Stratfor’un önemli kaynakları arasında gösterdiği isimlerden biri de siyasi görüşü, “sol eğilimli laik” şeklinde tabir edilen Hürriyet gazetesinden “kıdemli” bir gazeteci. Ortadoğu uzmanı Kamran Bokhari, Türkiye’de AKP-ordu-cemaat ilişkileri ve Kürt sorunu üzerine çeşitli yorumlar almak için, kuruluşun TR5 olarak kodladığı bu kişinin bilgisine zaman zaman başvurmuş. Söz konusu gazeteci, 28 Nisan 2010’daki yazışmada, Bokhari’nin “Balyoz ile Ergenekon soruşturmaları ışığında TSK’nın AKP’ye nasıl bir karşılık verebileceği” sorusunu şöyle yanıtlıyor:
“Konuyu daha genel bir şekilde düşünmeliyiz. Özetle, TSK ile hükümetler arasında onlarca yıldır süregelen iktidar mücadelesi hep hangi tarafın Washington’dan daha fazla destek aldığıyla ilgiliydi. Soğuk Savaş ve hatta 1990’ların sonuna kadar avantaj ordudaydı. Ancak şimdi durum değişiyor zira ABD, zayıf koalisyon hükümetleriyle geçen uzun ve meşakkatli yılların ardından AKP’de güçlü bir müttefik bulduğu konusunda emin. Sözüm ona darbe planlayıcılarının aralarında geçen doğrulanmayan konuşmalar, ordunun rahatsızlığını gözler önüne sererken, bir yandan da son yıllarda ordu yanlısı köşe yazarlarının kaleme aldığı makaleler de ABD’nin kalbini ve güvenini yeniden kazanma doğrultusunda bir çabayı ortaya koyuyor. Akla Cumhuriyet’ten İlhan Selçuk geliyor. Washington’da bir fikir değişikliği yaşanmadığı sürece, avantaj hükümette. Bununla beraber, tutuklamalarla ordunun zayıfladığına dair kopan tüm gürültüye rağmen, adımlarını dikkatlice atıyorlar. Burada çok ileri gitmek hükümet için gerçek bir tehlike, ancak eğer ordu çizgiyi aşıp AKP’ye karşı daha sert bir tavır almaya karar verirse, bunu ABD’ye rağmen yapmak zorunda kalır.
Bir NATO üyesi olarak, bunu yapabilecek cesaretleri olduğundan şüpheliyim. Dediğim gibi, konu genel olarak ele alınmalı. Örneğin eğer ABD’de hâlâ neo-con’lar iktidarda olsaydı, hükümetin orduyu bu denli hor görmesine izin vermezdi; onların anlayışına göre hükümetler geçicidir, ancak TSK daima oradadır.”
Sakar ordu eski gücünde olsaydı...
TR5 kodlu gazeteci, Stratfor analistinin bir başka sorusuna ise İsrail ile olan ilişkilerde AKP’nin ordudan çok daha cesur davranabildiğini savunmuş: “Öğrenmek bu hükümetin en önemli özelliklerinden biri, unutmayın. Küresel bir değişime tanık olunca aniden tavır değiştirebiliyor ve bunu da iyi yapıyor. Tavır değişikliği, bir yandan İsrail’i dizginlerken, diğer yandan Türkiye’yi bölgesel güç olarak destekleme konusunda ABD’nin ikna edilmesine yardımcı oluyor. Böylelikle, kabaca söylersek AKP, Washington’a “işte benim gücüm, hizmetinizdeyim. Yalnız bu güç, şu sorunu çözmemiz halinde sürdürülebilir” diyebiliyor. Yine söylüyorum, eğer sakar ordu eski gücünde olsaydı, Türkiye asla böyle bir tutuma sahip olamazdı, zira ABD’nin aracılığındaki İsrail-Türkiye ittifakı, esasen askerî bir ittifak.”
Kamuoyu PKK’nın gücünü anlamadı
Hürriyet’ in kıdemli gazetecisi Bokhari’ye, hükümetin söyleminin aksine PKK ile Kürt sorunlarının birbirinden ayırt edilemeyeceğini anlatmış ve Kürt açılımının başarısızlıkla sonuçlanacağını öngörmüş: “Bunu yazarken, Ankara’nın Kürt Bölgesel Yönetimi lideri Barzani’yi resmen davet ettiği haberi düştü [Mesud Barzani, Haziran 2010’da Ankara’ya dokuz yıl aradan sonra ilk ziyaretini gerçekleştirmişti]. Bu, bölünme korkusuyla hareket eden bir devlet için çok büyük bir adım. Bunun ve kuvvetli ticari ilişkilerin sayesinde Irak Kürtleri ile ilişkiler daha iyi olma yolunda; kaşla göz arasında, Kürdistan Türkiye’nin güney ve güneydoğu kentleri için en önemli gelir kaynağı haline geldi. Irak hızlı bir şekilde en çok ticaret yapılan ülkeler arasında ilk beşe doğru yükseliyor, bu da gerçekten Kürdistan sayesinde. Hükümetin Kürt açılımının bu gelişmelerle yakından bağlantılı olduğunu söyleyebilirim, zira kendi içindeki Kürt sorununu çözemeyen bir Türkiye, Irak Kürdistanı’yla istediği türde bir ilişki sürdüremez. Ama sorun şu; Türkiye’deki kamuoyunun PKK’nın ne kadar güçlü ve köklü olduğu konusunda hâlâ fazla bir fikri yok, bir yandan da hükümet PKK ile Kürtlerin ayrı sorunlar olduğunda ısrarcı. Kanaatimce, Kürtlerin en temel taleplerine bile cevap vermekte başarısız olan ve BDP’yi dahi bu konunun tarafı olarak tanımaktan aciz bir Kürt açılımı paldır küldür çöker.”
Sanki Doğan-hükümet gizlice anlaştı
Hürriyet’ in gazetecisi bir başka yazışmada Stratfor’u, Doğan holdingin sahibi Aydın Doğan’a açılan vergi kaçırma davası ile ilgili de aydınlatmış. 19 Ocak 2010 tarihli yazışmada şunlar anlatılıyor:
“Burada asıl konu ‘zorunlu tasfiye’. Sanki ortada hükümetle gizli bir anlaşma varmış gibi Doğan Medya Grubu zorla küçültülüyor; yani ‘sen küçül ben de sana açılan vergi davalarını çekeyim’ gibi. Dolayısıyla Doğan’ın, medya imparatorluğunun bir kısmını satmak için hükümet yanlısı olarak görülen İpek-Koza grubuyla müzakereler içinde olduğu doğru. Görüşmeler bir aya kadar sonlanabilir ve Milliyet’in de dahil olduğu bir grup basın kuruluşu yaklaşık yarım milyar dolara satılabilir. Doğan Grubu aile dışından ‘profesyonel CEO’lar’ kullanmaya da karar verdi. Kızları da zamanla, mevkilerini dışarıdan gelecek CEO’lara bırakabilir. Hürriyet’in 20 yıllık Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de istifa etti ve yerini gazetenin Ankara temsilcisi Enis Berberoğlu’na bıraktı. Fakat Financial Times’in yazdıklarının aksine, Berberoğlu, hükümeti Özkök’ten daha fazla eleştiren bir gazeteci.” (Taraf)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.