“CHP, Türk partisi oldu. Daha da özet isterseniz, CHP, devletin partisi oldu. Daha da özet, CHP Genelkurmay’ın partisi oldu. 1997 ve 2007 darbelerinde, mitinglerde bu CHP, bu kitle yok muydu? Beş yılda hiç bir şey değişmedi.”
“Siyasal yapıyı demokratikleştiren makro hamleler yapan ama bireyle ilgili mikro demokrasileri önemsemeyen bir hareket AK Parti. Yakaladığı momentum ona öyle güç verdi ki, işin özgürlük kısmıyla uğraşmasak da olur, diyor.”
“CHP, bu cumhuriyetin hâlâ yeni tanımını yapmadı. Oysa bu cumhuriyet, topluma söz hakkı vermedi. 1930’larda Batı’daki totaliter rejimlerinin etkisinde kaldı. Toplumu tek millet, tek şef, tek ırk, tek dil anlayışıyla biçimlendirdi.”
***
NEDEN HASAN BÜLENT KAHRAMAN
Bir ülkede ekonomi iyi giderken, refah artarken, orada hayatın gevşemesi, insanların yumuşaması gerekir ama Türkiye tam tersini yaşıyor. Ülke çok krizli ve sert günlerden geçiyor. İnsanların gerginliği giderek artıyor. Çünkü en temel özgürlük, eşitlik sorunları çözülmüyor, çözülmedikçe de bu sorunlar büyüyor. Bu sorunları çözmesi gereken siyasi partiler ise bırakın sorun çözmeyi, kendileri bir sorun hâline geliyorlar. Ana muhalefet partisi CHP, Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm önereceğine, çözümlere katkıda bulunacağına, sorunlara katkıda bulunuyor ve kendisi bu ülke için bir sorun oluyor. Bu 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda CHP İstanbul İl Başkanı kalkıp askerlere Cumhuriyet’i koruyup kollamaları için darbe çağrısında bulunuyor. Türkiye’de toplumu ve siyasal yaşamı yakından izleyen, sol ve sağ siyaseti araştıran, Erdal İnönü’nün başkanlığındaki SHP’de bir dönem danışmanlık yapmış olan, sadece sosyal demokrasi üzerine değil, AK Parti, Türk sağı, Milli Görüş, milliyetçilik üzerine de kitaplar yazan Türkiye’nin önde gelen sosyal ve siyaset bilimcilerinden Kadir Has Üniversitesi Rektör Yardımcısı Hasan Bülent Kahraman’la CHP’yi konuştuk. 1993’te yazdığı “Yeni Bir Sosyal Demokrasi” isimli kitabını, dediklerinin çıkması üzerine, 20 yıl sonra başına 100 sayfalık bir önsöz ekleyip “Türkiye’nin Yanlış Solu” adıyla önümüzdeki günlerde Agora Kitaplığı’ndan yeniden yayımlayacak olan Hasan Bülent Kahraman’a, CHP’nin çizgisini, politikalarını, tabanını, partinin ve kitlesinin nasıl bir Türkiye istediğini, iktidar mücadelesini, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun siyasi duruşunu sorduk.
***
NEŞE DÜZEL: CHP karışık mesajlar veriyor son günlerde. Önce İstanbul İl Başkanı’ndan başlayalım. Cumhuriyet Bayramı’nda askerlere, “Sizin koruyamadığınız Cumhuriyet’i biz koruyoruz” dedi. Ama sonra darbecilikle suçlanınca kendisinin askerlere değil, sivil bürokratlara seslendiğini söyledi. Her iki hâlde de Cumhuriyet’in korunmasını bürokratlardan bekleyen bir il başkanı var CHP’de. CHP hâlâ bu çizgiyi aşamadı mı?
HASAN BÜLENT KAHRAMAN: Aşamadı. Biz, Türkiye’de muhafazakârlık teorisini yeterince bilmiyoruz. Muhafazakârlığı, sadece muhafazakârlara ait bir şey zannediyoruz biz.
CHP, muhafazakâr mı?
