Statüko, Muzaffer Bey’i, yani Baykal’ı mecazî olarak öldürmüş, “işlerin” başına da halktan gelen, halkın ağzıyla konuşan Güllü’yü, yani Kılıçdaroğlu’nu getirmiştir. Gürsel Tekin’in başına gelen de, Güllü’nün dostu Pakize’nin başına gelenden farksızdır.
Yazar Orhan Kemal Türkiye Komünist Partisi üyesiydi. Örgüt bağı çok sıkı değildi ama ömrünün sonuna dek Komünist Parti’nin inançlı bir yoldaşı olarak kaldı. Onu diğer komünist yazarlar gibi İstanbul aristokrasisinin ya da orta sınıfın içinden değildi. Sokaklardan gelmişti. Bu yüzden, eserlerinde daha çok tanıdığı ve bildiği bir hayatı kaleme aldı. Ama sokakta, ırgatlıkta, Adana’daki çırçır fabrikalarında geçen yaşamının ona kattığı eşsiz deneyimin üzerine sosyalizm ve diyalektik materyalizm ile tanışmasının kazandırdığı değerleri ekleyince bizi şaşırtan, ürküten, kahkahalarla güldüren sürükleyici eserlere imza attı. Orhan Kemal’i bir süredir izlediğim Hanımın Çiftliği adlı dizi nedeniyle yeniden hatırladım. Su gibi içtiğim romanlarını hafızamın derinliklerinden geri çağırdım. O dönem, yazarın diyalektik materyalizmden ne denli yoğun etkilendiğini, bir daha, bu kez “gözlerimle” gördüm.
Ülke yönetimi ve karakterler
Diyalektiğin temel prensiplerine göre insan davranışlarını, karakterlerini üretim ilişkilerinde aldıkları roller belirlemektedir. İstisnaları olmakla birlikte, bu olgu toplumsal yaşamda aldığımız rollerden, ülke yönetimlerinin belirlenmesine dek belirleyici özellikler taşır.
Orhan Kemal, Hanımın Çiftliği’nde bu esası çok çarpıcı biçimde kaleme almış. Dizide de aynı şeye şahit olmaktayız. Seyirci, kitabın (dizinin) başlarında toprak ağası Muzaffer bey’in yeğeni acımasız Zaloğlu Ramazan tarafından kaçırılan, dağ-bayır gezdirilerek işkence edilen güzel çırçır fabrikası işçisi Güllü‘nün değişimini izleyip, hayretten hayrete düşüyor. Çünkü Zaloğlu Ramazan’ı bir şekilde ikna eden ve çiftliğe dönen Güllü, önce kendisine sevdalanan Muzaffer beyin koruması altına giriyor, sonra eşi oluyor.
Güllü’deki asıl değişim, adını beğenmeyip Serap yapmasıyla birlikte başlıyor.
Kocası Muzaffer bey vurulup ölünce onun yerine geçen Güllü, bu kez üretim ilişkilerinde tam farklı bir tarafta yer alıyor. Uğruna direndiği eski yavuklusu kemal’i gözü görmemektedir bile. Kendisini bir zaman kaçırıp işkence eden Zaloğlu Ramazan’ı, sırf dayısından kalan toprakları istediği için ahıra zincirleyip günlerce esir tutan da aynı Güllü’dür, başına geçtiği çırçır fabrikasında işçilerin 12 saat yerine 8 saat çalışma isteğini geri çeviren de.
Evlendikten sonra da hep yanında olan teneke mahallesinden arkadaşı ve sırdaşı Pakize’yi “hesaplara baktım zarar ediyoruz” diyerek dehşete düşüren işte bu değişimdir.
Hesaplaşmaya izin veren yazar
Muzaffer beyin “hemşiresi”, ona zayıf dönemlerinde her türlü eziyeti yapan güzel ve sert kadın Halide ise garip biçimde nefret ettiği Güllü’nün bir zaman uğruna ölümü göze aldığı Kemal ile evlenmiş, yoksul bir hayatı seçmiştir. Ama ağabeyinin ölümünden sonra artık “eline” baktığı Güllü, yani Serap hanım Halide’yi ayağına çağırıp ona şantaj yapacak denli başka biri olmuştur artık; “Ya Kemal’den boşanacaksın ya da bu paradan vazgeçeceksin” der ona.
Dizinin son bölümlerinden birin birlikte izlediğimiz kayınvalidem “Bu Güllü ne kadar kötü kadın oldu, zavallı Halide” dedi bir anda. Oysa aynı Kayınvalidem, 6-7 bölüm önce Halide’ye ağzına geleni saydırıyordu Güllü’ye yaptığı kötülüklerden dolayı.
Orhan Kemal buydu, okuyucularına kendileriyle hesaplaşmaları için fırsat veriyordu adeta. Üretim ilişkileri insan düşünce sistemini, ahlâkı, insanlığı, vicdanı ve hatta bir üst yapı kurumu olan hukuku da dramatik biçimde belirliyordu.
Orhan Kemal’i ve Hanımın Çiftliği’ni bana hatırlatan neden ise CHP’nin sarsıntılı günlerinde Taraf‘ın Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan‘ın “Türkiye korkunç bir ülke, CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ı savunmak durumunda kalacağım, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi” diye yazmasıydı.
