Bugünkü yazısında kapatılan DTP'nin BDP olarak yola devam etmesini ele alan Oktay Ekşi, yeni partinin Abdullah Öcalan'ın talimatıyla hareket ettiğini söyleyerek bunu eleştirdi.
Öcalan’ın 17 Aralık tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede verdiği talimatlara değinen Ekşi, ifadelerden Öcalan’la birileri arasında bilgi alışverişleri olduğunun anlaşıldığını belirtti. Ekşinin yazısının son bölümü şöyle:
"Acaba 'Teröristleri muhatap almayız' şeklindeki resmi beyanlar karşısında bu cümleyi biz, 'Demek ki Abdullah Öcalan teröristler listesinden çıkarılmış' diye yorumlasak haksız mı sayılırız?
Belli ki bu yüreği insan sevgisi ile dolu(!), barışsever(!), masum(!), mazlum(!), mağdur(!), ayrıca çok da demokrat(!) kişinin günlük emirlerini sadece DTP’lilerin ve şimdi de BDP’lilerin değil bizim de yakından izlememiz gerekecek."
Yoksa bende asker takıntısı mı var? (Hasan Cemal – Milliyet)
Yazısında son İklim Konferansı'ndan Türkiye'deki özgürlükler ve hukuk sorunlarına kadar yazılacak bir çok konu olmasına rağmen, kaç gündür direndiğini, yine de asker ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un son açıklamaları hakkında yazmadan edemediğini beklirten Hasan Cemal, bunu, kendisindeki asker takıntısnın göstergesi olduğu esprisine yer verdi.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un medyada yer alan görüntülerini ve herkese ders veren uslubunu eleştiren Cemal yazısını şöyle bitirdi:
"(...) Nereden alıyor bu gücü?.. Omuzundaki yıldızlardan mı, elindeki silahından mı, altında durduğu toplardan mı?..
Bunların hiç biri kendisine böyle bir hakkı veremez. Benim ne yazmam gerektiğine karışamaz. Savcılara talimat veremez. Siyasetçileri suçlayamaz. Akademik dünyaya karışamaz. Medyaya nizam vermeye kalkışamaz.
Bunların hiç birini yapamaz.
Askerin siyasetle işi yoktur.
Başbuğ Paşa siyaset yapıyor.
Yani suç işliyor.
Kaçıncı defadır yapıyor bunu. Ve asıl askeri yıpratmak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak budur.
Başbuğ Paşa’nın bize ne yapacağımızı anlatmak yerine, başında bulunduğu kendi kurumunun içine dönüp onu adam etmesi, bazı açılardan temizlemesi gerekir. Silahlı Kuvvetleri, devlet içinde devlet konumundan kurtarıp demokrasilerde olması gereken yere oturtmaya çalışması gerekir.
Bunları yazınca rahatladım.
Bende ‘asker takıntısı’ yok, biliyorum, bende demokrasi takıntısı var.
Taraf’ın manşeti güzeldi:
'Paşa, sen bize Kafes’i anlat!'
İyi pazarlar!"
Tokat'taki 7 askerin suçu günahı neydi? (Savaş Ay – Sabah)
Sabah gazetesi yazarı Savaş Ay, bugün Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'le yaptığı görüşmeyi yazdı. Sırada yerli-yabancı 100 kadar gazetecinin beklemesine ve Osman Baydemir'in, uzun süre kimseyle görüşmeme kararı almasına rağmen, Vali'yle yapacağı özel görüşme esnasında kendisinin yoğun ısrarı sonucu peki dediğini yazan Savaş Ay, görüşmenin fotoğraflarının da bizzat Vali tarafından çekildiğini belirtti.
Savaş Ay, özel hayatının bilinmediğini ve çok mütevazi bir yaşam sürdüğünü belirttiği Baydemir'in, annesinin, Hukuk Fakültesi'ni kazandığı günden avukat olana kadar, her gün evden çıkarken peşinden su dökerek "acaba gider de dönmeyebilir mi" korkusu yaşadığını, şimdi çocuk sahibi biri olarak annesini daha iyi anladığını söylediğini aktardı.
Eşiyle, sokaktaki çocuklarla kendi çocukları arasında bir ayrım koyamadıklarını, eşi Reyhan'ın hemen her gün televizyon haberlerini izlerken ağladığına tanık olduğunu anlatan Baydemir'in, "Bu sıkıntıların bedelini çocuklar ödememeli, kadınlar ödememeli, hatta bıyığı terlememiş gençler ödememeli. Diyarbakır'da arkasından kurşun sıkılarak öldürülen Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencisi Aydın Erdem'in veya İstanbul'da otobüse binen Serap'ın ne günahı, ne suçu vardı Allah aşkına? Bulanık'ta ölenlerin, hatta daha açık söyleyeyim Tokat Reşadiye'de ölen 7 asker gencin ne günahı vardı? Bunların ocağına ateş düştü, sorun mu çözüldü, daha iyi mi oldu, bunlar neyi sağladı? En duyarlı siyasetçi bile, ne söylerse söylesin, ne yaşarsa yaşasın, evlat yitirmiş bir ana babanın acısını yaşayamaz" dediğini yazan Savaş Ay'ın yazısından bir bölüm şöyle:
"(...) S.A. - Süleyman Demirel'in şu sözü geldi aklıma: "Deveye 'yokuşu mu seversin inişi mi?' diye sormuşlar. 'Düzü yok mu bunun?' demiş".
O.B. - Niye söylediniz bunu?