Evet, CHP muhafazakâr bir parti. Değişen koşulların kendisini etkilemesine izin vermiyor. Bugün CHP, kendisini değişen koşullara, 1965’te, 1970’te yaptığı kadar bile uyarlamıyor. Sadece kendi asr-ı saadetine, 1930’lu yıllara dönmek istiyor. Çünkü 1930’lu yılları altın çağ olarak düşünüyor ve o topluma dönemi tek doğru olarak empoze ediyor. Oysa 1990’ların başında Erdal İnönü- Deniz Baykal mücadelesi yaşanırken, bir tür reddi miras yapma noktasına gelinmişti.
Erdal İnönü, babası İsmet İnönü’nün siyasi mirasını ret mi edecekti?
Evet. SHP’de bu tartışmalar yapılıyordu. Aslında Baykal- İnönü tartışması da büyük ölçüde bu tartışmaydı. O dönemde SHP ikiye çatladı. Eğer SHP devam etseydi, gerçek bir sosyal demokrasiyi partinin başına getirmek isteyen kadro, kesin olarak Kemalist klasik CHP’ci kadroyu tasfiye edecekti. Böyle olacağı görüldüğü için bence 1993’te SHP kapatıldı. SHP, Murat Karayalçın’ın eliyle yeni kurulan CHP’nin kursağına atıldı.
SHP’nin devam etmesini Karayalçın mı engelledi?
O operasyonun içinde... Operasyon tehlikeli bir kelime... O oluşumun içinde Murat Karayalçın başrolü oynadı. Bakın, size şöyle bir tablo çizeyim ben. O dönemde Bahriye Üçok öldürülmüş. Uğur Mumcu öldürülmüş. Türkiye ayağa kalkmış. Ahmet Taner Kışlalı öldürülmüş. Faili meçhul cinayetler sürüyor. Turgut Özal ölmüş. Demirel cumhurbaşkanı oluyor. Tansu Çiller DYP’nin başına geçiyor. Eski polis müdürleri, eski generaller, Genelkurmay başkanları partiye el koymuşlar. Kürt meselesine müthiş bir şiddet hâkim olmuş. Faili meçhuller almış başını gidiyor. O sırada birden bire SHP ile CHP’nin birleşmesi ortaya çıkıyor. CHP, SHP’yi içine alıyor ve tarihten yok ediyor.
Niye? Bu ülkede en çok faili meçhul cinayet SHP-DYP koalisyon hükümeti döneminde işlendi. En kanlı Kürt politikası o dönemde uygulandı. Niye SHP tasfiye ediliyor?
O sırada SHP’nin içinde tartışmalar yapılıyordu. “Kemalizm’le sosyal demokrasi aynı şey değildir. Bize yeni bir sosyal demokrasi gerekir” deniyordu. İşte o sırada birden bire SHP ile CHP’nin birleşmesi ortaya çıktı. Gerçek bir sosyal demokrasi arayışı sona erdi ve bütün tartışmalar bitti. Dahası...
Dahası?..
Dahası, Uğur Mumcu’nun cenazesinin hemen ertesinde Deniz Baykal, o güne dek makyaj için kullandığı bütün sosyal demokrat yaklaşımları bile bir tarafa bıraktı. Zaten ondan sonra CHP artık, 1930’ların dünyasını tahayyül eden bir parti olarak ortaya çıktı ve bütün Türkiye’yi göğsünde altı ok rozeti bulunan Atatürk fotoğraflarıyla donattı. Deniz Baykal, partiyi istediği gibi biçimlendirdi. Kısacası CHP, 1993’ten itibaren halka karşı büsbütün bir pozisyon aldı. 1997’de 28 Şubat darbesinin en önemli destekçisi oldu. 2007’de 27 Nisan muhtırasına inanılmaz destek verdi. Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmemek için yaratılan 367 oy meselesinde, Baykal bütün olayların arkasındaki isimdi. Kalktı Cumhuriyet mitinglerine gitti. CHP 20 yıldır işte böyle bir gelenek oluşturdu. Ve şimdi de bir il başkanı döndü askere, “Sizin koruyamadığınız Cumhuriyet’i biz koruyoruz” dedi. Cumhuriyet’in korunması ne demek?
