Gezi Parkı’ndaki ağaç nöbeti 27 Mayıs günü başladı. Nöbeti başlatanlar Taksim Platformu üyeleri. Bu arada Taksim Platformu’nu oluşturan sivil inisiyatiflere destek sunan çok sayıda HDK bileşeni örgüt, devrimci, solcu, ilerici, muhafazakar, Alevi ve Müslüman da bu nöbete aktif destek verdi. Nöbete destek verenler arasına müdahaleden bir gün önce CHP’liler de daha çok milletvekili düzeyinde katıldı. BDP ise daha başından Taksim Platformu’na destek veriyor, etkinliklerine de katılıyordu.
Gezi Parkı nöbeti barışçıl bir biçimde devam ederken, 31 Mayıs Cuma günü sabah saat 05.00’te polis, ağaç nöbeti tutanlara acımasızca saldırdı. Çadırlar, zabıta kıyafeti giydirilmiş özel güvenlik görevlilerince sökülüp yakıldı. Belki de Türkiye tarihindeki en büyük gazlı saldırı ile etkinliğe katılanlar yerlerde savruldu, gençler, kadınlar, çocuklar hastanelik edilinceye kadar gazlandı, coplandı.
Oysa sivil toplum örgütlerince oluşturulan Taksim Platformu’nun talepleri çok masumdu. Saldırı sonrasındaki açıklamalarından birinde şöyle diyorlardı: “Farklı görüşlerden oluşan çok sayıda uzmanla yola çıkan ve bağımsız sivil bir inisiyatif olan Taksim Platformu projenin duyurulduğu ilk günden beri yönetimle Taksim’e yapılması planlanan müdahaleyi konuşmaya çalışıyor. Yönetimin görüşmek yerine şiddeti, kaba kuvveti tercih etmesi kabul edilemez.”
Çok gecikmedi Taksim Platformu’nun masum isteklerine karşı hükümet emriyle gelişen/geliştirilen şiddet büyük bir karşı tepkinin oluşumuna yol açtı. Öncelikle İstanbul’da, ama neredeyse Türkiye’nin her tarafında, Kürdistan’da polisin halka acımasızca saldırısına dönük büyük gösteriler düzenlendi.
Bu noktaya gelinmesinde hükümetin, özellikle de Başbakan’ın söylemlerinin büyük payı var. Ustalık dönemi diye adlandırdığı üçüncü iktidar döneminde Başbakan, belki de siyasal yaşamının en büyük acemiliğini göstererek hiç kimseyi dinleme zahmetine katlanmadan, tepkilerin hiçbirini dikkate almadan tamamen keyfi kararlar alabiliyor, “astığım astık, kestiğim kestik” edasıyla insanların sosyal yaşamlarına müdahale edebilecek gücü kendinde bulabiliyordu.
Taksim ile ilgili kararlar alındığında yargıya rağmen adımlar atıldı. İşin uzmanı hiçbir kurumun, sivil toplumun önerileri dikkate alınmadı. Kepçeler, dozerler bizzat Başbakan’ın talimatıyla Taksim alanına girerek her tarafı hallaç pamuğu gibi alt üst etti.
1 Mayıs’ı Taksim alanında kutlamak isteyenlere alandaki inşaat gerekçe gösterilerek izin verilmedi, bununla kalınmayıp “Bundan sonra Taksim gösteri alanı olmayacak” dendi.
Bir tek Gezi Parkı ve Taksim düzenlemesinde ya da 1 Mayıs’ta mı bu efelenmeler yaşandı?
Hayır!
Son 3-5 yıldır neredeyse sosyal ve siyasal yaşamı ilgilendiren her konuda Başbakan’ın ve hükümetin keyfi, baskıcı, otoriter tutumu devam etti, ediyor.
Alkol düzenlemesi adı altında insanların özel yaşamlarına müdahale ediliyor, neredeyse “evinizde bile içerken dikkat etmek zorundasınız” noktasına getiriliyor. Bunu yaparken sağlığı gerekçe gösterseler bile hükümetin esasen inanç saikıyla hareket ettiği gün gibi aşikar.
Bizzat kendisi 3. Köprü’ye karşı çıkan Başbakan Erdoğan’dı. Ama gitti geldi onbinlerce ağacı kesme ve doğayı/çevreyi katletme pahasına 3. Köprü’nün temelini attı. Bu da yetmedi, Köprü’nün adını Yavuz Sultan Selim koydu.
Alevilerin Yavuz Sultan Selim ismine duyduğu tepkileri dikkate almadı. Hükümet üyelerinden bir kısmı ise Yavuz Sultan Selim ismine tepki gösterenlere adeta hakaret ettiler.
Gündelik sosyal yaşamı ilgilendiren konuların yanı sıra siyasal yaşamı ilgilendiren ciddi konularda da Başbakan’ın ve hükümet üyelerinin tutumu değişmedi. Yine “dediğim dedik” tutumunu sürdürdüler.
“Çözüm süreci” olarak ifade edilen ve geçtiğimiz yılın son günlerinden bu yana devam eden yaklaşımlarda hükümetin ve Başbakan’ın kamuoyuna verdikleri görüntü zerre güven vermiyor. Öcalan’la görüşmelere koydukları sınırlamalardan tutun da Kürtlerin attıkları ileri adımlara, verdikleri olumlu tepkilere kadar her şeyde umarsız ve üstten bakan bir yaklaşım içindeler.
“Akil İnsanlar Kurulu” oluşturulurken tamamen kendi keyfiyetleriyle hareket ettiler.
Meclis Komisyonu’nun oluşumunda aynı keyfiyeti sürdürdüler.
“Hakikat, Hafıza ve Adalet” önerilerinin hiçbirini dikkate almadılar.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, geri çekilen gerillalar için rahatlıkla, “Cehennemin dibine kadar yolları var” derken, bir başka hükümet yetkilisi, “Terör örgütünü politikalarımızla zaten bitirmiştik, artık tamamen tasfiye etmek için adımlar atıyoruz,” diyebiliyordu.
Devamı için...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.