Kürt siyasi şahsiyetlerinden Yaşar Kaya, geçen aylarda vefat etti. Ölmeden önce anılarını anlattığı Şefiq Pêşeng’in Yaşar Kaya’nın Hatıraları başlığıyla derlediği kitabı, Stockholm merkezli Kürt Demokrasi Vakfı’nda yayınlandı. Daha sonra da İstanbul merkezli Avesta Yayınları yeni basımını yaptı.
Yaşar Kaya’nın anılarını okurken, onun Kürt davası uğruna verdiği mücadele deneyimlerinden olumlu ve olumsuz pek çok şey öğrendiğimi hissettim. Buradan hareketle, Kürtlerin yaşam mücadelesine şu yahut bu şekilde katkı sunmuş bizden önceki kuşağın (Musa Anter, Abdülmelik Fırat, Şerafettin Elçi, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Feqi Hüseyin Sağnıç, Ahmet Aras, Ahmet Türk, Dr. Şivan, Necmettin Büyükkaya, Feridun Yazar, Dr. Kemal Parlak ve benzerlerinin) anılarının (veya haklarında anlatılanların) okunmasını özellikle önermek isterim. Tarihten, doğru dersler çıkarmanın yollarından biri de budur.
Sözü edilen kitabı, dört bölümde değerlendirmek gerekiyor:
1) Yaşar Kaya’nın Iğdır’dan İstanbul’a uzanan yolculuğu ve devamında “49’lar Olayı” diye bilinen Kürt aydınlarına yönelik tutuklamalar-ki Kaya, kendi beyanına göre bu süreçte iyi sınav vermiş. 1959 ile 1961 yılları arasındaki tutuklama sürecinden ve sürgün hayatından alnının akıyla çıkmış. 2) 1960’ların sonlarına doğru başladığı iş hayatı-ki burada da holdingin üst düzey çalışanı olarak başarılı gözüküyor, ancak aktif siyasi hayattan çekiliyor; sahnenin gerisinden gelişmeleri uzaktan veya yakından izlemekle yetiniyor. 3) Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükseliş yıllarında Yaşar Kaya’nın izlediği karşıt tutum; ardından tereddütlü süreç ve sonunda Özgür Gündem gazetesinin başına getirilmesi olayı ve bunu izleyen dönemde DEP başkanı olması. 4) Devletin Kürtlere yönelik topyekûn savaş konsepti gereği başlatılan askeri operasyonlar, köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler ve baskıları sonucunda Yaşar Kaya’nın yurtdışındaki sürgün hayatı.
Hatıralarda dikkati çeken iki önemli noktadan biri, Yaşar Kaya’nın sürekli kendini ön plana çıkarması ve benmerkezci bir dünya tasvir etmesidir. Diğeriyse; “onu, bunu, şunu” itham ederek zan altında bırakması ve adeta herkese kılıç sallamasıdır.
Bu haliyle ele alındığında siyasi mücadelesinin birinci bölümüne saygı duyulabilir. Özellikle öğrencilik yıllarından başlayan, “49’lar Olayı”nda tutuklanmasıyla devam edip siyasi sürgünle sona eren politik süreci kastediyorum. İş hayatında neler yapıp ettiği, kendisini ve ticaret dünyasını ilgilendiren bir husustur. Fakat son iki bölüm (Kaya’nın Özgürlük Hareketi’ne karşıt tutumu; tereddütlü yılları, Özgür Gündem’deki yöneticiliği, DEP başkanlığı, sürgündeki KUM başkanlığı) için ne yazık ki “saygı duymak” ifadesini kullanamıyorum. Nedenlerine kısaca değinelim:
Kaya, 1990’ların başında PKK hareketini “terörist” olarak niteleyip küfrettikten sonra PKK destekli bir partinin Kadıköy ilçe başkanlığına aday olmuş; bu adaylığı, aynı hareket tarafından engellenmiştir. Ardından Özgür Gündem’in ve DEP’in yönetimine getirilmiştir. Sürgünde KUM başkanıyken, Öcalan’ın huzurunda hazır olda durup “1960’lardan beri PKK’liyim” demiş; onun yakalanmasından sonra da KUM’dan ayrılmıştır. Avrupa’dan Güney Kürdistan’a gidip bir süre orada yaşamış ve hayatının son demlerinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazarak Türkiye’ye dönme izni (bir anlamda af) istemiştir. Türkiye’ye geldikten sonra BDP/HDP karşıtı bir tutum alıp AKP listesinden aday olmak için göz kırpmış; el altından girişimde bulunmuştur. Bütün bunlar için “saygın tavırlar, politikalar” demem imkânsızdır.