Ne demek?
İl başkanı bunu ister bürokrasiye ister halka söylesin, bu askerî ve darbeci bir söylemdir. Askerî darbelerin hepsi Cumhuriyet’i korumak ve kollamak için yapılmıştır. Cumhuriyet’i korumak, askerî darbelerin gerekçesidir.
Bu il başkanı gibi düşünenler çok mu CHP’de?
Tabii ki çok. CHP’nin tabanı bu zaten. CHP’ye oy veren yüzde 20’lik kitlenin sosyolojik tahlilini yaparsak... Bunlar ileri yaş grubunda, ileri gelir seviyesinde olan ileri eğitimli insanlar. CHP, toplumun tamamen kentli ve daha yaşlı grupları tarafından desteklenen bir parti. CHP artık nostaljik bir hareket oldu ve kendi folklorunu yaratmaya başladı. Atatürk resimli bayraklar, kalpak, 1930’ların sloganları, Cumhuriyet treni, Cumhuriyet balosu, garda smokinli adamlar, gece elbiseli kadınlar... Bu bir folklor! Cumhuriyet hareketi, tamamen nostaljik ve folklorik bir hadise olarak cereyan ediyor artık. Bugün Türkiye’nin meselesi Cumhuriyet değil!
Ama toplumun yüzde 20’lik kesiminin meselesi Cumhuriyet. Bu çelişkiyi nasıl açıklamak gerekir?
Doksan senelik bir kültürü konuşuyoruz burada. Bu cumhuriyet, otoriter bir modernleşme metodunu benimsedi ve topluma söz hakkı vermedi. Üstelik 1930’larda Batı dünyasındaki totaliter rejimlerinin de etkisi altında kaldı ve toplumu “tek millet, tek şef, tek ırk, tek dil” anlayışıyla biçimlendirdi. Cumhuriyet metodolojisi zaten daima siyasetten korktu. Halka söz hakkı verilirse, Hasoların ve Memoların gelip bambaşka bir Türkiye inşa edeceğini düşündü. Toplumu, aydınlar ve elitler aracılığıyla dönüştürmeye çalıştı. Bu cumhuriyet anlayışı ve zihniyeti hep sürdü. CHP, Cumhuriyet’in yeni bir tanımını hiç yapmadı. CHP sadece 1970’lerde çok kısa bir dönem halkla özdeşleşti. 1993’ten sonra ise büsbütün halka karşı bir pozisyon aldı.
Başkan Kılıçdaroğlu ise şimdi, “Darbecilerin aramızda yeri yok” diyerek il başkanını kınadı. Kılıçdaroğlu’nun siyasi duruşu ne bu konularda?
Kararsızlık! Kılıçdaroğlu nasıl bir politika savunması ve üretmesi gerektiğini bilmiyor. Oysa CHP’nin güçlü politika üreten çağdaş bir parti olması gerekir. Aksi takdirde Türkiye apolitik bir topluma doğru gidiyor çünkü.
Herkes Türkiye kutuplaşıyor derken, Türkiye tek kutuplu bir toplum mu oluyor sizce?
Evet. AK Parti yüzde 50 oy alıyor. Gizli AK Parti olan MHP de yüzde 20 oy alıyor. Yani toplumun yüzde 70’i tek bir partinin etrafında toplanıyor. O parti istediği kadar politik bir parti olsun, yüzde 70’i tek partiyi tutan bir toplumun politik olduğu söylenemez artık. Çünkü o toplum, ne yaparsanız yapın politika üretmiyor demektir. Bu toplumun güçlü bir muhalefet partisine bu yüzden büyük ihtiyacı var. Bu muhalefetin soldan gelmesi de çok önemli. Ama Kılıçdaroğlu, nasıl bir sol politikayla ortaya çıkacağını bilmiyor. Sağ muhafazakâr bir parti olan CHP’ye karşı AK Parti, “popülist temelli bir sol hareket” olarak varlığını sürdürüyor.
