PKK gruplar hâlinde Türkiye’den çekilirken, bölgede bulunan Kürt gazeteci arkadaşlarım Erdal Er ve Günay Aslan ile birlikte KCK Başkanlık Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile yaptığımız söyleşiye kaldığımız yerden devam ediyoruz. (c.k)
Karayılan hükümetin daha kararlı ve cesur davranmasını istiyor; “Muhakkak bazı engeller vardır ama artık sürecin gelmiş olduğu noktada şu açığa çıktı; toplumun büyük ve ezici çoğunluğu çözümden yanadır. Süreç ilerledikçe çözümden yana olanlar daha da artacaktır” diyor. Ekliyor, “Bize göre Başbakan Erdoğan’ın toplumun önüne çıkıp da her iki tarafa net bir şekilde bir şey kaybettirmez daha fazla kazanır. Ve bu temel de pratik adımlar atarsa tereddüttü olan toplumsal kesimlerde sürece dâhil olur. Yani biz şunu düşünüyoruz; bu noktada cesaretli adım atmak sorunun çözümünü kesinleştiren bir kulvara girmek gereklidir. Sanki hükümet bunda biraz tereddüt yaşıyor. CHP’nin ve MHP’nin yüklenmesini risk olarak mı görüyor? Yani işte bunlar bu kadar gündemleştiriyorlar zorlaştırıcı olabilir tereddüttü yaşıyor. Ama ben böyle bir tereddüttün çok yerinde olduğunu düşünmüyorum çünkü toplum barışa susamıştır, Türkiye toplumu da barışa susamıştır. Çünkü biz şunu söylüyoruz; hiçbir ananın ağlamaması, tek bir damla kanın akmaması için bu süreç sonuçlanmalıdır. Biz bunda PKK tarafı olarak kararlıyız. Süreç gerçekten diyelim karşılıklı adımlarla ilerlerse Türkiye toplumu şunu bilmeli Türkiye’de artık silah diye bir şey olmaz, kavga diye bir şey olmaz. Toplumsal uzlaşma, toplumsal barış gerçek hayatta gündeme girer. Eğer şimdiye kadar bu kavga devam ediyorsa bu kavga kendi kendine meydana gelmemiştir. Devletin uyguladığı inkâr, asimilasyon, zorla kalıba sokma siyasetiyle olmuştur. İnkâr aşılırsa, şiddet artık gündemden çıkarsa Kürtler barıştan yanadır, biz barıştan yanayız.”
“Yelkenleri indirdik sanılmasın”
Karayılan diğer yandan da atılan adımların “teslimiyet” anlamına gelmediğinin altını çiziyor: “Ama şu şöyle anlaşılmamalı; sanki biz yelekenleri indirmişiz ne olursa olsun barış diyoruz. Hayır. Bizim gücümüz var. Eğer biz savaşmak isteseydik bu sürece başlamazdık. Çünkü pozisyonumuz iyiydi. Yani Ortadoğu’daki konjonktürel durum lehimizeydi. Bizi destekleyecek devletler vardı. Güçlerimiz her yerde mevzilenmişti. Geçen yıl epey bir mesafe aldılar. Yani savaşın gelişme koşulları Türkiye’de vardı. Ama bu Türkiye’yi tahrip ederdi. Bu Türkiye’yi çok zorlardı. Elbette ki Kürtleri de zorlardı. Fakat bu noktada 2012’nin kasım ayında önderliğimiz mektup yolladı. Hükümet de buna olumlu bir cevap verdi. Bu da önemli bir şey; tüm Türkiye toplumu buna kanidir. Bu süreç bu temelde başladı kararlıca götürmek gerekiyor. Ama belli ki AKP bu noktada netleşmemiş diye düşünüyorum. Ama ben bu konuda Başbakan’ın gücünün olduğuna inanıyorum. Yürütebilir yani. Mesela Türkiye seçime girecek, seçim yasası daha baraj durumu bile var. İşte bir sürü yapılabilinecek şeyler. Bunlar anayasadan önce yapılacak hususlardır. Artı anayasal düzeyde yapılacak şeyler var. Yani kısaca bu konuda umarım daha fazla geciktirilmeden hükümetin ve devletin yapacakları da gündeme girer ve böylelikle süreç de ilerler.”