Yaşar Kaya ve benzerlerine ilişkin değerlendirmeleri ileride yazmayı düşündüğüm anılarımda kaleme almaya karar verdiğim için şimdilik işin bu yanını bırakıyorum.
Herkese Kılıç Sallama Tutumu
Yaşar Kaya, özellikle Özgür Gündem gazetesi, DEP ve KUM başkanı olduğu dönemlerde Kürt Özgürlük Hareketi’nin fiziki ve manevi gücünü istismar ederek önüne gelen herkese kılıç sallamayı marifet bilmiştir. Daha doğru bir deyimle; “kıskandığı, çekemediği ve kin duyduğu” herkesi haksız, yersiz ve insafsızca itham etmiştir. Birkaç örnek vereyim:
Iğdır’ın ileri gelen Kürt şahsiyetlerinden (CHP politikasıyla özdeşleşmiş bulunan) Mecit Hun için “MİT ajanı” ifadesini kullanmış. Kaya’nın kitabındaki anlatımına bakılırsa, Mecit Hun; “Bu ithamı kabul etmiştir.” Doğrusu, Mecit Hun’un CHP’li olmanın dışında nasıl bir işlev gördüğünü ve görev üstlendiğini bilemem. Ancak Hun’un büyük oğlu Selahattin Bey ile Erbil’de bu konuyu çok konuştum. Keza Ankara’daki öğrencilik yıllarından tanıdığım Atilla Hun (Eski SHP listesinden Kars milletvekili) ile aynı meseleyi ele aldım. Her ikisi de “Babamıza büyük haksızlık yapılmıştır!” ifadesini kullandılar. Bu noktada kimseye kefil olmam söz konusu değil. Ancak Mecit Hun’un Amerika’da yaşayan oğlu Mücahit, Iğdır Sevdası isimli bir kitap kaleme aldı. Türk-Kürt ve Acem diye ayırmadan Iğdır’ın ileri gelen şahsiyetleri ve kanaat önderlerinin yaşam öykülerini kendi anlatımlarıyla derleyen Mücahit, Yaşar Kaya’nın babası Ferman’a ilişkin bölümü yazmakla yetinmemiş; dönemin Iğdır’daki MİT bölge sorumlusu Hüsnü Bingöl’ün Iğdırlı ileri gelenlerle ilişkilerine de değinmiş. Yaşar Kaya’nın “Çok zalim bir MİT yetkilisiydi…” diye tanımladığı Bingöl’ün sıkı ilişkiler içinde bulunduğu Kürt şahsiyetleri arasında, bizzat Kaya’nın babası da varmış. Kanıtı, aynı kitapta bir fotoğrafla belgelenmiş. Merhum ve muhterem Ferman Kaya, o fotoğrafta, başını MİT bölge şefi Hüsnü Bingöl’ün omzuna dayamış halde görünüyor. E, dünya böyledir işte! Yani “men daqqa duqqa” (çalma kapını, çalarlar kapını) misali, Yaşar Kaya, Hun ailesinin reisini “ajan” olmakla suçlayınca, üç oğuldan biri boş durmamış; Yaşar Kaya’nın babasının MİT şefiyle olan samimi ilişkisini fotoğraf olarak kitabının birinci cildine yerleştirivermiş! Yanlış anlaşılmasın; babası MİT şefiyle samimi hallerde olmuş olsa da, buradan oğlu Yaşar Kaya’nın böyle biri olduğu gibi bir iddia peşinde değilim ama başkalarına çamur atarken de insanın bir durup düşünmesi gerekmez mi?
