Yaklaşık iki haftadır Suriye’nin kuzeyinde yaşananlar ülkede savaşın seyri açısından önemli olmakla birlikte Ortadoğu’da bir statü arayışı içinde olan Kürtler açısından da tarihî nitelikteydi. Bu arada, kendi 30 yıllık Kürt sorununu çözmeye çalışan Türkiye’de yetkililer gelişmeleri endişeyle izleyip, gidişata etki etmeye çalıştılar.
PKK’nın Suriye kanadı olarak görülen PYD’nin kuzey Suriye’de Tel Abyad’ı alması ve Kürt bölgesi oluşturmaya yönelik adımlar atmasının etkilerini, AK Parti’nin kurucularından ve ilk dönem dışişleri bakanlığını yapmış olan Yaşar Yakış’la konuştuk. Türkiye’nin Ortadoğu’da en uzun süre görev yapmış olan diplomatı Yakış, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan’da toplam 12 yıl kaldı. Hâlihazırda Oxford Üniversitesi bünyesindeki St.Antony’s College’da konferanslar veren Yakış sorularımızı İngiltere’den yanıtladı.
Suriye’de Kürt bölgesi kurulması yolunda atılan adımlar sizin için sürpriz miydi, yoksa beklenen bir gelişme miydi?
Sürpriz değildi. Kürtler, dünyada devleti olmayan en büyük halk diye anılıyor, dört ayrı ülkeye dağılmış 40 milyona yakın nüfusları olduğu söyleniyor. Ben eskiden beri er geç bağımsız Kürdistan istikametinde yollarına devam edeceklerini düşünüyorum. İlk önemli adımı Irak’ın içinde bulunduğu karışık durumdan yararlanarak orada bir otonom bölge kurmak suretiyle attılar. Sonra Allah yardımcıları oldu ve Suriye’de de böyle bir durum ortaya çıktı. Suriye’deki Kürtlerin birinci şansı ülkenin içinde düştüğü kaostu. İkincisi ise Türkiye’nin Esad’la bütün köprüleri atmış olmasıydı. Köprüleri atmamış olsaydık, Kuzey Suriye’deki oluşuma şekil vermek için daha güçlü konumda olurduk.
Türkiye Suriye’de halka karşı diktatörün yanında mı yer almalıydı?
Hayır, biz doğru yerde, halkın yanında yer aldık ama onun ötesine gidip Esad’la bütün köprüleri atmamıza gerek yoktu. Yöneticilere “Halkına karşı yaptığın doğru değil” demeliydik ama rejimle bütün bağları koparmamalıydık. Suriye’de muhalefeti destekleyip rejimle ilişkilerini normal çerçevede sürdüren birçok devlet var. Türkiye onlardan olmalıydı. Yakınlığı nedeniyle daha fazla gerekliydi Türkiye için bu.
Türkiye öngöremedi mi Suriye’de bir Kürt oluşumu olacağını? Hamlelerini ona göre belirlemedi mi?
Öngörmüş olduğunu tahmin ediyorum ama olay yabancı bir ülkede cereyan ediyor. Türkiye’nin oraya müdahale etmesinin sınırları var. Ama bazı eksiklikler de olabilir tabii. Ağustos 2011 civarıydı. Ben hasbelkader Ortadoğu ülkelerinde en uzun süre görev yapmış Türk diplomatıyım. Biraz Arapça bildiğimiz için, biraz da toz yutunca değerlendirmelerim ötekilerden farklı oluyor. Böyle bir ihtimalin olduğunu o tarihte söylemiştim. Partideki arkadaşlarım -şimdi çok önemli mevkideler- “Ya Yaşar abi oradaki Kürtlerin hiç önemi yoktur, zaten dağınık yerlerdedir” gibi önemsemeyen beyanlarda bulundular. Başbakan’a bu şekilde anlattılarsa, dış politika da öyle oluşmuştur.
Türkiye Kürtlerin gücünü küçümsedi yani, değil mi?
Orada bir nüans getirmek lazım. Bütün bunları devlet öngöremedi çünkü en baştaki varsayım Esad’ın birkaç gün içinde düşeceğiydi. Bu kadar süre iktidarda kalacağına ve birgün Haseke Bölgesi’nden kendi arzusuyla çekileceğine hiç kimse ihtimal vermiyordu. Şimdi olanların hepsi zaten başta faraziyenin dışındaydı.
Bugün gelinen noktada, Dışişleri Bakanı’nın “Biz Suriye’de de facto durumu kabul etmeyiz” minvalindeki açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onu söyleyenlerle tartışmadan niyet okumak taraftarı değilim. Ama “De facto durumu tanımayız” demek “Asker göndereceğiz” anlamına geliyorsa... Türkiye şimdiye kadar uluslararası meşruiyet olmadan başka bir ülkeye asker göndermedi. Şu durumda da Türk ordusunun Suriye’ye girmesi yolunda bir BM kararı beklenemez. Bu, konunun hukuki yönü. Ayrıca Türkiye oraya girerse geri dönmesi çok zordur. Başarılı olarak geri gelmesi ise bana imkânsız gibi geliyor.