“Süreci baltalamak isteyenler var”
Karayılan Kürt sorununun artık bölgesel ve uluslararası bir sorun hâline geldiği ve yeni konjonktürün “çözümü dayattığını” savunuyor. Buna karşın ismini anmadığı bazı güçlerin süreci baltalamak istediklerini de söylüyor: “Kürt sorunu bir kördüğümdür. Kördüğüm olmasının nedeni birçok güçle ilişkili bir sorun hâline gelmiş yani bir devletle ya da iki devletle ilgili değildir. Bir bölgesel sorun artı bir uluslararası sorundur. Buna yol açan temel platform uluslararası platformdur. Biliyorsunuz Lozan platformudur. Orda çözülmedi ve sorun olarak günümüze kadar geldi. Tabii bundan Kürt halkı çok acılar çekti büyük trajediler yaşandı. Çünkü Kürt halkı bunu kabul etmedi. Dolayısıyla isyan ve bastırma süreci dört parçada da gündeme girmiş oldu. Şimdi de geldiğimiz noktada da çözüm kendini dayatıyor. Ama çözüm öyle kolay değil sorunla ilgili olan uluslararası ve bölgesel kesimler çoğu çözümü kendi çıkarlarına uygun görmüyor. Değişik biçimlerde şuradan veya buradan çomak sokma çabaları vardır. Bu hem Türkiye devlet sistemi içerisinde var öyle hissediyorum en azından öyle biliyorum hem bölgesel güçler var, hem de uluslararası güçler var. Şimdi burada isim söylemek istemiyorum...”
“Şu anda riskli bir süreçteyiz”
Karayılan, isim anmasa da açıkça kendilerine “dayatmalar” olduğunu söylüyor: “Biz dayatmalara göğüs germesek zaten bu adımları atamazdık. Ben daha önce de söyledim; mevcut atılan adımlar aslında PKK’nin ne kadar bağımsız bir iradeye sahip olduğunu göstermiştir. PKK bölgede bağımsız bir siyaseti yürüten bir güçtür. Bunu aldığı kararlarla da göstermiştir. Hani daha önce diyorlardı; uluslararası bağlantıları var, bilmem bölgesel bağlantıları var, A devleti, B devleti bilmem ne var. Hatta bizim içimizde bile şu arkadaş buraya bağlı, bu arkadaş buraya bağlı diye bir sürü psikolojik savaş propagandaları ve ortaya atılan teorileri vardı. Şimdi bunlar kuşkusuz ki doğru değil. PKK Kürdistan’da öz iradeye dayanarak şekillenen bir harekettir. Yani bu konuda kendisini dinler, halkını dinler başka kimseyi dinlemez. Ama kimseyi öyle karşısına almasına da gerek yok tabii. Biz kimseyi karşımıza almıyoruz. Biz halkımızın çıkarlarını çizgimizin doğruluğuna göre esas alıyoruz. Önderliğimizin yaptığı budur. Ama şunu söyleyeyim bu kolay değildir. Şu anda riskli bir süreçteyiz. Yani değişik biçimlerde, değişik müdahaleler olabilir. Bu Türkiye için yani AKP hükümeti açısından da bir ölçüde de böyledir. Ben bunun için şunu söylüyorum; her iki tarafın kararlı davranması gerekir. Kararlı davranırsa Türkiye’nin ve Kürt halkının çıkarlarına uygun bir çözüm süreci kesinleşir.”
Öcalan’ın serbest kalması önkoşul mu?