Avukat Medet Serhat, Iğdırlıdır; hem benim hem de Kaya’nın hemşerisi olmanın ötesinde ikimizin de farklı açılardan dostu ve akrabasıdır. Kaya, Özgür Gündem’de yöneticilik yaptığı sırada Av. Medet Serhat hakkında bir yazı yazdı. Onun için, dolaylı biçimde “devletin adamı, şüpheli kişi, işbirlikçi vs” demeye getirdi. Yazıdaki ithamın hangi güdü ve itkiyle (mesela farklı bir kıskançlıkla) yazıldığını iyi bilenlerdenim. Bunu, es geçiyorum. Medet Serhat, bu yazıdan birkaç gün sonra kontrgerilla birimlerince katledilince, bu kez Yaşar Kaya sanki o suçlayıcı makalesini yazmamış gibi, bu değerli Kürt yurtseverine övgüler düzmeye başlamıştı bile.
Özgür Gündem gazetesi, İstanbul Kadırga’daki binasında bombalanınca Cumhuriyet gazetesi, dayanışma babından teknik yardımda bulunuyordu. Yaşar Kaya, tam o sırada Cumhuriyet’in esas temsilcisi İlhan Selçuk’u “ajan, faşist ” olarak itham eden bir yazı yazmıştı. Selçuk, bu konuda kendisine meydan okumuş, iddialarını ispata çağırmıştı. Gazetede çalışan bizler, Yaşar Kaya’ya gidip şöyle dedik: “Cumhuriyet’in bizimle dayanışma içinde olduğu günlerde bu tür ithamlarda bulunmak, siyaseten yanlıştır. Ayrıca onu doğrudan ajan/faşist olarak suçlamak yerine, ‘Sayın Selçuk şu yazınız ajanlık, faşizm, ırkçılık anlamına gelmektedir!’ tarzında eleştirmek daha doğru bir tavır olacaktır.”
“Ben, Kimin Ajanı imişim?"
Kaya, kendisinin bile içten içe inanmadığı ama karalama ve çamur atma babından hazırladığı “ajan listesi”ne beni de eklemeyi ihmal etmemişti. Birinci çamuru, DEP Başkanı olduğu ama aynı zamanda Özgür Gündem gazetesinde köşe yazısı yazdığı sırada atmıştı. Ona göre; ben “Kürt gazetesindeki Perinçek ajanı imişim!”
Peki, Yaşar Kaya, bu karalamaya niçin başvurmuştu? Başlıca nedenleri şöyle:
Ö.Gündem, kendi yönetimi tarafından anlaşılmaz biçimde kapatılmıştı. Ramazan Ülek, Şükrü Gülmüş, Abdullah Amaç, Haluk Gerger, Kenan Azizoğlu gibi sorumluların da katıldığı toplantıda bunun gerçek nedenini sormuştum. Yaşar Kaya, gazete patronu edasıyla kibirli bir tarzda ortaya atılıp şöyle demişti: “Ben, bu gazetenin esas sahibiyim. İstersem açarım istersem kapatırım. Sana hesap vermek zorunda değilim. Dilersem, seni de kapı dışarı ederim!” Bunun üzerine kendisini yanıtladım: “Yaşar Bey, herkes biliyor ki, bu gazetenin gerçek patronu sen değilsin. Daha ileri gideyim. Sen, burada bostan korkuluğu gibisin. Sanırım senden başka herkes, gerçek sahiplerini biliyor. Bana hava atmayı bırak, gerçek nedenini söyle şu kapatma meselesinin!” Bu cevaptan sonra biraz ağız kavgası yaptık ancak yanılmıyorsam, Şükrü Gülmüş devreye girip beni haklı bulan ifadeler kullanınca, Yaşar Kaya onların karşısında susmak zorunda kaldı. Ancak bana öfkesi ve hıncı hiç dinmedi. DEP başkanı tayin edildiğinde, Ö. Gündem’deki köşemde Mehmet Sincar’ın katledilişi sırasında partinin ikircikli politikasını eleştirdim. Kaya, bunun üzerine döşendiği uzun bir yazıda bana yönelik olarak “Perinçek ajanı, 1993 Model Kürt” suçlamasında bulundu. Tekrar cevabını verdim, yanlışlarını ve önyargılarını sergiledim. Kaya, yeniden karşı hamle yaptı. İkinci cevap hakkımı yazdım. Bu kez, gazete yönetiminden Ferda Çetin, devreye girdi. Benim makalemi yayınlamadı. Öyle ya, F. Çetin’e göre ben, “biraz dışarlıklı” bir Kürt aydınıydım. Yaşar Kaya ise, o zamanlar onların yani PKK’nin sözde “has adamı”ydı. Çetin’in “has adam” olarak gördüğü Kaya hakkında şimdi ne düşündüğünü doğrusu merak ediyorum!