Ama AK Parti kendini muhafazakâr diye tanımlıyor. Muhafazakâr değil mi?
Türkiye’de muhafazakârlık kültürel ve dinsel temelli bir şeydir. Toplumun İslam’la ilişkisini kopartmadığınız, onu ifade etmesine imkân verdiğiniz zaman, toplumdaki dindar insanlar aynı zamanda muhafazakâr kabul ediliyorlar. Yoksa bu kadar yukarı doğru hareket eden bir toplumun kendisi “gerçek muhafazakârlığı” kabul etmiyor. AK Parti popülist temelli bir sol hareket olarak halktan yüzde 50 oy alıyor. Ders kitaplarının öğrencilere bedava verilmesinden kadınlara maaş bağlanmasına kadar pek çok yeni dağıtım politikası üretiyor. Yoksullara sınıf atlatıyor, onları zenginleştirmeye, eşitlemeye çalışıyor. Göçer kitlelerin gelecek umudunu canlı tutuyor. Ülkeyi kalkındırmaya ve modernleştirmeye çabalıyor.
Solun en önemli yanı bireyi ve toplumu özgürleştirmek değil midir? Özgürlük boyutu olmayan bir hareket sol olabilir mi?
AK Parti’nin en zayıf yanı özgürlük zaten. Türkiye’de yakaladığı bu momentum ona öyle büyük güç kazandırıyor ki, “işin özgürlük kısmıyla uğraşmasak da olur” deniyor. Türkiye’de siyasal yapıyı demokratikleştirecek çok önemli makro hamleler yapmasına rağmen, bireyi ilgilendiren mikro demokrasileri önemsemeyen bir hareket bu.
CHP’ye dönersek... Kılıçdaroğlu, bir yandan darbecilere karşı çıkıyor ama bir yandan da Ergenekon’la arasına mesafe koyamıyor. Neden böyle bir çelişki var?
Kılıçdaroğlu, CHP’nin başına hazırlanarak gelmiş biri değil. Adı birdenbire ortaya çıktı ve partiye birden bire başkan oldu. Zaten CHP’yi yenileyecek bir insanın o dönemde oraya gelmesi istenmezdi. Çünkü AK parti tarafından yapılan değişiklikleri engelleyemediği için Baykal’ın gitmesi istendi. Yerine de Kılıçdaroğlu geldi. Nitekim o da gelir gelmez kendisini Ergenekon davasıyla bütünleştirdi. İlhan Cihaner’den Sinan Aygün’e pek çok ismi milletvekili olarak partiye taşıdı. Ve bu arada “yeni CHP” diye bir laf icat edildi. Yeni demekle yeni olunmuyor işte!
Son açlık grevleriyle ilgili olarak bir CHP heyeti hapishanelere gidip grevdeki mahkûmlarla görüştü. CHP’de böyle duyarlı bir kesim de mi var?
Evet var. Kabul edelim ki bu parti sol diye bir kavramla özdeşleşti geçmişinde. Bu damar devam ediyor ama şu da unutulmamalı. İçinde yaşadığı toplumun sosyolojisini anlamayan, toplumunu tanımayan bir hareket sol olamaz. CHP, AK Parti gerçeğini anlamıyor. AK Parti’nin Cumhuriyet karşıtı bir hareket olduğunu zannediyor.
AK Parti’ye yüzde 50 oy veren kitlenin kim olduğunu düşünüyor CHP?
Türkiye’nin uluslararası bir operasyonla toplum olarak AK Parti’nin eline bırakıldığını ve AK Parti’nin Cumhuriyet karşıtı bir parti olarak toplumu değiştirdiğini tasavvur ediyor.
CHP açlık grevi için hapishanelere gidiyor ama insanların uğruna ölmeyi göze aldığı Kürt meselesinde kesin bir tavır ve politika sahibi gözükmüyor. CHP’nin Kürt politikası belli mi?