Karayılan, daha önce süreci kendileri açısından anlatırken, ilk aşamada ateşkes ve geri çekilme ikinci aşamada yasal altyapının şekillendirilmesi, üçüncü aşamada da normalleşmeyi koymuştu. Normalleşmenin bir parçası olarak da Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü gördüklerini hatta “silahların susmasının” da buna bağlı olduğu mesajını vermişti. “Peki, bu barış için önkoşul mu? Öcalan serbest bırakılmazsa ne olur” diye soruyoruz... Şöyle yanıtlıyor:
“Bir bir önkoşuldan ziyade gelişmenin doğal bir süreci. Şunu düşünebilir misiniz? Bir halkın lideri olacak, milyonlarca insanın teveccühünü almış bir lider, en riskli karaları alıp barışı getirecek Türkiye’yi demokratikleştirme birinci planda rol oynayacak çözüm süreci gelişecek, barış olacak, silahlar devreden çıkacak, herkes barış içerisinde yaşayacak ama bu barışı gelişen kişi de zindanda kalacak. Böyle bir şey düşünülebilir mi? Bu, gelişmenin tabiatına aykırı düşer, değil mi? Dolayısıyla bizim söylediğimiz o normalleşme süreci aslında artık son süreçtir. Artık toplumsal barışın geliştiği herkesin özgürleştiği, silahların tamamen devreden çıktığı, insanların artık birbirini kabul ettiği, birbirini affettiği, geçmişi bırakıp geçmiş hesaplaşmasını yapıp yeni bir geleceği atmak üzere birlikte hareket ettiği bir sürecin gelişmesinden bahsediyoruz. Yani biz şunu söylemiyoruz; önce Önderlik özgür olacak sonra silah bırakılacak. Biz diyoruz ki zaten adım adım gelişecek bir süreçtir bu.
“Önder Apo tecrit altında”
Mesela şu anda bile bu İmralı sistemini bu biçimde devam etmesi süreç önünde bir engel. Niye engel? Yani şimdi süreç İmralı üzerinde yürüyor. Yani sürecin merkezinde Önder Apo var. Ama Önder Apo tecrit altında. Avukatları bile görüşe gidemiyor. Halen avukatlar gidemiyor, ailesi gidemiyor. Bu nasıl olacak? Bu çelişki değil mi? Mademki o bir tarafı temsil eden bir liderse, bir kurumsa bu kurumu temsil ediyorsa o zaman onun danışmanları olmalı, onun görüşmecileri olmalı, heyetler gidip gelmeli ki taraflar eşit olsun; o da kendi tarafının fikirlerini, tepkilerini ölçebilsin, ona göre o müzakerede tavır alabilsin, görüş geliştirebilsin. Biz diyoruz; madem 90 yıldır Kürt toplumuyla devlet çatışmalıydı eğer barışacaksa Türkiye toplumu da buna dâhil olacak bunun güvencesi olacak, pekiştirecek ve dolayısıyla yeni bir Türkiye, yeni bir süreç başlatacak herkes özgürleşecek. Bu herhalde olması gereken doğal bir gelişmedir. Barış sürecinin bir doğalitesidir diye düşünüyoruz.”
Karayılan, “İmralı koşullarının düzeltilmesinden” ne anladıklarını da şöyle aktarıyor: “Sürecin temel aktörlerinden birisi olan Önder Apo’nun koşullarının değiştirilmesi gerekir. Bunun nasıl olacağını devlet bilir. Dünyayla bağlantı kurabilme, çeşitli heyetlerle görüşebilme olanağının yaratılması gerekiyor. Bu süreci hızlandırır derinleştirir, Kürt tarafında da güven arttırır.”
“Kürtlerin KNK’da birleşmesi...”