Şahsıma yönelik bir başka karalama, KUM yetkilisi olduğu sırada Almanya’da yayınlanan Özgür Politika gazetesindeki yazısında gelmişti. 1997 yılında, baktım ki Yaşar Kaya, benim hakkımda “Perinçek ve MGK’nin ajanı” ithamında bulunmuş; kanıt olarak da, benim Kanada’da bir ay kadar bulunmamı ileri sürmüştü. O sırada Frankfurt’taydım. Bir açıklama ve yalanlama yazıp yanında misafir kaldığım Engin Erkiner eliyle gazete yönetimine ilettim. Ne yazık ki Özgür Politika yönetimi, o sırada KUM başkanı, köşe yazarı ve dolayısıyla “has adam” sayılan Yaşar Kaya’yı koruma yoluna gitti. Yalanlamamı yayınlamadı. Yasak konulan cevabımda, özetle şunu yazmıştım: “Y. Kaya efendi, 1993 model Kürt diye beni küçümsemeye kalkıyor. Kendisi ‘1959 Model Kürt’ olarak övünüyor. İyi, güzel! 1970’ler ve 1980’ler boyunca köşesine çekilmiş Y. Kaya’ya, kuruluş hazırlığını tamamladığımız Özgür Gündem adına gazetenin yönetimine gelme teklifini yapan iki kişiden biri ben Faik Bulut, diğeriyse Ramazan Ülek idi. Peki, bu gerçeği nasıl unutabiliyor!”
Kaya, hatıralarında, PKK yanlısı iki kişinin gelip kendisine böyle bir teklif getirdiğini kabulleniyor. Ancak bilinçli olarak bu isimleri belirtmiyor. Kaldı ki Ramazan Ülek, PKK davasında Diyarbakır Cezaevi’nde yatıp çıkmış; örgütü tarafından gazete yönetimini çekip çevirmek üzere görevlendirilmişti. Çok sonradan örgütünden ayrıldı; samimi ve sıradan bir yurtsever olarak köşesine çekildi. Bana gelince, yerine göre beğendiğim veya eleştirdiğim örgüt politikaları olmuştur ama hiçbir dönemde PKK yanlısı veya elemanı olmadım.
Kaya; “Askeriyenin, MGK’nin ajanı” olduğumu, kendi aklınca şöyle kanıtlamış bulunuyordu: “Faik, MGK adına Kanada’ya gönderilmiş ve orada bir ay kalmış!” Hâlbuki benim Kanada’ya gitmemi sağlayan ve aracı olan kişi Frankfurt’ta ikamet eden siyasi mülteci Engin Erkiner oldu. Bir dava arkadaşı, Kanada’da siyasi sığınmacı sıfatıyla yaşıyordu. Onun da içinde yer aldığı bir Alevi derneği, Alevilik üzerine yazdığım bir kitabım nedeniyle, Erkiner’den Toronto şehrinde bir konferans vermemi istemişti. O da beni önermişti. Gittim, orada iki konferans verdim. Bu arada Toronto’daki bir Kürt derneğinde söyleşi yaptım. Quebec Montreal’deki bir söyleşide ise (BDP eski milletvekili) Nazmi Gür ile birlikteydik.