Değil. CHP, 1990’larda SHP’nin hazırladığı Kürt Raporu’nun bile gerisinde duruyor. CHP’nin bugün açlık grevindeki insanları ziyaret etmesi, onun Kürt meselesinde bir politika üretmesi anlamına gelmiyor. Aslında CHP siyasi parti olamıyor. CHP şu anda gitgide bir dernek hâline gelen bir siyasi parti. Toplumun büyük kesimiyle alakası olmayan, çok homojen, antidemokratik, vurdumduymaz ve folklorik bir parti CHP. Kılıçdaroğlu Kâğıthane’den milletvekili oluyor ama Kâğıthane Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamıyor. Cumhuriyet Bayramı’nı gidip Bağdat Caddesi’nde kutluyor Kılıçdaroğlu. CHP işte bu çelişki üzerinde düşünmüyor.
Niye Kâğıthane Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamıyor?
Türkiye toplumunun Cumhuriyet diye olumlu ya da olumsuz bir problemi yok da ondan kutlamıyor.
CHP’liler 29 Ekim yürüyüşü sırasında polisin saldırısıyla karşılaştılar. CHP neden Ulus yürüyüşüne katıldı?
Türkiye’de cumhuriyet rejiminin arkasında, kendisini sürekli revize ve restore eden bir darbeler geleneği var. Cumhuriyet’in 1920’lerdeki ideolojisi, peş peşe yapılan darbelerle defalarca revize edildi, korundu ve canlı tutuldu bu ülkede. Dolayısıyla yakın geçmişte Cumhuriyet mitinglerine katılanlarla bu 29 ekimdeki yürüyüşe katılanlar sosyolojik olarak birbirinden farklı insanlar değil ki. Bunlar, sosyolojik olarak aynı tabanlı hareketler.
Ulus’ta yürüyen CHP’liler tam olarak nasıl bir Türkiye istiyorlar?
1930’lardaki gibi modern bir Türkiye istiyorlar. Modernleşmeden de şunu anlıyorlar. İslam’ın, İslami sembollerin ve başörtüsünün katiyen kamusal ve toplumsal alanda görünmesini istemiyorlar. Memurların Cuma’ya gitmediği, orucun, namazın, hacca gitmenin gizli tutulduğu, İslam’ın görünmez bir biçimde özel hayatta icra ve idrak edildiği 30’lardaki gibi çok katı bir laiklik anlayışının hâkim olduğu bir Türkiye istiyorlar. “O tarz hayatı sürdürenler ortalığa çıkmasınlar” demenin demokratik ve insani bir yanı yok ama, Kemalizm’in laiklik anlayışı budur. Zaten Kemalizm’in bu laiklikten başka bir tartışması da yok. Kemalizm’in bir kalkınma projesi falan yok. Onun sadece biçimsel bir Batılılaşma projesi var.
CHP’liler Cumhuriyet Bayramı’nda Çankaya’ya da çıkmadılar. Hâlâ başörtü takıntısı sürüyor mu CHP’de?
Sürüyor tabii. Çankaya’daki görüntüye büyük tepki içindeler.
Bugün CHP’de birbirinin taban tabana zıt fikirleri savunan insanları da birarada görüyoruz ama. CHP’nin siyasi pozisyonu tam olarak ne şu anda?
İç tartışmadan sonra partinin bir görüş üretmesi gerekir. CHP’nin böyle bir sentezi, görüşü yok. CHP’nin görüş oluşturmak gibi bir arayışı bile yok.
CHP, açlık grevlerini nasıl durdurmayı düşünüyor?
Bunu düşünmüyor. Zaten böyle bir partinin bu konuda çözüm üretmesine imkân yok. Çünkü Kürt sorunu, Alevi meselesi, bireysel hak ve özgürlükler gibi konular, CHP’nin kitlesi için temel sorunlar değil. CHP’nin kitlesi, devlet ne diyorsa aşağı yukarı onu söyleyen kesimdir. Bunlar için ne Kürtlerin anadilde eğitim talebi, ne açlık grevinin içeriği, ne cemevinin resmen tanınması önemlidir.
