Başta Başbakan olmak üzere AKP’nin tüm kurmayları, ilgili ilgisiz her yerde aynı popülist retorikle, BDP’den KCK’ye, PKK’den Öcalan’a kadar Kürt siyasi hareketine dönük propagandayı, kıymetli değerlendirmelerle soluksuz sürdürüyorlar!
Ayan beyan araçsallaştırdıkları yargıya talimat verip tomar tomar tutukluyor, çarşaf çarşaf teşhir ediyorlar. Seferberlik ruhuyla ve hamasi söylemlerle bu kez “kazanacaklarını” düşünüyor ve buna herkesi inandırmak istiyorlar. Oysa ortada “kazanma-kaybetme”yle ilgili bir durum yok(tu). Orta yerde demokratik çözümü bekleyen siyasi ve toplumsal bir sorun var halen; herkese kazandıracak. Herkes için kaybetmesi gereken bir “savaş”, kazanılması gereken bir “barış” sorunumuz var sadece. Ötesi daha fazla iktidardır! Bugün yaşadığımız sorun da, daha fazlasını isteme fırsatçılığı.
Son on yıllık siyaset serüvenini izleyenler bilir. Başbakan için hayatta esas olan ‘helalleşme’ değil ‘hesaplaşma’ oldu.
Demokrasi ve siyaset zemininde uzlaşmak kadar hesaplaşmak da pekala bir tercih olabilir. Seçim de bu hesaplaşmanın bir yöntemidir misal. Ancak, bunu iktidar olmanın olanaklarını kullanarak yapmak, siyasi ve ahlaki açıdan sorunludur, sorgulanmalıdır. Siyasi rakiplerini ve ‘hasım’ bellediklerini emniyet, yargı ve hatta medyayı da kullanarak tasfiye etme girişimi, bu sorunlu duruma tekabül eder. Başbakan ve AKP’nin “vesayetçi sistem”e karşı başlattığı -haklı ve meşru- varoluş mücadelesinde, bu hesaplaşmada kat edilen her mesafeden sonra rotanın demokrasi olmadığı, daha fazla iktidar ve giderek hegemonik güç oluşturma isteğine dönüştüğü herkesin malumu. Bu üzerinden atlanılan ciddi bir demokrasi sapmasıdır.
Zaten sorun bu sapmayla başlıyor. Bu ortamda demokratik siyaset ve muhalefet etme olanağını ortadan kaldırmakla, iktidar alanı ve zihniyeti dışındaki her şey, her söylem, her eylem yasadışı ve gayrimeşru ilan edilip derdest ediliyor. Siyasi, hukuki ve ahlaki ilkeler, iktidar çıkarlarına ve konjonktüre göre eğilip bükülüyor. Kürt siyasi hareketiyle girişilen ‘hesaplaşma’ da böylesi bir karakter taşıyor. Öcalan’ın avukatlarına dönük son operasyon da bunun tipik bir örneği.
“Mutlak iktidar için mutlak zafer” üzerine kurgulanmış ve yeni denilen entegre strateji ile elde avuçta ne varsa (siyasi hukuki ilke ve ölçü gözetilmeksizin) araçsallaştırılıp kullanıma sokularak, Kürt siyasi hareketi yenilgiye uğratılmak isteniyor.
“Bu mümkün mü?” sorusu etrafında tartışmalar yürütülüyor. Oysa öncelikli tartışma ve tutum bu gerekli miydi sorusuyla oluşturulmalı.
İllaki hesaplaşma olacaksa bu demokrasi ve siyaset zemininde yapılabilirdi. Bu da bir tür helalleşme sayılırdı. 12 Haziran seçimleri bunun için iyi bir fırsattı. KCK davasından yargılanan altı arkadaşımız vekil seçilmişti. Her türlü siyasi, ideolojik, ahlaki-hukuki hesaplaşma pekala meclis zemininde yapılabilirdi. Halen bu şans ve imkana sahibiz. Çatışma zemini siyaset zeminine dönüşebilir. Bir söz, bir adım yeter! Yeter ki çözüm konusunda kararlı ve iradi bir duruş gösterilsin.
