Cengiz Çandar, Abdullah Öcalan'ın "Kürtlerin önünde bir soykırım tehdidi hâlâ vardır, buna da bu yönelime de önce en örgütlü olduğumuz yerden Hakkâri’den başlayabilirler" sözünü hatırlatarak bir Hakkâri yazısı kaleme aldı.
Çandar'ın Radikal gazetesinde bugün (15 Ocak 2011) yayımlanan yazısı şöyle:
Kürtlerin önünde bir soykırım tehdidi hâlâ vardır, buna da bu yönelime de önce en örgütlü olduğumuz yerden Hakkâri’den başlayabilirler, sonra Cizre, Şırnak, Diyarbakır, Batman; böyle örgütlü olduğumuz bütün alanlara yönelik saldırı dalgası da başlatabilirler, bu konuda uyanık olunmalıdır.”
Kim diyor bunu?
Abdullah Öcalan.
Ve ben bunu Hakkâri’de okudum, bu satırları Hakkâri’den yazıyorum. Bu satırları yazdığım sırada, Hakkârililerin henüz Öcalan’ın bu sözlerinden haberi yoktu. Zaten, Hakkâri’deki koşuşturmam arasında benim de haberimin olması mümkün değildi.
Hakkâri’nin ana caddesine Hakkârililer, ‘Mecburiyet Caddesi’ adını takmışlar. Sümbül Dağı’nın şu sıra karla kaplı muhteşem görüntüsünün altına yayılmış olan Türkiye’nin Türkiye’den en kopuk, en ücra il merkezinde, herkesin ayağının değmesi ‘mecburiyet’ olan caddeden yürüyerek yazı yazma ‘mecburiyet’imi yerine getirmek için otelime geldim. Hakkâri yazacaktım ve yazıya oturmadan önce, Fırat Haber Ajansı’na bir göz atayım dedim ve Öcalan’ın henüz yayımlanmış açıklamasına denk geldim.
Hakkâri için
Dersim örneği
Öcalan, Hakkâri’ye ilişkin gözlemine de devam ediyor:
“... Belirtiyorum, Hakkâri’nin, Yüksekova’nın hedef alınmasının nedeni oranın Kürtleşmesidir, hepsinin Kürt olmasıdır, kentin tamamının örgütlenmesidir. Geçmişte Dersim’in başına getirilenler, bugün Hakkâri’ye yapılmak isteniyor. Dersim’de başarılı oldular, büyük oranda Dersimlileri de asimile ettiler. Kendilerini Dersim’in bastırılması ve asimilasyonu konusunda başarılı görmeselerdi Dersim’in sorun olmaktan çıktığını kabul etmeselerdi Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başına getirmezlerdi.”
Dersim konusunda söyledikleri üzerinde ciddiyetle durulmaya değer. Peki, Hakkâri’ye ilişkin söyledikleri?
Şu rakamları bilerek düşünmekte yarar var: Hakkâri il nüfusu 300 bin dolayında. Merkez 60 bin. 10 bin dolayında asker-polis başta olmak üzere devlet görevlileri. 12 Eylül referandumda, Hakkâri merkezde ‘boykot’ oranı, yüzde 98. İl genelinde yüzde 93-94. Kürtler arasında bir tek Derecik bölgesinde, Barzani yanlısı bir aşiret –aynı zamanda korucu aşiretiymiş- ‘anayasaya evet’ yönünde oy kullanmış. 7000’lik ‘Evet’ kitlesi.
Hakkâri, İran ve Irak’a sınır tek ilimiz. Öylesine dağlık ki, Van’dan yola çıkıp, Başkale’yi geçtikten sonra ister Hakkâri-Çukurca, ister Yüksekova (Gever)-Şemdinli yönüne, güneye doğru gidin, Türkiye ile tüm irtibatınızın kesildiği psikolojisine giriyorsunuz zaten.
Hakkâri şehir merkezinde, görkemli Sümbül Dağı’nın ardından Ciloların en yüksek noktası Reşko’nun zirvesi –ki, Ağrı’dan sonra Türkiye sınırlarının en yüksek ikinci noktası- bir sivri diş gibi karlar arasından bulutları yırtarak görünüyor.