Karayılan’a bu çerçevede Kürtlerin son dönemdeki birlik sergileme çabalarını da soruyoruz. Özellikle de dünya çapında yürütülen “Öcalan’a özgürlük” kampanyasına Irak Kürdistan’ının Neçirvan Barzani gibi önde gelen yetkililerinin de imza vermesini ve Brüksel’de toplanan Kürdistan Ulusal Kongresi’ni, yani KNK’yı... Karayılan, Ortadoğu’da böylesi bir süreç yaşanırken, Kürtlerin kendi içinde dayanışmasının ve birliğinin gelişmesini çok önemli gördüklerini söylüyor:
“Öteden beri önerdiğimiz şeydi. KNK bir yerde ulusal bir platform olarak, kapsayıcı bir düzeye doğru gidiyor. KNK tüm Kürtlerin gelebileceği bir yer. Bu tarihsel süreçte, tüm Kürtlerin orada hem de bu olumlu mesajlarla özellikle, Kuzeydeki süreci destekleyen, Önder Apo’nun özgürlüğünü isteyen mesajlarla orada bulunmuş olmaları, Kürt halkının ulusal demokratik dayanışması ve de birliği için önemli bir adım diye düşünüyorum.”
Karayılan kendilerinin de üç-dört ay içinde ulusal konferans toplamak istediklerini söylüyor, bunun “kimseye karşı bir platform” olmadığını savunuyor: “Aslında gayet açık, komşu diğer halkları da çağırabileceğimiz, demokratik, barışçıl bir milli dayanışma konferansı. Barış için neler yapabiliriz, Kürt sorununu her parçada çözmek için neler yapabiliriz, konularını gündemleştirecek, tartıştıracak bir şey. Daha önce biz biraz yükü ağırlaştırıyorduk. Diyorduk ki ulusal kongre olsun, daimi bir meclis gibi olsun, bir yürütme seçsin, hatta bir başkan seçsin, hatta peşmerge, gerilla savunma güçlerinin ortak bir komutanlığını oluştursun. Herkesin bu ilkeler temelinde biraraya gelmezi zor. Bunlar sonraki hedeflerdir. Şimdi yapacağımız biraraya gelmek, ortak bir platform oluşturmak. İki, her parçada demokratik siyasi çözüm nasıl olabilir noktasında ortak bir konsepte ulaşmak. Bir de belki daimilik için bir komisyon oluşturabilir. Böyle ilk adım atılabilirse, daha sonra ilerleme yapılabilinir, kongrede belki o zaman KNK’de birleşme biçiminde bir birleşme yaşanabilir.”
Peki, Türkiye’de barış süreci çökerse, bu yeni yapılanma, farklı yönlere evrilebilir mi? Karayılan bu soruya açık cevap vermiyor: “Konferansın gerçekleşme imkânının doğmasının iki nedeni var. Birisi, görevlerinin biraz daha hafifletilmesi, ikincisi ise barış için bir sürecin bulunması. Barış süreci bir kazaya uğrarsa, o zaman zorlaşır. Çünkü bölge dengeleri de var, birileri kendilerine karşı yapılmış olduğunu varsayarak çeşitli baskılar gündeme gelebilir. Zaten biz diyoruz şimdi barışçıl bir atmosfer oluştuğu için, Kürtlerin biraraya gelme şartları da doğdu. Ne yazık ki halkımız şimdiye kadar biraraya gelemiyordu. Dikkatinizi çekiyorum, biz biraraya gelmek için uluslararası, bölgesel koşulları hep bekliyorduk, ne yazık ki bunun koşulları oluşmadı, ama şimdi diyoruz ki koşulları oluştu.”
PYD’ye destek istiyor
Kürtlerin KNK çerçevesinde “birlik” çabaları sürerken, Irak Kürdistan’ı ile Suriye Kürdistan’ında (Rojava) etkili PYD arasındaki gerilim de dikkat çekiyor. En son KDP’nin desteklediği gruplardan bazı kişilerin gözaltına alınması, Irak Kürdistan Yönetimi’nin sınırı kapatmasına yol açmışken, Karayılan, “Şimdi Batı’da çözülmesi gereken birtakım sorunlar var” diyor. Birkaç gün içinde bazı olumlu gelişmelerin yaşanması umudunu dile getiriyor. Asıl mesajı ise Barzani yönetimine: “Biz şunu savunuyoruz: Batı Kürdistan kendi öz iradesiyle hareket etmeli, fazla müdahaleler baskılar olmamalı, onlar kendi kararlarını kendileri vermeli, Kürdistan’ın en küçük parçası ama önemli bir rol oynayan parçasıdır. Çünkü çok zor bir süreçten geçiliyor, özgürleşme fırsatı fakat aynı zamanda zorlukları var, birlik olunması gerekiyor.”