Altı ayda sonuç
Yeni entegre stratejinin bir tercih olarak devreye konulmasından sonra bunun altı ayda sonuç vereceğini kesin bir dille öne süren ‘ehil’ bir kesim var. Pazarlayıp sattıkları stratejinin ucuz propagandası kimleri ne kadar etkiliyor bilmiyorum ancak şahsen geçmişten beri devlet ile PKK’nin savaşını nakavtla bitmeyecek bir boks maçına benzetirim. Birbirlerini feci acıtabilirler, acıtıyorlar da. Ama yenişemezler. Tıpkı Çukurca baskını ve sonrasında yapılan Kazan Vadisi operasyonu gibi. Devlet bu ağır ‘maliyeti’ kaldırabilir belki ama ya toplum ve siyasi iktidar?
Yeni entegre strateji dedikleri uygulamaların çoğu tanıdık. ‘Öldür, tutukla, baskı oluştur etkisiz kıl’. Masa üzerinde etkileyici duruyor. Sahada ise işlevsel olması beklenemez. Zira mesele artık daha fazla toplumsal ve daha fazla siyasidir. Dolayısıyla tez elden çözümü bekleniyor.
Daha önce de yazmıştım, önemli ve tekrarlama gereğini duyuyorum. AKP’nin bir çözümü yok. Açılımın hiçbir program içermemesi ve sadece bir söylem olarak kullanılması bile çözümsüzlüğe işaret ediyor. Devlet eliti de uzunca bir süredir “Kürtlere hakları zaten verilmiş durumda. Bazı ufak tefek ayrıntılar var ama ötesi böler” yaklaşımını bir strateji olarak benimsemiş durumda. AKP kurmaylarının arayıp da bulamadığı sorun da bu yüzden yok!
“Daha ne istiyorsunuz” tarzı bloke edici bir siyaset ve söylemde yine bununla ilgilidir. Öyle ya verdiler, bitti! Kürt meselesi çözüldü; PKK sorunu da yeni stratejiyle halledilecek!
Hesaplaşma aşamaları
Yakın çevresi, emniyet bürokrasisi ve kimi danışmanlar Başbakanı esasta üç aylık bir strateji üzerinden ‘hesaplaşma’ya ikna ettiler. Buna göre (1) İmralı’yı tecrit altına alırsak, (2) siyasi ve toplumsal alanı geniş çaplı tutuklamalarla baskı altında tutarsak, (3) Kandil’i yoğun hava-kara operasyonlarıyla ve bombardımanıyla etkisiz kılarsak bu işi altı ayda çözer, devletin en asgari çözümüne de razı ederiz!
Etkileyici bir sunum ve yoğun çabayla Başbakanı da razı ettiler! Mutlak iktidar için gözünü karartan Başbakan, yüzde 50 oy almanın kibrinin üstüne bölge konjonktüründen umduğu fırsatları da hesaba katarak, bu yeni stratejinin koordinatörlüğünü üstlenmek suretiyle Kürtlerle savaşa girişti.
Bu savaşta “mutlak zafer” mümkün müdür sorusuna dahil olarak şunları kaydetmekte fayda var.
* Güvenlik (askeri-polisiye-yargısal) merkezli bu yaklaşım başından itibaren sorunludur ve yeni olmadığı gibi sürdürülebilir değil. Altı ay süresini bu sürdürülemezlik gerçeği üzerinden okumakta fayda var.
* PKK, Kandil’den -gerilladan- ibaret bir örgüt değil.
* Kürt siyasi hareketi ve Kürt meselesi olabildiğince toplumsallaştı ve siyasallaştı.
* Çözüm zamanı-zemini ve aktörleri belirip olgunlaştı.
* Ulus-devletler her ne kadar küresel kriz ve bölgesel şartlardan dolayı otoriterleşme eğilimi gösteriyorsa da, aynı zamanda halkların demokrasi mücadelesi de ivme kazanıyor ve özgürlük eşitlik arayışına uygun fırsatlar sunuyor. ‘Fırsat’ dedikleri herkes ve her güç içindir. Ne istediğinize ve nereden baktığınıza bağlı olarak yorumlanabilir.