Dışişleri Bakanı bu açıklamayı yaparken diğer muhalif grupları grupları da gözeterek “Muhalifler birlikte karar vermeli” gibi bir argüman kullanıyor. Sizce Türkiye’nin diğer muhalifler adına böyle konuşmasının zemini var mı?
Suriye’de birçok muhalif kesimin Türkiye’yle mesafeli durduğunu biliyoruz, bu bir... İkincisi, Suriye’de o muhalifler rejimi deviremediler. Rejim sapasağlam duruyor. Kuseyir’de olanları düşünürsek belki muhalifler geri çekilmek mecburiyetinde kalacak. Kuseyir’den sonra Humus’u, Halep’i halledecek belki rejim... Öyle olursa, bizim sadece muhalifleri örgütlemeye çalışmamız, olayların arkasında kalmamız anlamına gelecektir. Dolayısıyla, birincisi bizim bütün muhalif grupları kendi yanımızda görmemiz doğru değil, ikincisi de Suriye’yi sadece muhalefetten ibaret saymak doğru değil.
Sizce, Türkiye Suriye’deki Kürt oluşumuyla ilgili nasıl bir tavır almalı?
Buna iki safhada cevap verebiliriz. Birincisi Kürt açılımının başarılı olursa, o başarı Suriye’de de olumlu sonuçlar verecektir. Çünkü PYD’nin PKK’yla çok yakın ilişkisi var. Dolayısıyla süreç başarılı olursa zaten o bir game changer (oyun değiştirici) olacaktır, sadece Türkiye ve Suriye için değil, bütün bölge için.
Peki ya başarılı olmazsa?
O durumda da nasıl yıllar önce “Kuzey Irak’ta Kürtlerin ne yapacağına Iraklılar karar verir” dediysek, Suriye’de aynı şeyi söylemememiz lazım. Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlere de “Ey Suriyeli Kürtler bizim sizinle bir sorunumuz yok. Ama eğer Türkiye’nin toprak bütünlüğüne göz dikmiş bir terör örgütüne yuva olursanız, sizinle iyi geçinemeyiz” dememiz lazım. “Orada ne yaparsanız sizin işiniz, Suriyelilerin işi, bizim ilgi alanımızın dışında” dememiz lazım.
Kuzey Irak örneğini verdiniz. O dönemde Türkiye nasıl tepki vermişti, AK Parti’nin yaklaşımı neydi?
13 yıl önce, biz o zaman partimizi yeni kuruyorduk. Zamanın koalisyon hükümetinin Savunma Bakanı Kuzey Irak’taki Kürtler için “Otonomi ilan etmek istiyorlarmış, etsinler de görelim” gibi beyanlarda bulunmuştu. Ben de beyanın bulunduğu gazeteyi alıp, Sayın Abdullah Gül’ün odasına gittim ve dedim ki, “Biz ileride belki hükümet kuracağız. O zaman bu tür beyanlardan mümkün olduğunca kaçınmalıyız çünkü Türkiye’nin Irak’taki olaylara etkisinin bir sınırı vardır. Irak’ta ne olacağına Iraklılar karar verir. Eğer Iraklılar kuzeyde bir otonom Kürt bölgesi olmasına karar verirse olur. Türkiye’nin o Kürt bölgesiyle hatta ileride bağımsız Kürt devleti de olabilir orası, o devletle dostane ilişkiler sürdürmesi lazım” dedim.
Abdullah Gül ne dedi?
“Peki olaylar bu kadar hızlı giderken biz bu virajı dönebilir miyiz” dedi. “Dönemeyiz ama bizim tutumumuz bu olmalı” dedim. Sonra seçimler oldu, Sayın Gül, Başbakan oldu, ben Dışişleri Bakanı oldum. “Yaşar” dedi “Artık dışişleri bakanısın, o virajı dönebilir misin?” “Şimdi Amerikalılar istila ediyorlar, virajı dönmek daha zor, ama söylediklerimin arkasındayım” dedim. 2000 yılında Sayın Gül’e tavsiye ettiğim Kürt bölgesiyle dostane ilişkiler kurma noktasından bugün Amerikalıları bile karşımıza alacak kadar, Kürtlerle yakın olduğumuz bir noktaya geldik. Şimdi ben Suriye’nin kuzeyi için de aynı şeyi söylüyorum: Suriye’de neler olacağına Suriyeliler karar verir. Bizim oradaki Kürtlerle deiyi geçinmemiz gerekir.
Sizce Kürtlerin bölgedeki geleceği nasıl olacak. Bağımsız bir devlet ya da bir konfederasyon kurulacak mı?
Bu kadar büyük bir halkın bağımsız bir devlet olma hayali var. Bu hayal meşrudur, bunu kabul etmek lazım. Bu nasıl gerçekleşir onu Allah bilir, koşullara bağlı. Irak’ta otonom bölgeyi zaten sağlamışlar. Suriye’de ulaştıkları noktadan kolay kolay geri gelmezler. Esad rejimi kazansa da, oraya fazla bir şey empoze edemez. Bağımsız Kürdistan ne zaman olur derseniz, bu süreç yavaş yavaş devam edecektir.