S.A. - Sizi ya çok seviyorlar ya da "vay ölen teröriste cenaze arabası yolladı, evine taziyeye gitti" deyip kızıyorlar. (Kahkahalarla gülüyor)
O.B. - Gülmem Süleyman Bey'in sözüne. Sorunun yanıtına gelince, bana kızanları doğru değil ama haklı buluyorum. Maalesef siyasetin hakemi yok. Sizin ne olduğunuz ve neyi savunduğunuz bir şey ifade etmiyor. Nasıl algılandığınıza, halka nasıl sunulduğunuza bağlı her şey. Bölgedeki pek çok sorun ve siyasi aktör olduğundan farklı gösterildi. Bu nedenle yaşadıklarımızın bir imaj değil, bir algı sorunu olduğuna inanıyorum. Bunu çözmenin yollarından biri, buralara daha fazla gelmelerdir. Buraya gelip kendi gözüyle görmeli insanlar. Ezberleri bozulacaktır. Şubat tatilini Avrupa'da, Uludağ'da geçirmesinler bir defalığına. Mardin'e, Midyat'a, Hasankeyf'e gelsinler."
Hayatta, teknolojide ve zihinlerde devrimler... (Cengiz Çandar – Radikal)
Yazısına son 20 yılda teknolojideki başdöndürücü gelişmeler ve bunların haberleşme üzerine etkilerini yazarak başlayan Cengiz Çandar, en son gelişen paylaşım portalı Twitter üzerinden kendisininde mesaj ve görüşler yazdığını belirtti.
Son olarak DTP milletvekillerinin TBMM’ye dönüş açıklamasıyla ilgili olarak, “Kürt siyasi karar vericisi, parlamentoyu boykottan vazgeçerek yapıcı bir u-dönüşü yaptı. Kendimi mutlu ve rahatlamış hissediyorum” diye bir Twitter yazdığını, buna vakit geçmeden mesajlarla yanıt yağmaya başladığını kaydetti.
"(...) Bana mesaj gönderen bireylerde bir gariplik yok. Türkiye’de aşmamız gereken akıl tutulması, dünkü belli başlı gazetelerin manşetlerinden anlaşılıyordu. Bunlardan bir demet: 'Apo’nun dediği oldu; Açık Seçik İmralı; İmralı ‘dur’ dedi; İmralı Genelgesi; Talimat Apo’dan'....
Yanlış mı?
Hayır, değil.
Peki, bu başlıklara sinmiş bir ‘olumsuzluk havası’ var mı?
Evet, var.
Ne olsaydı? DTP’liler TBMM dışında kalsalar, Türkiye’nin şehirleri yakın gelecekte savaş alanına dönse, dağlardan şehit haberleri gelmeye devam etse, kahkahalarla bittiği kutlanan ‘Açılım’ gerçekten sona erse daha mı iyi olurdu?" diyen Cengiz Çandar, yazısına Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın dünkü yazsısndan bir bölümle şöyle devam etti:
"(...) Apo, İmralı’dan yaptığı açıklamalarla, birçok insanın ‘öldü’ dediği ‘barış açılımı’na can verdi, DTP’lilerin Meclis’e dönmesi gerektiğini vurguladı... en azından şimdilik PKK baskınlarını durdurdu, Reşadiye’den hiç söz etmeden PKK’nın içine giren Ergenekon meselesini gündeme getirdi...
Eğer bu çizgisini ‘gücünü göstermek’ için değiştirmezse bu toplumun barışa kavuşmasında büyük bir rol oynar, eminim ki bu toplum da ‘barışa’ yardım eden Apo’ya borcunu bir gün öder."
* Öcalan faktörü (Mümtazer Türköne – Zaman)
Abdullah Öcalan'ın, Anayasa Mahkemesi'nin kapattığı DTP milletvekillerine "demokratik siyaset" talimatı verdiğini ve başta Ahmet Türk olmak üzere bütün DTP'lilerin bu talimatı uygulamaya geçtiklerini yazan Türköne, Kürt siyasetinin karmakarışık parametreleri alt-üst olduğunu belirtti.
"(...) Artık sürecin ana aktörlerinden ve oyun kurucularından biri Abdullah Öcalan. Belki öncesinde de böyleydi; şimdi herkes bu durumu kavramış oldu" diyen Mümtazer Türköne, DTP milletvekillerine "istifa etmeyin, Parlamento çatısı altında mücadele edin" talimatı veren Öcalan'ın daha önemli bir aktör haline geldiğini yazdı.
Ele geçirildiğinden bu yana 11 yıl geçen Öcalan'ın, örgüt ve tabanı üzerinde otoritesini artırarak devam ettirdiğine dikkat çeken Türköne şunları yazdı:
"Bu ilginç durum Kürt sorununu herkesin içine sindireceği biçimde çözebilmek için bir fırsat mı, yoksa bir zaaf mı? Bu sorunun cevabını Öcalan'ın yakalandığı zaman asılmasını savunanlara verdirelim. O tarihte Öcalan asılsaydı, bugün Kürt sorunu ne durumda olurdu?
İmralı'da özel cezaevinde 60 yaşına merdiven dayamış bir örgüt lideri yatıyor. Yönettiği örgüt Türkiye'nin terör sorununa tekabül ediyor. Ve oradan sık sık "beni görün, beni muhatap alın" mesajları veriyor. Satranç tahtasının önünde oyuna etkili müdahalelerde bulunuyor.
Çözemediğimiz Kürt sorunu bir terör sorununa yol açtı. Şimdi çözemediğimiz terör sorunu, Kürt sorununa yaklaşmamızı engelliyor. Terör sorununun patronu ise İmralı'da hepimizin gözü önünde süreci yönetiyor.
Şöyle düşünelim: MHP lideri Türkiye'nin birliği ve üniter devletin bekası adına başka çare kalmasaydı, Öcalan'la neleri konuşurdu?"
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.