CHP’nin tabanı için ne önemlidir?
Kendi nostaljisiyle ve folkloruyla yaşayan ve AK Parti’nin geliştirdiği İslam modelini reddeden bu insanlar, askerin işbaşında olmasına taraftardır. 1997’deki darbe girişiminin arkasında, 2007’deki e-muhtıranın arkasında bu CHP ve bu kitle yok muydu? Cumhuriyet mitinglerinde bu kitle yürümedi mi? Beş yılda CHP’nin tabanında ne değişti? Hiçbir şey değişmedi. Aslında Türkiye’nin tarihindeki en büyük siyasal hareket Özal zannedilir ama...
Özal değil midir?
Değildir. Türkiye’nin tarihindeki en büyük siyasal hareket AK Parti’dir. Özal bile ideoloji karşıtıydı. “Ben partimde dört ideolojiyi birleştirdim. İdeolojiler öldü. Gelin hepiniz modernleşelim, ekonomiyi büyütelim. Bu hepimize yeter” diyordu. Bakın... AK Parti iktidara 2002’de gelmedi. AK Parti bu ülkede iktidara 1994’te geldi. Çünkü siyaset dediğiniz şey genel ve tepedeki siyaset değildir. Gerçek siyaset, yerel siyasettir. 94’ten beri bu ülkede nasıl bir dönüşüm mekanizması işliyor, CHP bunu bugüne dek oturup düşünmedi.
Sizce nasıl bir dönüşüm mekanizması işliyor?
15 senede 7,5 milyon insan geldi İstanbul’a. Bu insanlar, Nişantaşı’na, Ulus’a, Bebek’e, Etiler’e gelip oturmadılar. Şehrin etrafında adını bilmediğimiz sayısız uydu kent var. Bu insanlar oralara yerleştirildiler. Onlara aş ve iş verildi. Belediyeler hizmet götürdü. Belediyeler bu insanlara kimlik verdi, aidiyet duygusu ve gelecek düşüncesi kazandırdı. Bunlar yapılmasaydı...
Ne olurdu?
Bu ülkede Kürt meselesi hâlâ bu kadar kontrol altında olur muydu? Göçen kitleler yerel yönetim politikalarıyla mas edildiler. Bunların yoksulluklarına sınıf atlatıldı. TOKİ’ler kanalıyla içinde beyaz eşyası bulunan binalara yerleştirildiler. İşte siyaset budur! AK Parti bu ülkenin gelmiş geçmiş en siyasal hareketidir. Bu insanlara siyaset yaptırıyor AK Parti.
Nasıl siyaset yaptırıyor?
Din üzerinden yaptırıyor. Kimliği üzerinden yaptırıyor. Dünyadaki siyaset de 1989’dan beri kimlik etrafında dönmüyor mu? Türkiye’de dünyadan kopuk bir şey yaşanmıyor. Üstelik AK Parti kadın üzerinden devam eden bir hareket. Bütün mitinglere gittim. Mitinglerde kadın mı çok, erkek mi çok? AK Parti bir kadın hareketi. Daha doğrusu, başlıca itici gücü kadın. Kadına verdiği mali destekle, kadın toplumun ve kocanın gözünde bir kimlik kazandı.
Bütün bunları yapan AK Parti, niye demokratikleşmede frene bastı ve yasakçılığa saplandı? Otoriterliği onu destekleyen kitle mi talep ediyor?
Türkiye’deki demokratik kültür ve özgürlük kavrayışı bu kadar. Modernleşmede maddi olarak yaptığımız atılımı yeter kabul ediyoruz biz. Ekonomik kalkınmayı, refah artışını, cep telefonlarını ve tablet bilgisayarları elde ettikten sonra diğer haklarla ve özgürlüklerle ilgilenmiyoruz. Kalkınma yetiyor bize! Çünkü bu toplum maddi modernleşmesini hâlâ yeni tamamlıyor. Bu yüzden de insanların ana meselesi özgürleşme değil, gelir oluyor. Yılda kişi başına üç dört bin dolarlık gelir seviyesinden on bin dolara çıkmak her şeyden önemli görülüyor.
