Acılı anaların feryadı:
“Elbette barışa karşı değiliz. Ama önce 34 çocuğumuzu katledenler ortaya çıkarılsın.”
“Devlet bizlerden özür dilemediği sürece ne fabrika isteriz, ne de iş yeri...”
“Yüz yıl da, bin yıl da geçse, bu katliamı unutmayacağız.''
Rengârenk açmış çiçeklerden, gürül gürül akan sulardan, kanat çırpan beyaz güvercinlerden oluşan bir barış dekorunun önünde çektirmiş anasına ithaf ettiği fotoğrafı. Altına not düşülmüş: “KARKER ENCÜ, 1995 doğumlu, şehit tarihi: 28 Aralık 2011.”
Yerimden kalkıp yanına uzanıyorum, omzuna elimi koyuyorum. Gözleri doluyor. “Oğlum” diye hitap ediyor bana, “Benim evladımın da, hepsinin de hayalleri vardı.” Gözyaşlarımı tutamıyorum...
ROBOSKİ KÖYÜ, ŞIRNAK
Berbat bir hava. Şakır şakır yağmur yağıyor. Sisli dağların arasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla Irak sınırına doğru iniyoruz.
Yolumuz Roboski.
Ağaçlı bahçenin ortasında bir köy evi. Halı ve kilim serilmiş, çepeçevre minderlerle kaplı büyücek bir odaya ayakkabılarımızı çıkarıp yerleşiyoruz.
Önce tavşan kanı çaylar.
Anaları bekliyoruz.
Her şey beklediğim gibi gelişiyor.
Birazdan ellerinde çocuklarının çerçeveli fotoğraflarıyla başörtülü, yemenili analar geliyor.
Etrafımıza oturuyorlar.
Hepsi yaslı.
Yüzlerinden acı akıyor.
Ağır bir hava.
Belirttiğim gibi, bu ana kadar her şey beklediğim gibi gidiyor. Sanki olacakları biliyorum. Sanki bildik bir tiyatro sahnesi kuruluyor. Çünkü o kadar çok Roboski röportajı okudum ki. Korkunç katliamı kendim de yazdım, köşemde mektuplara da yer verdim. Ümit Kıvanç’ın o çarpıcı belgeselini de yazı yazmadan kaç kez izlediğim için, odaya girenlerden çoğunun yüzü aşina...
Sıra konuşmalara geliyor.
Biliyorum ne söyleyeceklerini de...
Analar teker teker söz almaya başlayınca, içimde birden bir acı, hiç beklemediğim kadar büyük bir acı dallanıp budaklanıyor.
Öylesine sahici konuşuyorlar ki.
Acılar öylesine yüreklerinin derinliklerinden kopup geliyor ki.
Ve öylesine vakur bir halleri var ki.
Hem yaşadıkları evlat acısı, hem uğradıkları haksızlık ve adaletsizlik anaları dimdik yapmış.
Devletin savaş uçakları 28 Aralık 2011’de bir gece vakti bu anaların masum çocuklarını, 34 canı birden bombalarla paramparça etmiş.
Ama failler hâlâ yok.
Sorumlular bulunmuş değil.
Devlet bir özrü bile çok görmüş analara, hükümet bugüne kadar analardan özür dilemekten kaçınmış...
Anaları dinledikçe, ben de gözyaşlarımı içime akıtmaya başlıyorum.
Sesini fazla yükseltmeden konuşuyor:
“Adalet Roboski’ye gelinceye kadar, hiç kimse barıştan söz etmesin.”
Bir başka ana:
“Failler bulunsun, barışa o zaman inanırız.”
Yine bir ananın feryadı:
“Devlet bizlerden özür dilemediği sürece ne fabrika isteriz, ne de iş yeri...”
Bir başka acılı ses:
“Bu katliamı başımıza getirenler önce özür dilesinler Roboski’den...”
Bir ananın adalet çağrısı:
“Elbette barışa karşı değiliz. Ama önce 34 çocuğumuzu katledenler ortaya çıkarılsın.”
Bir baba ayağa kalkarak konuşuyor:
“Şimdi AKP, Kürt sorununu çözecekmiş. İnanmıyoruz. Önce Roboski katliamını aydınlatsın inanmamız için...”
Devam ediyor:
“Daha bir kişi bile mahkemeye çıkarılmadı. Hâlbuki failler bellidir, sorumlular bellidir. Bu gerçeği devlet de biliyor.”
Konuşmasını şöyle bağlıyor:
“Meclis’in Roboski raporu utanç vericidir.”
Hemen yanı başımdaki bir anaya kulak veriyorum:
“Yüz yıl da, bin yıl da geçse, başımıza gelen bu katliamı unutmayacağız.”
Bir babanın sesi:
“Mavi Marmara olayında dokuz vatandaşımızı öldüren İsrail’e özür diletmek için o kadar mücadele veren bir Başbakan, Tayyip Erdoğan, bizim 34 canımız için neden özür dilemiyor? 75 milyonun Başbakan’ı Gazze’ye gitmekten söz ediyor, ama neden bir defacık olsun bugüne kadar Roboski’ye gelmedi? Katliam oldu, tam bir hafta boyunca Başbakan’ın sesi neden çıkmadı?”
Ve ekliyor:
“Başbakan’ın vicdanı yok mu?”
Bir ananın sesi:
“Devlet özür dileyecek, yapanı mahkemeye verecek, adalet yerini bulacak ve Meclis, o utanç raporunu geri çekecek!”
Bir başka ana:
“Kaybettiğiz evlatlarımıza, 34 canımıza karşılık Roboski’ye hizmet gelecekse gelmesin. Biz kan parası istemiyoruz! Önce failler, sorumlular ortaya çıkarılsın.”
Gözüm o fotoğrafa takılıyor.
İki eliyle sımsıkı tutuyor evladının cam çerçeveli fotoğrafını. Rengârenk açmış çiçeklerden, gürül gürül akan sulardan, kanat çırpan beyaz güvercinlerden oluşan bir dekorun önünde çektirmiş anasına ithaf ettiği fotoğrafı.
Altına not düşülmüş:
“KARKER ENCÜ,
1995 doğumlu,
Şehit tarihi: 28 Aralık 2011.”
Anayla göz göze geliyorum. Beni görmüyor.
Dalıp gitmiş.
Yerimden kalkıp yanına uzanıyorum, omzuna elimi koyuyorum.
Gözleri doluyor.
“Oğlum” diye hitap ediyor bana, “Benim evladımın da, hepsinin de hayalleri vardı.”
Ben de gözyaşlarımı tutamıyorum.
İyi pazarlar!
Güneydoğu yollarında barış notlarının sekizincisi yarın Hakkâri’den...
_____________________________________________________________________________
Not: Yazının başlığı, Ahmed Arif'in “Anadolu” şiirinden ilhamla atıldı. Şairin “Oğullarım var gelecekte / Her biri vazgeçilmez cihan parçası” dizeleri, 34 evladını kaybeden Roboskili ana – babalar için “Oğulları vardı gelecekte, her biri vazgeçilmez cihan parçası” diye yazıldı.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.