• BIST 9367.77
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 7 °C
  • Diyarbakır 6 °C
  • Ankara 11 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin -2 °C

Gezi Parkı, barış, Kürtler ve Aleviler

Gezi Parkı, barış, Kürtler ve Aleviler
Türkiye’nin demokrasiden U dönüşü yaptığı ve trenin raydan çıktığı bir ortamda en çok zararı görecek olanlar Kürtler ve Aleviler olacaklardır. Abdullah Kıran yazdı.

Gezi Parkı olayları ile meşruiyeti tartışılır bir duruma getirilmek istenen hükümet ve Erdoğan’ın Barış Süreci’ni devam ettirmesi mümkün değildir. ... Türkiye’nin demokrasiden U dönüşü yaptığı ve trenin raydan çıktığı bir ortamda en çok zararı görecek olanlar Kürtler ve Aleviler olacaklardır.

Gezi Parkı, AKP’nin 10 yıllık iktidarı süresinde karşı karşıya kalıp yönetmekte kifayetsiz kaldığı ve ardı sıra yapılan hatalarla yönetim krizine dönüştürdüğü bir olgu hâlini almıştır. Gelinen aşamada Gezi Parkı artık masum bir çevre eylemi olmaktan çıkmış olup, iktidarı alaşağı etme mücadelesine dönüşmüştür. Evet, Gezi Parkı adeta bir yönetim krizine dönüşmüştür ancak bu noktaya varmada iktidarın üst üste yapmış olduğu büyük hataların önemi asla yabana atılamaz.

Kanımca AKP’nin on yıllık iktidarı boyunca yaptığı iki stratejik hata, İstanbul Boğazı üzerinde yapılacak olan üçüncü köprüye “Yavuz Sultan Selim” adının verilmesi, Gezi Parkı’nda AVM veya Taksim Topçu Kışlası’nın yeniden inşası girişimidir. Yavuz Sultan Selim’in Türkiye’deki Alevi topluluk tarafından hiçbir şekilde sevilmediği ve bir nevi “Alevi kasabı” olarak değerlendirildiğini sağır sultan bile bilir. Hâl böyle iken, üçüncü köprüye “Yavuz Sultan Selim” adını vermek, ülkedeki Alevi topluluğun hassasiyetlerini hiçe saymak anlamına gelebilir. Köprü adının, cumhurun temsilcisi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından kamuoyuna duyurulması da diğer bir hatadır. Çünkü cumhurbaşkanı; dili, dini, mezhebi ve inancı ne olursa olsun bu ülkede yaşayan herkesin cumhurbaşkanıdır. Siyasi iktidarın hataları ve yanlış uygulamaları olabilir; ama cumhurbaşkanı her koşulda daha temkinli ve bağlayıcı olmak durumundadır. Gönül isterdi ki, Cumhurbaşkanı’nın, Alevi sorununu iyi bilen Alevi danışmanları, yine Kürt tarihi ve sorununu iyi bilen Kürt danışmanları olsun.

Peki, hükümet ne yapmalıydı? Gezi Parkı’nın korunmasına yönelik çevre duyarlılığı ilk müdahalenin hemen ardından anlaşılmalıydı ve henüz olaylar kontrolden çıkmadan, Gezi Parkı’nda herhangi bir inşaat yapılmayacağı, en yetkili ağızdan, Sayın Başbakan’ın ağzından açıklanmalıydı. Oysa hükümet yangını suyla değil, adeta benzinle söndürmeye kalkıştı. Yanlış bir uygulamadan derhal geri adım atılacağı yerde, hatada ısrar edilerek yanlış büyütüldü. Hükümet, yanlış bir uygulamadan vazgeçmeyi, bir zayıflık ve kararsızlık olarak algıladı. Yanlış kararda ısrar edildikçe kriz büyüdü ve Gezi Parkı meselesi gittikçe uluslararası bir meşruiyet kazandı. Uluslararası kamuoyu, Gezi Parkı sorununu otoriter bir yönetimin sivil vatandaşlarının demokratik bir talebini baskıyla engelleme girişimi olarak algıladı. Birdenbire Taksim gösterileri Mısır’daki Tahrir Meydanı, Çinde’ki Tiananmen Meydanı’yla karşılaştırılır oldu. Sanki Türkiye halkları, yıllardır baskısı altında inledikleri gayrımeşru bir yönetimi alaşağı etme bayrağını açmıştı. Oysa hükümet, her girdiği seçimde oyunu artırmış ve son olarak yüzde 50 oy alarak üçüncü kez iktidara gelmişti. Üstelik ekonomik alanda bir mucize yaratarak GSMH’yı üç katına çıkartmış, ülkeyi IMF borç kıskacından kurtararak, IMF’ye borç para verebilecek bir duruma getirmişti. En önemlisi de, Kürt meselesini barışçıl yollarla çözmek, Kürt ve Türk haklarının kardeşçe birarada yaşamasını sağlamak amacıyla barış sürecini başlatmıştı.