Türkiye’nin en politize insanları
Hakkâri’nin yüzü, tarih boyunca olduğu gibi bugünkü Irak Kürdistanı’na ve İran’a dönük. Çünkü, 1. Dünya Savaşı sonrası sınırları aşiretlerden oluşan Hakkâri halkını, bu akıl almaz dağlık coğrafyada karşılıklı sınırlar arasında bölerek paramparça etmiş. Kendisiyle birlikte ekonomiyi de. Hakkâri sınırları, Türkiye’nin bir numaralı güvenlik sınırı haline gelince, sınır ötesi ticaret imkânı da kalmamış ve onunla birlikte bölgenin en büyük zenginliği hayvancılığı da –mera yasakları, güvenli bölgeler, askeri merkezler vs. derken- öldürmüş.
Bir dönem 2.5 milyon sayısı ile ölçülen koyun sayısı, şimdilerde 200-300 binlerde dolaşıyor. Irak sınırı üzerindeki Derecik ve Üzümlü sınır kapıları da ‘güvenlik gerekçesiyle’ kapalı tutulduğu için Hakkâri bugün yüzde 70’i işsiz koca bir mekân haline dönüşmüş. Hakkâri Ticaret ve Sanayi Odası’nın amblemi, ardında Kürtlerin simgesi güneşin görüldüğü, zirvesi karlı bir Sümbül Dağı çizimi. Ticaret ve sanayii çağrıştıracak hiçbir figür yok. Hakkârililer, bu hallerinden şikâyetçiler ama “Türkiye’nin en politize insanları” olmakla da övünüyorlar. Öyleler de. Her sözcüklerini tartarak kullanıyor, anlatmak istediklerini ima yoluyla anlatıyorlar. Ama iş, ‘anadilde eğitim’, ‘çift dillilik’ vs gibi konulara gelince sözlerini sakınmıyorlar.
Buralarda iş-aş edebiyatının ve içi kof bir ‘kardeşlik’ söyleminin hiç şansı yok. Kestirmeden söylüyorlar: “Hakkâri’de açlık sınırlarına doğru seyreden ekonomik sorunun çözümü, Kürt sorununun çözümüdür.”
Peki, Kürt sorunu nasıl çözülecek?
Önceki gece, kentin ileri gelenlerinden biri kulağıma eğildi, “Hocam” dedi, “Az önce ‘Sorulara dürüst cevap verin, karnınızdan konuşmayın’ dediniz ve biz yine karnımızdan konuştuk. Size, ikili olarak dürüstçe cevap vereyim: Türkiye Cumhuriyeti bize istediğimiz tüm hakları verse de çözülmez. Hakkâri’nin kabul edeceği tek bir şey var. Dürüstçe söyleyeyim size, açıkça söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti PKK ile uzlaşmadan bu iş çözülmez. Hakkâri de bunun dışında, bunun altında hiçbir şeyi kabul etmeyecektir.”
Bana bunu söyleyen, PKK ile sorunlar yaşayan, PKK’ye –özel konuşmalarda- eleştirel yaklaşan biri. Ve bu söylediğini bir ‘gözlem’ olarak da söylemiyor, kendisinin de arkasında durduğu bir ‘siyasi tavır’ olarak vurguluyor.
Türkiye’nin büyük bölümünün ancak ve o da çarpıtılmış haberlerle haberdar olduğu ‘yurt köşesi’nin ‘siyasi gerçekleri’ bunlar. Çok kişiyi şaşırtacak nitelikte olsa, kabul edilmez gelse, infiale neden olabilecek olsa da böyle.
Hakkârililer, Murat Belge ve benden “Hakkâri hakkında okkalı bir yazı istediler”, isteklerini yerine getirmek için yazıya oturduğumda Öcalan’ın, “Hakkâri’ye ilişkin okkalı değerlendirmesi”ni okudum.