Kürtlerin hayalleri hem meşru, hem gerçekleşebilir, öyle mi?
Ben Meclis’te AB Komisyonu Başkanı olduğum zaman Irak’tan bir heyet gelmişti “Irak’ta bir söz vardır. Şiiler zincirle kendilerini döver, Kürtler hayal kurar, Sünniler yönetir” demişti. Şimdi o günde değiliz. Kürtler evet hayal kuruyor ama gerçekleşemeyecek şeylerin peşinde de koşmuyorlar.
Dış politikada ilke çikolata kabı gibidir
Türkiye’nin dış politikada yanlış hesaplar yaptığı, bölgede yalnızlaştığı söyleniyor. Sizce Türkiye hata yapıyorsa nerede yapıyor?
Ben 40 yıldır diplomasi mesleği icra ettiğim için mesleki yozlaşmaya maruz kalmış bir insanım. Türkiye’nin çıkarları mevzubahis olduğunda ilkelerin onun üstüne çıkmasını doğru bulmuyorum. Örneğin Suriye meselesinde Rusya ve İran “Evrensel değerler uğruna böyle hareket ediyoruz” diyorlar. Evrensel değerler onlara göre bir ülkenin hükümranlığı. Batı ve Türkiye ise evrensel değerler uğruna muhalefetin yanında yer alıyorlar. “Temel hak ve hürriyetler baskı altında” diyorlar.
Dış politikada ilke diye bir şey yok mu?
Dış politikada herkes ulusal çıkarlarına göre hareket eder. İlkeleri ona uydurup bir paket olarak sunar. Çikolatanın kabı gibi. Siz de görürsünüz; bazı ilke sahibi insanlar vardır. Trafikte yeşil ışık görünce sağa sola bakmadan yola atlar ve bir araba çarparsa ölür. İlkelere sahip olmak iyi bir şey. Ama sağına soluna bakarak gitmekten de vazgeçmemek lazım.
Belki kan bitince savaş da bitecek
Siz Suriye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Suriye’de ben bütün ihtimalleri öteki bütün ihtimallerden kötü görüyorum: All options are worse than the others.
Hepsi birbirinden kötü yani...
Evet maalesef... Suriye şu anda alçak yoğunluklu bir proxy war içinde; vekaletle yürütülen savaş. Bazı fraksiyonlar, Rusya ve İran’a vekaleten savaşıyorlar, ötekiler de Suudi Arabistan’a ve Türkiye’ye vekaleten savaşıyorlar. Bu arada Beşar Esad’ın düşeceği konusundaki ihtimaller hergün biraz daha erteleniyor.
Ne kadar sürebilir bu durum?
Suriye belki kanı bitmek suretiyle exhaust edilecektir, hiçbir şey yapamaz hale gelecektir. O da yıllar alabilir. Ama tabii Esad’ı devirmek suretiyle saray isyanı da olabilir. Belki Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin sağladığı silahlar biraz daha artırılmak suretiyle muhalefet güçlendirilebilir. O da bir ihtimal. Ama şöyle düşünmek lazım. Yenilgi muhalefete mi rejime mi daha pahalıya patlayacak, kim canını dişine takıp savaşacak sorusunu sorduğunuz zaman rejim düşerse artık Alevilere ve rejimin karar vericilerine yaşam imkanı sağlanmayacaktır. Bunu da nazarı itibare almak gerekir.
Kürt ve Alevi komşu devletler
Suriye’de bir bölünme olursa nasıl bir manzara ortaya çıkar?
Kürtler bu bölünmeyi en kolay kuvveden fiile geçirebilecek grup. İkinci olarak, Suriyeliler tarafından bütün bu kaosun sebebi olarak görülecek Aleviler kendi aralarında homojen bir bölgeye çekilme ihtiyacını hissedeceklerdir. 1920’de Osmanlı oradan çekilip Fransızlar geldiği zaman altı otonom cumhuriyet kurmuşlardı. Şam, Halep, Cebel-i Dürzi (sonra genişletilerek Cebel-i Lübnan oldu ) İskenderun, ve Cebel Alevi... Dolayısıyla eğer bir karışıklık olursa Alevilerin Cebel Alevi cumhuriyetine çekilmek suretiyle Lazkiye dolaylarında otonom bölge ya da devlet kurmaları ihtimali akla geliyor. O zaman düşünebiliyor musunuz Suriye sınırımızın doğu ucunda PKK yanlısı bir Kürt devleti, batı ucunda bu kadar ihtilaf sonrasında, düşmanca gördüğümüz bir Alevi devlet olacak. Onlarla ilişkilerimizi düzeltmek için çok çaba sarfetmemiz gerekecek. İkisi de Ortadoğu’ya giden yolumuzun üstünde olacak ve onları aşmadan ileride kurulacak Sünni Suriye’ye ulaşmak mümkün olmayacak. (Tuğba Tekerek -Taraf)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.