Türk toplumun yıllardan beridir ötekileştirilmiş dindar ve muhafazakar kesimlerini artık bir araya getirmiş ve büyük bir siyasi güce dönüştürmüştü. İşin içine bir de Yeni Osmanlıcılık girince, İran derin kaygılar besleyerek karşı hamle arayışlarına girdi.
İşte PKK-KDP gerilimi tam da bu noktada hayat buluyor. PKK İran’a, KDP ise Türkiye’ye yakın durmaktadır.
Özellikle 2010 yılından beridir, KDP-PKK gerilimi şahsında birbiri ile çatışan İran ve Türkiyedir. Bu çatışmanın esas nedeni İmralı ile yürütülen çözüm süreci ve Türkiyenin Neo Osmanlı projesidir.
2010 yılından sonra AKP daha da güçlendi ve cemaatin de yardımıyla devletin bütün kurumlarını ele geçirdi. Bundan sonra İmralı adası da askerin denetiminden çıkıp doğrudan adalet bakanlığına yani hükümete bağlanmış oldu. Artık hükümet ve İmralı görüşmelerinin önü açılmıştı.
Erdoğanın kafasındaki plan, Öcalanı bir biçimde ikna ederek Kürdleri arkasına alıp Ortadoğuyu yeniden fethetmekti. Bunun için çok yoğun çalışmalar ve çabalar gösterildi. KDP tam da burada devreye giriyor. Erdoğan, Öcalanı ikna etmesi için Barzani’den yardım istiyor ve kendisi bu yardımı kabul ediyor. Türk-Kürd ittifakını Barzani’ye de anlatıyor. Hem Öcalan hem Barzani bu plana olumlu bakmaya başlarlar. Bu plan çerçevesinde eğer şartlar el verirse Güney Kürdistan bağımsızlığını ilan edebilir ancak Kuzey Kürdistandaki Kürdler de yerel düzeyde ve Türkiyeyle entegrasyon temelinde bazı haklar alacaktı. Türkiye ve KDP arasındakı sıcaklık bu planın kendilerine anlatılmasından sonra daha da arttı. Hatta devletleşmenin ön koşulu olan ekonomik bağımsızlık için de Türkiye Güney Kürdistan’dan petrol satın alacaktı.
Burada önemli bir konuyu geçmek istemiyorum. Tüm bu yaşananlar, özellikle de petrol alış verişi ABD’den habersiz yapılır. ABD’nin petrol alış verişi konusunda öteden beri merkezi Irak hükümetini adres olarak gösterdiği bilinmektedir. Erdoğan bu hamleyle, ABD’nin Federal Kürdistan’a karşı desteğini çekeceğini ve bu durumun da Kürdistan yönetimini Türkiyeye muhtaç haline getireceğini hesaplamaktaydı. Irak ve ABD ile arası açılmış olan bir Kürdistan’ın Irak’ın parçalanması durumunda sığınabileceği tek liman Türkiye olacaktı. Kuzeyde de Öcalan ile çözüm sürecini başarıya ulaştırabilirse misaki millinin önü artık tümden açılmış olacaktı. Hedef 2023 projesi işte buydu!
İran tüm bu gelişmeleri görüyor ve önünü almak için harekete geçmesi gerektiğini biliyordu. Bunun için en başta yapılması gereken şey, PKK ile Öcalan’ı fiiliyatta birbirinden ayırmaktı. İran’a göre Öcalan misaki milli projesinin uygulayıcılarından birisiydi ve onun PKK üzerindeki karar alıcı etkisini kırmak gerekiyordu. Her ne hikmetse, Abdullah Öcalan’ın İmralıdakı sorgu kasetleri, İran ve Suriye ile sıkı ilişkeleri olan Doğu Perinçek’in partisi tarafından sosyal medyaya servis edildi. Bu kasetlerle Öcalanın halk ve partisi üzerindeki etkisini tümden kıramayacaklarını biliyorlardı ancak en azından parti yönetiminin bundan sonra kendi başına hareket etmesine yardımcı olabileceğini düşündüler. Ve öyle de oldu. Artık Öcalan’ın söyledikleri talimat olarak algılanmıyor, PKK yönetimi kendi kararlarını uyguluyor. Çözüm süreci zaten son bir yıldır bu nedenden dolayı kopma noktasına gelmişti. Yalçın Akdoğan HDP’liler için “ Öcalan bunları görse sopayla kovalar” derken aslında bunu kastediyordu. İmralı ile görüşmelere izin verilmemesinin esas nedeni de budur. Çünkü hükümet, Öcalan’ın şuan için PKK üzerinde karar alıcı bir hükmünün kalmadığını düşünüyor.
Çok ilginçtir, Kürd partileri içerisinde birbirine en çok yakın duranların tek ortak noktası hepsinin de İran ile iyi ilişkilerinin olmasıdır. Daha 2001 yılında birbiri ile alan hakimiyeti için savaşan PKK ve YNK bugün neredeyse ortak kongre yapacak duruma geldiler. Bir tarafta İran’a yakın duran PKK, YNK ve Goran diğer tarafta ise Türkiyenin kendisine kurduğu tuzaklardan bi-haber Türkiyeye yakın duran KDP!
Varlıklarını birbirlerinin tasfiyesi üzerine şekillendirmek isteyen Kürd partileri! Bütün tarafların basın yayın organlarına bakıyoruz, hep birbirini suçlayan, karalayan yalan ve düzmece haberlerle dolu. Bir tarafta Işid’in zulüm cenderesinden geçmekte olan Kürd kentleri, bir tarafta uluslar arası konjoktörün doğurduğu fırsatlar ve bir tarafta birbirini yemeye çalışan Kürd partileri!
Sonuç olarak bir iki noktayı daha belirtmeyi son derece önemli buluyorum. Türkiye ve İran’ın Kürdler üzerine ne kadar planı olursa olsun, ABD’nin de alternatif bir planı vardır. Rojava Kürdistan’ı bunun uygulanma sahasıdır şuan.
Türk-Kürd ittifakı hayat bulma ihtimali olmayan bir projedir. Bu bölgede hiç bir yerli etnik grubun diğer bir grup ile ittifakına asla izin vermezler. Ne bu gruplar kendi içlerinde izin verir, ne de batılılar buna izin verir.
15 Ağustos’un yıl dönümünde büyük komutan ve önder Mahsum Korkmaz’ı ve onun silah arkadaşlarını anmadan geçemeyeceğim. Onlar, bizi özgürlüğe götürecek olan ve bütün kirliliklerden uzak ter temiz bir ruh yarattılar. Kim ne plan yaparsa yapsın, bu ruh kazanacaktır!
Edip Bedirhan
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.