Ancak bence, gördüğüm, dinlediğim Hakkâri, Dersim’i hatırlatacak bir ‘soykırım tehdidi altında’ da değil. Nedenlerini daha sonra tartışırım.
Çandar'ın Radikal gazetesinde bugün (15 Ocak 2011) yayımlanan yazısı şöyle:
Kürtlerin önünde bir soykırım tehdidi hâlâ vardır, buna da bu yönelime de önce en örgütlü olduğumuz yerden Hakkâri’den başlayabilirler, sonra Cizre, Şırnak, Diyarbakır, Batman; böyle örgütlü olduğumuz bütün alanlara yönelik saldırı dalgası da başlatabilirler, bu konuda uyanık olunmalıdır.”
Kim diyor bunu?
Abdullah Öcalan.
Ve ben bunu Hakkâri’de okudum, bu satırları Hakkâri’den yazıyorum. Bu satırları yazdığım sırada, Hakkârililerin henüz Öcalan’ın bu sözlerinden haberi yoktu. Zaten, Hakkâri’deki koşuşturmam arasında benim de haberimin olması mümkün değildi.
Hakkâri’nin ana caddesine Hakkârililer, ‘Mecburiyet Caddesi’ adını takmışlar. Sümbül Dağı’nın şu sıra karla kaplı muhteşem görüntüsünün altına yayılmış olan Türkiye’nin Türkiye’den en kopuk, en ücra il merkezinde, herkesin ayağının değmesi ‘mecburiyet’ olan caddeden yürüyerek yazı yazma ‘mecburiyet’imi yerine getirmek için otelime geldim. Hakkâri yazacaktım ve yazıya oturmadan önce, Fırat Haber Ajansı’na bir göz atayım dedim ve Öcalan’ın henüz yayımlanmış açıklamasına denk geldim.
Hakkâri için
Dersim örneği
Öcalan, Hakkâri’ye ilişkin gözlemine de devam ediyor:
“... Belirtiyorum, Hakkâri’nin, Yüksekova’nın hedef alınmasının nedeni oranın Kürtleşmesidir, hepsinin Kürt olmasıdır, kentin tamamının örgütlenmesidir. Geçmişte Dersim’in başına getirilenler, bugün Hakkâri’ye yapılmak isteniyor. Dersim’de başarılı oldular, büyük oranda Dersimlileri de asimile ettiler. Kendilerini Dersim’in bastırılması ve asimilasyonu konusunda başarılı görmeselerdi Dersim’in sorun olmaktan çıktığını kabul etmeselerdi Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başına getirmezlerdi.”
Dersim konusunda söyledikleri üzerinde ciddiyetle durulmaya değer. Peki, Hakkâri’ye ilişkin söyledikleri?
Şu rakamları bilerek düşünmekte yarar var: Hakkâri il nüfusu 300 bin dolayında. Merkez 60 bin. 10 bin dolayında asker-polis başta olmak üzere devlet görevlileri. 12 Eylül referandumda, Hakkâri merkezde ‘boykot’ oranı, yüzde 98. İl genelinde yüzde 93-94. Kürtler arasında bir tek Derecik bölgesinde, Barzani yanlısı bir aşiret –aynı zamanda korucu aşiretiymiş- ‘anayasaya evet’ yönünde oy kullanmış. 7000’lik ‘Evet’ kitlesi.
Hakkâri, İran ve Irak’a sınır tek ilimiz. Öylesine dağlık ki, Van’dan yola çıkıp, Başkale’yi geçtikten sonra ister Hakkâri-Çukurca, ister Yüksekova (Gever)-Şemdinli yönüne, güneye doğru gidin, Türkiye ile tüm irtibatınızın kesildiği psikolojisine giriyorsunuz zaten.
Hakkâri şehir merkezinde, görkemli Sümbül Dağı’nın ardından Ciloların en yüksek noktası Reşko’nun zirvesi –ki, Ağrı’dan sonra Türkiye sınırlarının en yüksek ikinci noktası- bir sivri diş gibi karlar arasından bulutları yırtarak görünüyor.