Hakkımdaki “Perinçek ajanlığı” karalamasının da dayanağı yoktur, olamaz. Evet, ben, 1969-1971 yılları arasında Doğu Perinçek’in yönetimindeki PDA dergisi yandaşıydım. Maocu fikirleri benimsiyordum. O dönemlerde Fikret Şahin, Hamit Geylani, Hatice Yaşar, İbrahim Güçlü, Kazım Budak, Musa Anter, Mustafa Özer, Orhan Kotan, Yümnü Budak, Zeki Kaya gibi isimlerle birlikte Ankara DDKO’nun katılımcısı veya üyesiydik. 12 Mart 1971 tarihinden itibaren İbrahim Kaykakkaya ile birlikte Maraş-Antep yöresinde kırsal alanda çalışma yaptık. Perinçek-Kaypakkaya ayrılığında taraf tutmadım. Barzani hareketinin yanına geçmek istedim. Fakat o sırada Dr. Şivan hadisesi olmuştu. Suruç’ta tanıdıklarım, “Barzani, Türkiye Kürtlerini katlediyor!” deyince, bu kez, yüzümü Filistin’e çevirdim. Oraya gittim. 1980’de döndüğümde zaten Perinçek örgütünde değildim. Her şeye rağmen eski siyasi tanıdıklarımdı. Başkaca kimseleri tanımıyordum. Dolayısıyla bir süre onlarla kaldım. Aydınlık gazetesinde anılarım yayımlandı. 12 Eylül 1980 faşizmi gelince zaten kopmuştum hareketten. 1980’lerin ikinci yarısında Perinçek ile ondan kopan ekip arasında şiddetli bir Kürt meselesi tartışması oldu. Perinçek, PKK’nin başlattığı Kürt meselesini şiddetle savunuyordu. Bu tutumunu destekledim. Ancak Apo ile Perinçek arasındaki gül alıp vermenin samimiyetine inanmadım ki bence bunlar pragmatist davranışlardı. Perinçek ekibinin, PKK tabanını kendisine çekmeyi tasarladığını hissettim. Öcalan da, bunu anlamıştı. Önce Perinçek’e HEP-SHP listesinden milletvekilliği önerdi. Partisinin şartlarını ısrarla ileri süren Perinçek hakkında Öcalan, “Şırnak’ta üç keçiyi bile teslim etmem!” dedi ve ipler koptu. Kürt hesabı bozulan Perinçek ekibi, bu olaydan kısa bir süre önce 2000’e Doğru dergisinde Kürtler hakkındaki olumlu yazıları belli etmeden sansürlemeye koyuldu. 1990 Körfez Savaşı sırasında Saddam’a “Bismark” rolü biçen Perinçek’e, eleştirel açık bir mektup yazdım. Kürt meselesindeki yanlışlarını, Kemalizm’e ve Türk milliyetçiliğine yol açan siyasi tutumlarını gözler önüne serdim. Bunun, Saçak isimli teorik dergide yayınlamasını istedim. Dergi yönetimi, “Doğu Perinçek, şu anda Diyarbakır cezaevindedir. Bu mektubu şimdilik yayınlamasak iyi olur…” dediler. Sonuçta, o tarihe kadar bir gazeteci olarak çalıştığım 2000’e Doğru dergisinden ayrılmış oldum. Bir süre Özgür Ülke gazetesine dışarıdan yazılar yazdım. Ardından gelen teklif üzerine, Özgür Gündem gazetesinin kuruluş hazırlıklarına katıldım. Gazetenin amacını, içeriğini, yayın politikasını ve kadro yapısına ilişkin mesleki bir rapor hazırladım. Gazetenin yazı işlerinde ve Dünya Haberleri servisinde çalıştım. Köşe yazıları yazdım. Olay, bundan ibarettir.