Statüko gözden çıkarınca Yargı, asker, bürokrasi ve medya gibi üst yapı kurumlarının oluşturduğu donmuş bir statik yapının, yani statükonun şaşmaz, katı bir temsilcisi niteliğindeki Deniz Baykal’ın başına gelenlerin Orhan Kemal’in romanlarına konu olacak denli benzerlikler taşıması şaşırtmamalıydı bize aslında.
Temsilcisi olduğu statüko ondan vazgeçmiş, destekçisi olan medya da bir anda dirsek çevirmişti. Başına gelen kaset skandalının altından nasıl kalkacağını bilemez, sokakta kalmış ıslak bir kedi yavrusu gibi çırpınmakta olan Deniz Baykal ileride güçlenir ve yeniden döner ihtimaliyle örneği “320 bin euroluk yat satın aldı” ya da “diğer kadın vekiller de zan altında“ gibi daha da acımasız saldırıların hedefi haline gelmişti.
Statüko, Muzaffer beyi yani Baykal’ı mecazî olarak öldürmüş, “işlerin” başına da halktan gelen, halkın ağzıyla konuşan Güllü’yü, yani Kemal Kılıçdaroğlu‘nu getirmiştir. Kemal Kılıçdaroğlu’nu bu noktaya getiren adam olarak bilinen İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin‘in başına gelen de Güllü‘nün kadim arkadaşı Pakize‘nin başına gelenden farklı değildir; yol arkadaşlığı yaptığı, el üstünde tuttuğu arkadaşı Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olunca birden konumunun gereği gibi düşünmeye başlamıştır. Çünkü Gürsel Tekin hâlâ Pakize gibi “hak, adalet, yoksulluk, eşitlik” gibi kavramlardan söz etmektedir ona. Bu sözleriyle ileride ne yapacağı kestirilemeyen bir adam portresi çizmiştir. İşte bu yüzden önce MYK’ya seçilememiş ve İstanbul’a geri postalanmıştır. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynamışlardır onunla. İl başkanlığını da elinden almışlar, gereken dersi çıkardığına kanaat getirildikten sonra MYK’ya geri almışlardır.
Deniz Baykal’ı politika ve belki tarih sahnesinden acımasızca silip yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nu getirenler iktidar istemektedir çünkü.
Randevu bile alamadıkları, pijamalarıyla kapıda karşılayamadıkları bir Başbakan’la daha fazla devam edilemeyeceği açıktır. İşin kötüsü, bu Başbakan politik olarak istemedikleri ne varsa yapmakta üstelik başarılı da olmaktadır. Adeta su içse yaramaktadır onların gözünde iktidara. O zaman CHP’nin başına Başbakan’ın ve hükümetinin yaptıklarını yapar gibi görünüp, aynı söyleme sahip, sureti haktan görünen birinin getirilmesi elzemdi. Kemal Kılıçdaroğlu aranan ideal kişiydi ve Sencer Ayata formülüyle yoksulları kandırarak CHP saflarına çekmesi gerekirdi. Kısacası göbeğini kaşıyan adamın oyuna ihtiyaç vardı.
Zalimlerin avukatlığından...
Kısacası daha bir ay öncesine dek muktedir olan, zalimlerin avukatlığına soyunan ve hükmeden Deniz Baykal üç gün gibi kısa bir zamanda “mazlum”a dönüştü. Orhan Kemal’i hatırlatan, zalimleri mazluma dönüştüren yer değiştirme Baykal’ın düşünce yapısını etkilemeye başladı. Nefret kustuğu, görmeye bile tahammül edemediği bir gazetenin yazarları onu aramakta ve aldıkları demeçleri virgülüne dokunmadan yayınlamaktadırlar. Onu kurtaracak hareketler mazlumluk ekseninden gelmektedir yani. Tıpkı Hanımın Çiftliği’nde bir hanım ağa haline gelen Güllü’nün eskiden kendisini kaçıran Ramazan’ı toprak istediği için ahıra zincirlemesi, Ramazan’ı kurtaranın ise bizzat eski yavuklusu Kemal olması gibi.
Tıpkı Ahmet Altan gibi Baykal’ı savunmamak mümkün değil. Emniyetin raporunu manşet haberden çarpıtan Hürriyet gazetesinin sahibi Aydın Doğan‘ın adına Ertuğrul Özkök, Baykal’ın demeç verdiği yazar Rasim Ozan Kütahyalı‘yı arayıp bu haber için “bir karışıklık olmuş” diyor. Manşet haberde böylesine bir “karışıklığı” utanmazlığın nişanesi olarak basın tarihindeki yerine koyduktan sonra şöyle bitirelim. Benim statükoya ve işbirlikçisi medyaya bir uyarım var.
Bir aldatan hep aldatır
Siz televizyonunuzda yayınladığınız diziye çok aldanmayın. Orijinal hikâyede, yani Orhan Kemal’in romanında farklı bir son var. Güllü, eşi toprak ağası Muzaffer beyi, öldürülmeden önce Şerif usta ile aldatıyor. Güllü’nün çiftliği de Muzaffer beyi öldüren Habib adlı bir katil tarafından yakılıyor. Canı da çocuğunun hatırına bağışlanıyor. Umarım Kemal bey de Aydın beyi aldatmaz. Bilindiği gibi eski yavuklusu Gürsel Tekin’i aldattı. Onu şimdi yanına alıp “seni yaşatacağım” dese de bu artık iflah olmaz bir ilişki.
Bir kere aldatmaya başlayan devam eder çünkü.
Fuat Uğur
Gazeteci-Yazar
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.