Kürt siyasi hareketini ve meselesini bölge bağlamından ayrı tartışmak artık mümkün görünmüyor. Güvenlik stratejilerinin yeniden revaçta olması bu reel politik durumla ilgilidir. Bölgede (Ortadoğu’da) sular iyice ısındı. Her güç pozisyonunu yeniden belirlemek zorunda kalıyor. Bundan sonra herkes ve her şey, Suriye ve İran’a bakar olacak. Bu da şu anlama gelir: Yaklaşık iki yıl boyunca başka bir gündem oluşmasını kimse beklemesin. AKP, önümüzdeki iki yıl için ABD’den ve kısmen AB’den sağlam bir kredi almış gibi görünüyor. Ekonomik krizin de bunda etkisi olduğunu belirtelim. Ciddi anlamda alt-emperyal bir inisiyatif peşindeler. Bölgenin konjonktürünü kendileri için fırsat olarak görüyorlar. Değerlendiremezlerse, özellikle Kürt meselesinde, sonu kendileri için kötü olur kaygısındalar o yüzden. İçeride ve dışarıda en uç sayılabilecek hareketler bile beklenmeli. Son günlerde yeniden tedavüle sokulan “iyi şeyler olacak” laflarını bu bağlamda fazlasıyla zahiri buluyorum.
Kürt meselesi, konjonktürün sunduğu düşünülen fırsatlara bir kez daha kurban ediliyor. Bu karmaşa içinde her gün biraz daha fazla içinden çıkılmaz hale getiriliyor. Çözüm için gayret gösterenlerin işi de biraz daha zor hale geliyor.
Kürt meselesini güvenlik stratejisiyle çözme ısrarı 30 yılda hiçbir sonuç vermedi. Yine vermeyecek. Konjonktürü de fırsat bilerek yeni strateji eşliğinde hesaplaşma isteği ve ille de kazanma ısrarı, meselenin ‘sorun’ niteliği ve kapsamını da, çözüme ilişkin yaklaşım ve inisiyatifleri de derinden etkileyecektir.
Buna yol açmadan konjonktürün herkese sunduğu fırsatları çözüm adına değerlendirmek taraflar için en stratejik hamle olacaktır. Aksi halde Ortadoğu siyaset zemininde kazanmak kadar kaybetmek de bu ihtimal dahilinde olacaktır. Daha fazla hesaplaşmada ‘kazan kazan’ siyasetiyle helalleşmenin bir yolunu bulmalıyız. Bunun imkanlarına fazlasıyla sahibiz.
Tüm bu ‘güvenlik-konjonktür’ boyutları dışında kanımca esas tartışılması ve yorumlanması gereken konu, bu stratejinin yürütülme biçimi. Tehlikeli bulduğum dayatma şudur: Siyasi iktidar her yerde basın-medya kuruluşları, kitleler, sivil-resmi kuruluşlar aracılığıyla Kürtlere “Bizimle yaşamak istiyor musunuz istemiyor musunuz?” sorusuyla gündemi kurma çabasında. Uzun vadeli düşünüldüğünde bu hiç de yabana atılır bir plan değil. Ve bu dayatma Kürtleri de geçerek Kürtlerle ilişkili olan herkese dönük şekilde geliştiriliyor. Bir ülke, bir toplum bundan daha fazla nasıl ayrıştırılabilir, nasıl bölünebilir?
Oysa devletin görevi, adaleti sağlamaktır. Ama son zamanlarda devlete zorlama bir şekilde yüklenilmeye çalışılan bir duygu halinin bizi kör edecek “göze göz” lanetiyle karşı karşıya bıraktığı gerçeğini de hatırdan bir dakika olsa bile çıkarmamak gerek!
Altı ay geçti gitti! Bundan sonra her ‘hesaplaşma’ adımında ‘ortak birlikteliğimizden ve geleceğimizden” geriye eksilerek saymak durumunda kalacağız. Çok geç olmadan, uzatın ellerinizi helalleşelim...
Aysel Tuğluk
DTK Eş Başkanı ve Van bağımsız milletvekili
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.