Hatırlanırsa Celal Bayar’ın meşhur bir komünizm düşmanlığı vardı. Her kış, komünist tehlikenin geleceğine inanacak kadar akıldışı sözler sarf ederdi. 1969’da İstanbul Taksim’deki “komünist uşakları”nı yok etmek üzere camilerde sabah namazı kılmaya ve sonra harekete geçmeye çağıran şeriatçı yazar Mehmet Şevki Eygi de aynı illetten malul idi. Aslında bu zihniyet, Amerika’daki komünist cadı avıyla özdeşleşen ithal malı McCarthy politikasının bir sonucuydu. Kaya, bir yandan 49’lar Olayı sırasında Türk basını tarafından kendisine yakıştırılan “Kürtlerin Fidel Castro’su Yaşar Kaya” sıfatını prestij icabı iftiharla kabulleniyor; öte yandan her fırsatta sol ve solculardan hoşlanmadığını belli ediyordu.
Bayar’ın komünizm korkusu olduğu gibi, Kaya’nın bir de Perinçekçiler fobisi olmalıydı ki, hatıralarının birkaç yerinde Özgür Gündem gazetesine sızdırılmış “10-11 kadar Perinçekçi”den söz ediyor. Bu sızdırılmış grubun, gazetede konuşulanları Aydınlık grubuna taşıdığını ileri sürüyor. Bir çeşit “ihbarcılık ve casusluk yapılıyor” demek istiyordu.
Bu ithamın iki boyutu var: 1) Hadi ben eski (yani 1972 yılına kadar) Perinçek ekibindeydim ama onlarla örgütsel bağım yoktum. Siyasi birlikteliğim 1980’lerin ortalarından itibaren bitmişti. 2000’e Doğru ve Sosyalist Parti, 1985-1990 döneminde Kürt halkını ve özgürlük hareketini destekleyen bir politika güdüyorlardı. Bu yüzden uzatmaları oynamaya başladım. Perinçek ve ekibini, Kürt meselesindeki fırsatçı ve pragmatist tavrından ötürü eleştirerek onlardan ayrılmıştım. Nitekim öngörülerim doğrulandı; Perinçek ve ekibi, teori ve ilkeyi, günlük siyasete kurban ettiler. Bugün “Türk geni” hakkında yazılar yazarak Türk-İslam sentezcilerinin “efendi millet” tezlerini destekleyecek kadar milliyetçi olmuşlar. Kürt sevmezlikleri ve HDP’ye düşmanlıkları, ayyuka çıkmış durumda. Demek ki, onlarla işimi çoktan bitirip yurtsever saflara gelmiştim; onaylanmayan bir Kürt Vakfı’nın kurucu üyesi oldum ve Kürt Enstitüsü’nde yer aldım. Kaya ile birlikte çekilmiş fotoğraflarımız bile var enstitü arşivinde. 2) Bildiğim kadarıyla Özgür Gündem kadrosuna dışarıdan gelenlerin içinde benden başka, eski Aydınlık geleneğinden gelen kimse yoktu. Gelenler, solcu gençler ve gazetecilerdi. Bir veya iki kişi 2000’e Doğru dergisinde çalışmıştı, ancak Dev-Yol fikriyatındaydılar. Bir kişi, TKEP geleneğindendi ki, sonradan yurtdışına çıkıp PKK saflarına katıldı. Daha sonra Almanya’da akademisyen oldu. Geriye kalanların bir-ikisi eski Cumhuriyet ve eski Güneş kadrosundandı. Çoğu ise Aydemir Güler’in öncülüğünü yaptığı Sosyalist İktidar Partisi (sonradan TKP oldu) taraftarıydı. Demek ki, Kaya hayal görüyordu ya da böylesi işine geliyordu.