Gezi Parkı ve Barış Süreci

Günlerce Gezi Parkı’nda, polissiz, hükümetsiz, devletsiz bir ortamda yaşayıp J. J. Rousseau’nun deyimiyle, “bir doğa durumu” yaratanlar, nedense Kürt halkının yıllardır çektiklerinden bihaberdiler.
Gönül isterdi ki, Taksim’de bir ağaca kıyılmasını istemeyenler, biraz empati kurarak Kürtleri, sırf başörtülü diye üniversitelere alınmayan kız öğrencileri ve bu ülkenin diğer bütün ötekilerini de anlayabilseydiler. Ancak ben Taksim’de demokratik, çoğulcu ve kucaklayıcı bir yaklaşım göremedim. Hele eksen, diğer bir deyimle çevre ilçeler tam anlamıyla ürkütücüydü. Türk bayrakları ve M. Kemal’in posterleriyle yolları kesip İstiklal Marşı okuyanlar, bana 12 Eylül’ün karanlık günlerini hatırlattılar. Aynı duruma, Ankara’da Tunalı Hilmi’de de şahit oldum. Aklıma hemen şu soru geldi: “Acaba Gezi Parkı zihniyetinin iktidar olduğu bir Türkiye’de Barış Süreci devam eder mi? Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye bağıranlar, ülkeye barış getirebilir mi?” Cevap benim için çok basittir, bu zihniyetin bizi götüreceği yer doksanların Türkiye’sidir.

Bir de şu var, henüz muhalefet iken başkasına yaşam hakkı tanımayanlar, acaba yarın iktidar olduklarında ne tür zulümler yaparlar? Kürt meselesini çözmek amacıyla Barış Süreci’ni başlatmış hükümeti vatan haini olarak görenlerin yöneteceği bir Türkiye’yi hayal bile etmek istemiyorum. Elbette ki olayların arkasındaki en örgütlü güçlerin, hükümeti yıkmak için yıllardır komplolar kuran aşırı ulusalcı güçler olduğu da ortadadır. Çevreciler, alkol yasasına karşı çıkanlar, özel hayatlarına müdahale olduğunu düşünenler ve Başbakan’ın otoriter yönetiminden şikâyetçi olanlar, bu örgütlü güçlerin iktidarında, değil tam 19 gün Taksim gibi bir alanı işgal etmeyi, bir gün bile bir caddeyi kapatamayacaklardır.

Burada başta Kürtler olmak üzere, Türkiye’deki bütün demokratik güçlerin farkında olmaları gereken çok önemli bir husus vardır: Gezi Parkı olayları ile meşruiyeti tartışılır bir duruma getirilmek istenen hükümet ve Başbakan Erdoğan’ın Barış Süreci’ni devam ettirmesi mümkün değildir
. Zaten olayların arkasındaki temel aktörlerin de en önemli hedefi Barış Süreci’ne darbe vurmaktır. Ne yazık ki Gezi olayları Türkiye’nin asıl konuşup tartışması gereken Barış Süreci gündemini adeta gasp etmiş durumdadır. Bu anlamıyla Kürtler uyanık olmalı ve kendi geleceklerini bir ağacın kesilmesi etrafında kopartılan kıyamete kurban etmemelidirler. Aynı şekilde Alevi topluluk da Dersim, Maraş ve Sivas olaylarının hangi iktidarlar döneminde yaşandığını hatırdan çıkarmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin demokrasiden U dönüşü yaptığı ve trenin raydan çıktığı bir ortamda en çok zararı görecek olanlar Kürtler ve Aleviler olacaklardır. Kısacası, amiyane deyimle, “dindarlar” ulusalcılara dövdürtülmemelidir.

Olayların dış boyutu

Olayların tamamen dış kaynaklı olduğu şeklindeki komplo teorilerine katılmak mümkün değildir. Ancak Kürt meselesini çözen bir Türkiye’nin global bir aktör olarak uluslararası arenada yer alacağına dair hiçbir şüphem yoktur. Bu anlamıyla Türkiye’yi kıskanıp çelme takmak isteyenler olacaktır. İşte bu olaylar, Türkiye’nin global bir aktör olarak dünyada ön plana çıkmasını istemeyenlerin de kullanacağı veya yararlanacağı durumlar yaratır. Önemli olan hükümetin ve yönetimin, bu tür sorunları henüz krize dönüşmeden çözebilme yeteneği göstermesidir. Ancak ne yazık ki hükümet Gezi Parkı olayında bu başarıyı sergileyememiş, masum bir çevre eylemine siyasi ve ideolojik bir nitelik kazandırıp uluslararası bir soruna dönüştürmüştür.

Ne yapmalı?

Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası’nın yapılması için plebisite gitmek veya plebisit yolunu açık tutmak sorunun çözümüne yardımcı olmayacaktır. Böyle bir düşünce Gezi Parkı eksenli kutuplaşmayı, aylara, hatta yıllara havale etmeye yol açar. Ayrıca Taksim sadece Beyoğlu halkının üzerinde söz sahibi olduğu bir konu değil, bütün İstanbul, hatta bütün Türkiye’yi ilgilendirir. Çünkü Türkiye’de herkes bir anlamıyla İstanbulludur. Üstelik bu gibi meseleler sandıkla çözülebilecek şeyler değil. Doğrusu ben, militarizm mağduru bir AKP’nin Taksim’de Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etme isteğini de anlayabilmiş değilim. Ne yani! Bizim gibi düşünen asker iyidir, ödüllendirilmeli ve anısı yaşatılmalıdır, ancak aksi düşünenler tarihin çöplüğüne mi gönderilmelidir? Taksim’e kışla deyince aklıma bu geliyor. Oysa AKP, asker ve kışla üzerinde siyasi mesaj verme niyetinden zinhar uzak durmalıdır. Ancak illa da bu ülkeye çok büyük hizmetler etmiş Sayın Başbakan’ın hizmet aşkı ve şevki kırılmasın deniyorsa, Taksim’in üç adım ötesi Harbiye Orduevi’dir; orda uygun bir yerde, sessizce ve usulca bir Topçu Kışlası kurulabilir.

Doç.Dr. Abdullah Kıran - Taraf

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89