Türkiye’nin en politize insanları
Hakkâri’nin yüzü, tarih boyunca olduğu gibi bugünkü Irak Kürdistanı’na ve İran’a dönük. Çünkü, 1. Dünya Savaşı sonrası sınırları aşiretlerden oluşan Hakkâri halkını, bu akıl almaz dağlık coğrafyada karşılıklı sınırlar arasında bölerek paramparça etmiş. Kendisiyle birlikte ekonomiyi de. Hakkâri sınırları, Türkiye’nin bir numaralı güvenlik sınırı haline gelince, sınır ötesi ticaret imkânı da kalmamış ve onunla birlikte bölgenin en büyük zenginliği hayvancılığı da –mera yasakları, güvenli bölgeler, askeri merkezler vs. derken- öldürmüş.
Bir dönem 2.5 milyon sayısı ile ölçülen koyun sayısı, şimdilerde 200-300 binlerde dolaşıyor. Irak sınırı üzerindeki Derecik ve Üzümlü sınır kapıları da ‘güvenlik gerekçesiyle’ kapalı tutulduğu için Hakkâri bugün yüzde 70’i işsiz koca bir mekân haline dönüşmüş. Hakkâri Ticaret ve Sanayi Odası’nın amblemi, ardında Kürtlerin simgesi güneşin görüldüğü, zirvesi karlı bir Sümbül Dağı çizimi. Ticaret ve sanayii çağrıştıracak hiçbir figür yok. Hakkârililer, bu hallerinden şikâyetçiler ama “Türkiye’nin en politize insanları” olmakla da övünüyorlar. Öyleler de. Her sözcüklerini tartarak kullanıyor, anlatmak istediklerini ima yoluyla anlatıyorlar. Ama iş, ‘anadilde eğitim’, ‘çift dillilik’ vs gibi konulara gelince sözlerini sakınmıyorlar.
Buralarda iş-aş edebiyatının ve içi kof bir ‘kardeşlik’ söyleminin hiç şansı yok. Kestirmeden söylüyorlar: “Hakkâri’de açlık sınırlarına doğru seyreden ekonomik sorunun çözümü, Kürt sorununun çözümüdür.”
Peki, Kürt sorunu nasıl çözülecek?
Önceki gece, kentin ileri gelenlerinden biri kulağıma eğildi, “Hocam” dedi, “Az önce ‘Sorulara dürüst cevap verin, karnınızdan konuşmayın’ dediniz ve biz yine karnımızdan konuştuk. Size, ikili olarak dürüstçe cevap vereyim: Türkiye Cumhuriyeti bize istediğimiz tüm hakları verse de çözülmez. Hakkâri’nin kabul edeceği tek bir şey var. Dürüstçe söyleyeyim size, açıkça söyleyeyim: Türkiye Cumhuriyeti PKK ile uzlaşmadan bu iş çözülmez. Hakkâri de bunun dışında, bunun altında hiçbir şeyi kabul etmeyecektir.”
Bana bunu söyleyen, PKK ile sorunlar yaşayan, PKK’ye –özel konuşmalarda- eleştirel yaklaşan biri. Ve bu söylediğini bir ‘gözlem’ olarak da söylemiyor, kendisinin de arkasında durduğu bir ‘siyasi tavır’ olarak vurguluyor.
Türkiye’nin büyük bölümünün ancak ve o da çarpıtılmış haberlerle haberdar olduğu ‘yurt köşesi’nin ‘siyasi gerçekleri’ bunlar. Çok kişiyi şaşırtacak nitelikte olsa, kabul edilmez gelse, infiale neden olabilecek olsa da böyle.
Hakkârililer, Murat Belge ve benden “Hakkâri hakkında okkalı bir yazı istediler”, isteklerini yerine getirmek için yazıya oturduğumda Öcalan’ın, “Hakkâri’ye ilişkin okkalı değerlendirmesi”ni okudum.
Ancak bence, gördüğüm, dinlediğim Hakkâri, Dersim’i hatırlatacak bir ‘soykırım tehdidi altında’ da değil. Nedenlerini daha sonra tartışırım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.