İslamcılar, 28 Şubat 1997’den itibaren bana sivri oklarını batırmaya; iftira atmaya başladılar. Sebebi, İslamcı sermaye hakkındaki yazılarımdı. Nitekim o zaman öngördüğüm şeyler bugün gerçekleşmiş bulunuyor. Gülen Cemaati iktidar ortağı oldu; AKP ile kavgasında geriledi. Onun yerini diğer tarikat ve cemaatler doldurdu. İslamcı sermaye giderek iktidardan beslenip büyüyor. O sırada orduya laf söyleyemeyen İslamcılar, beni “ajan” olmakla suçladılar. İslamcı Akit ve Gülenci Zaman gibi gazeteler, hakkımda, “Hem PKK hem de MGK’nin akıl hocası!” türünden seviyesiz yorumlar yaptılar. Akit, bir haberinde, Filistinlilerle dayanışma mücadelesi verdiğim için yedi yıl İsrail zindanlarında yatırılan benim hakkımda, “Mossad ajanıdır” demişti. Hepsini mahkemeye verdim ve davaların tümünü kazandım. Kaya Türkiye’de olsaydı, kendisi hakkında da dava açar, ispata çağırırdım. Anlaşılan Kaya, bu İslamcı çevrelerin iftiralarını ödünç alarak beni karalamaya çalışıyordu. Ne yazık ki, bu tür mahalle dedikoduları ve riyakâr söylentiler, PKK ile diğer yurtsever hareketin Avrupa’daki kimi kadroları arasında da vardı. Mesela 2004 yılında gittiğim İsviçre’nin Zürih şehrindeki PKK paralelindeki bir dernek yöneticisi, konferansıma gelip yorum dinleyeceğine, “askeriyenin adamıdır” saçmalığında bulundu. Ertesi günü gidip gördüm kendisini, ispata davet ettim; dut yemiş bülbüle döndü. Keza bir zamanlar Özgürlük Hareketi adına keskin militanlık yapan eski milletvekili Sevahir Bayındır da, hakkımda, “Perinçekçidir, işe yaramaz!” deyivermişti. Peki, kendisinin şimdilerde ne yaptığını bilen, eden var mı? Oysa ben, karınca kaderince halkımın davasının içinde ve yanında 46 yıldan beri mücadeleme devam ediyorum. Bu mücadele uzun nefes, bilinç ve direnç işidir.
Hatıralarının son bölümünde Kaya, geçmişte ona buna yaptığı haksızlık, itham ve karalamalardan ötürü bir çeşit pişmanlık duyduğunu belirtiyor. Her nedense bana gelince bu özeleştiri görünüyor. Kaya, 2015’te Türkiye’ye döndüğünde kendisini ziyarete giden kimi Kürtlere, “Faik, MİT ajanıdır, elimde belgesi var!” demişti. Bunun üzerine Kaya’ya haber saldım: “Gelsin yüzleşelim. İspat ederse, o bana böyle böyle yapsın. Kanıtlamazsa, bu kez ben ona şöyle şöyle yapacağım!” Meydan okumama karşılık veremedi.
Dolandırıcılık İftirası ve Şark Kurnazlığı?
Yaşar Kaya bana ilişkin anılarında giderayak yeniden haksızlık yaptı. Kitabının belli bir bölümünde şunu anlatmış: “Faik Bulut, 600 milyon lira avans istemişti.” Ayrıca, o sırada muhasebeye bakan Abdullah Amaç’a şöyle demiş: “Bak, Faik gidip röportaj yapacak ama bunu gazeteye vermeyecek. Gerçekten, bizim paramızla giden Faik, geri döndü ve (yaptığı) röportajı bize vermedi. Nokta dergisinde yayımladı.” (Bakınız, Yaşar Kaya’nın Hatıraları, derleyen Şefiq Pêşeng, sayfa 210-211.)