“Suriye’de üçüncü taraf olmak zorunluluk”
Karayılan, Suriye’de ne Esad yönetiminden ne de muhalif gruplardan yana olmadıklarını, “üçüncü bir güç” olarak bulunduklarını söylüyor. Kendisine, bölgedeki aşırı İslamcı gruplarla PYD arasındaki gerilimi ve “tarafsız” kalmanın mümkün olup olmadığını soruyoruz... “Bölgesel ve uluslararası güçlerin yoğunlaştıkları, çatıştıkları yer Suriye’dir. Yaşanan sürecin birçok boyutu var. Yani uluslararası boyutu var, bölgesel boyutu var, iktidar olma boyutları var, en tehlikelisi de, en son daha da giderek dayandığı mezhepsel boyut sözkonusu. O açıdan oradaki mevcut çatışma düzeyi Suriye toplumu için giderek ağırlaşan bir sonuca yol açmaktadır, Kürt toplumu da orada aynı tahribatlara maruz kalmakta. Üçüncü bir çizgiyi sürdürülebilme kolay mı, kolay değil, zordur ama gereklidir. Çünkü ne mevcut iktidarı savunma durumunda olan kesimler bölge halkları veya Kürt halkı açısından bir gelecek vaat edebilmekte, ne de muhalefet güçleri, onların arkasındaki bölgesel ve uluslararası güçler gerçek anlamda demokratik ve özgürlükçü bir gelecek vaat etmektedir. Suriye’de silah kullanmayan, silahsız devrimden yana olan birçok kesim vardı. Şimdi onların iradesi çok fazla çıkmıyor. Şimdi silah devreye girdi, rejim güçleri ile silahlı güçler çatışıyor, dolayısıyla onlar çok etkili olamıyorlar, üçüncü bir taraf, üçüncü bir iradeye ihtiyaç var diye düşünüyoruz.”
“Suriyeli Kürtler silahlı devrim değil siyasi devrim istiyor”
Suriyeli Kürtlerin sadece “kendilerini korumak için silahlandığını” söylüyor Karayılan, “Kürtlerin silahlanmadaki amacı, silahlı devrim değildir, Kürtler siyasi devrimden yanadır, devrimden yana ama siyasi devrimden yana. Stratejileri budur. Her taraf Kürtleri savaş içine çekmek istiyor, kendine taraf etmek istiyor, bir biçimde adeta savaşın içine çekmek istemektedir” diyor. Diğer yandan da muhaliflere karşı olmadıklarını söylese de Kürtlerin varlığını kabullenmemelerini eleştiriyor.
AB’nin ilk somut sonucu muhaliflerin silahlandırılması konusunda üye ülkeleri serbest bırakan ambargoyu düşüren kararını da soruyoruz. Karayılan, bundan rahatsız olduklarını söylüyor. “Suriye’de artık taraflar silahla ve çatışmayla herhangi bir sonuç elde edemezler. Belki bir tarafın silahları etkili olursa, öbür taraf üzerine baskın gelebilir, ama çözümü getirmez. Bu açıdan en uygun yol diyalog yoluyla çözme yoludur. Bu noktada Amerika ile Rusya’nın Cenevre konferansı, seçtikleri yöntem daha doğrudur. Çünkü savaş daha çok yıpratıcı olur, daha çok toplumsal tahribat yaratır, en uygun yol bir uzlaşma formülünün bulunmasıdır” diyor. (Ceyda Karan - Taraf)
YARIN: Kandil’in kadınları
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.