Peki, CHP, demokrasiyi savunmadan, AKP’ye karşı demokrasinin bayraktarlığını yapmadan iktidar mücadelesi verebilir mi?
İktidar mücadelesi için sadece demokrasiyi savunmak da yetmez artık. CHP, yeni bir ekonomiyi, yeni bir modernleşme modelini, yeni bir kimlik politikasını, yeni laikliği, yeni bir devleti ve yeni bir toplumu da savunacak. Bu konuda inandırıcı olacak ve yavaş yavaş oy alarak iktidara gelecek. Unutmayalım ki, toplumun yüzde 70’lik kesiminin kimlik meselesi bugün AK Parti tarafından çözülüyor. AK Parti, İslam ve Müslümanlık üzerinden o insanların kimlik meselelerini çözüyor.
İslami çevreleri iyi bilen ilahiyatçı yazar Hidayet Şefkatli Tuksal, AKP’nin kendi tabanını, dindar kesimleri özgürleştirdiğini söylüyor.
Ben de aynı şeyi söylüyorum. AK Parti henüz Kürtleri, Alevileri, Çerkesleri özgürleştirmiyor. Kürtlerin, Müslümanlık üzerinden toplumsal entegrasyonunu sağlamaya çalışıyor. Dolayısıyla ekonomik temelli bir modernleşmeyi harekete geçiriyor.
CHP’ye dönersek... CHP, bir Türk partisi mi?
Bunda şüphe var mı? 90’larda SHP’nin kapatılmasını önemli sebeplerinden biri buydu. SHP, Alevi ve Kürtlerin kendilerine sığınak olarak gördükleri bir partiydi. 91 seçimlerinde Sırrı Sakık’ı, Leyla Zana’yı parlamentoya SHP taşıdı. Ama o SHP ortadan kaldırıldı. CHP ise bir Türk partisi oldu. Deniz Baykal, İstanbul il başkanı seçildiğinde ne dedi? “İlk defa Kürt ve Alevi olmayan biri il başkanı seçiliyor” dedi. Bu laf kendiliğinden söylenmedi. CHP, Türk partisi oldu. İşin daha da özetini istiyorsanız, CHP devletin partisi oldu. Daha da özetini istiyorsanız, CHP, Genelkurmay’ın partisi oldu.
CHP daha önce devletin partisi değil miydi?
1973’te değildi. 12 Mart’a karşı direndi. 1977’de kontrgerilla Ecevit’e suikast yaptı.
Artık devlet, CHP’nin devleti değil ama CHP hâlâ devletin partisi gibi davranmaya çalışıyor. Bu çelişkinin farkında değiller mi?
Değiller. Genelkurmay’ıyla, Anayasa Mahkemesi’yle, yargı sistemiyle artık bir cumhuriyet tamamlandı, kapandı. Bir başka cumhuriyet dönemi başladı. Bunu kabul etmek lazım. CHP bunu anlamıyor. Ama şu da var. AK Parti asker-sivil ilişkilerinde önemli işler yaptı, Genelkurmay’ın iradesini geriletti ama, askerî vesayeti besleyen hâlâ onlarca yasa maddesi var. Sadece YÖK mevzuatında devleti, askeriyeyi savunan bir sürü madde var. Ama AK Parti, kültürünün ve idrakinin el verdiği kadarını değiştiriyor. AK Parti’nin bu ülkede değişimi gerektiği gibi yapabilmesi için liberallerle koalisyonunu devam ettirmesi gerekiyor. AK Parti’nin liberallerin desteğine, enjeksiyonuna ihtiyacı var.
CHP tam anlamıyla demokrasiyi savunsa bugün Türkiye’de politika nasıl şekillenirdi?
O zaman Türkiye bambaşka bir yer olurdu. Ülkede bir muhalefet olurdu ve AK Parti de bugünkünden çok daha farklı bir tutum sergilerdi.
Neşe Düzel - Taraf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.