Kaya, olayı, nesnel anlatmıyor. Zira benim hakkımda “Onu bunu kandıran para dolandırıcısı!” algısını yaratmak istiyor okuyucunun kafasında. Şöyle açıklayayım: 1) Evet, Özgür Gündem gazetesi yönetiminden avans istedim. Yıl 1993 idi. Güney Kürdistan’a gidecektim. Çünkü Türk basını, “Her tarafı kapalı bir Kürt bölgesi devletleşemez; Türkiye olmadan ayakta duramaz!” iddiasıyla beyin yıkıyordu. Ben ise, tersini kanıtlamak istiyordum. Er ya da geç bir Kürdistan Yönetimi olacağını ve bunun devlete doğru evrileceğini öngörüyordum. Bunu gazete yönetimine söyledim. İtiraz etmeden kabul ettiler. 2) Kaya’ya göre, bu avansın miktarı 600 milyon liraymış. Kaya, bu cümleyi maksatlı ve bilinçli biçimde kullanmış ki, günümüz okuyucusu gerçekten para miktarını 600 milyon TL sanıversin. Tipik Şark kurnazlığıdır bu. 3) Söylenen miktar, hatırladığım kadarıyla 600 milyon değil 3 milyon idi ki; bugünkü hesapla 3000 TL eder. Muhasebeden parayı veren Abdullah Amaç, yakın tanığımdır. Gidip kendisine sorulabilir. 4) Evet, Güney Kürdistan’a gittim; bütün siyasetçi ve partilerle görüştüm. Sonuçta İstanbul’a dönüp yazı dizimi tamamlayıp o sırada gazete yayın yönetmeni olan Gurbetelli Ersöz’e teslim ettim. Bekliyorum, yayınlamıyorlar. Günlerce ve haftalarca bekledim. Sonuçta şunu anladım: 1992’deki KDP-PKK çatışması (Brakujî) nedeniyle gazete yönetimi, oradaki Kürdistan Hükümetinden söz edilmesinden ve hakkında olumlu izlenim çıkmasından yana değilmiş. 5) Bunun üzerine, yazının Doğan Medya grubuna bağlı haftalık bir dergide yayınlanmasını sağladım. Zira tezim önemliydi. Kürdistan yönetimi vardı ve federasyona doğru gidiyordu. Bu tezin duyulmasını istedim. 6) Y. Kaya, bu yazının Nokta dergisinde yayınladığını söylüyor ki, yanlış biliyor. Derginin adı muhtemelen Panorama veya Ekonomist idi. Yazılar arşivimdedir.
Bir sitemim de İsveç’teki Kürt Demokrasi Vakfı’nadır. Kitabın tanıtım veya ilan bölümünde şu cümleler dikkati çekiyor: “Kitap, 2001 yılında Stockholm’de Kürt Demokrasi Vakfı Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Yaşar Kaya’nın; Uğur Mumcu, Emin Çölaşan, Doğu Perinçek, 2000’e Doğru dergisi, Faik Bulut ve daha birçok kişi ve yayın organıyla yaptığı tartışmaları… kapsamaktadır.” (Aynı kitap, sayfa 379.) Yani yayınevi, Kaya’nın polemik yaptığı isimler arasında saymakla, beni bir çeşit reklam malzemesi olarak kullanmış. Üstelik Mumcu, Çölaşan, Perinçek gibi devletçi ve Kürt sevmez isimlerle adımı yan yana koymakla işin bezirgânlığına soyunmuştur. Madem hakkımda onca itham vardı, başta Şefiq Pêşeng olmak üzere yayınevi ilgilileri, niçin benim görüşüme başvurma zahmetinde bulunmadılar? Bu bile önyargılı ve kasıtlı bir tutumun göstergesi sayılabilir.
Son not: Bakur ve Rojava halkının imha savaşıyla karşı karşıya kaldığı bu günlerde, yan polemiklere girmemeye oldukça özen gösteriyorum. Kimseye sataşmamaya çalışıyorum. Ancak bazıları bunu anlamıyor, paçama yapışıp kalmaya pek hevesli görünüyor. Tekrarlıyorum. Hakaret ve ağır ithamlar dışında kimseyle tartışma niyetinde değilim. Sadece kendimi savunma ve aklama hakkımı kullanıyorum.
Faik Bulut
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.