Gazeteci olarak Amerikan Başkanlarının çalışma odası sayılan Beyaz Saray’ın ünlü Oval Ofis’ine iki kez girdim.
Birincide telaşlıydım, Süleyman Demirel ile Başkan Bill Clinton’un bize yapacağı açıklamaları merakla not etmeye hazırlanıyor, belki fırsat bulursam soru sormayı umuyordum.
İkinci seferde ise liderlerin orada ayaküstü söylediklerini zaten on dakika sonra TV’den yayınlanacağını, benim oradaki mevcudiyetimi başka şekilde anlamlandırmam gerektiğini düşündüm.
İşte bu yüzden, bütün gazeteciler ve kalabalık liderler ve beraberlerinde heyetlerin oturduğu koltukların etrafına yığılmışken ben geride kaldım, Oval Ofis’in az sayıdaki rafında yer alan kitapların isimlerini, duvarlardaki resimleri ve en önemlisi Başkan’ın çalışma masasının üstündekileri not almaya başladım. Bir ara masaya fazla yaklaştığım için Beyaz Saray görevlilerince uyarıldım ama beni uyaran görevliye bazı sorular sormayı da akıl ettim, Başkanın yakınındaki ekipten olan görevliden de faydalı şeyler öğrendim.
Bu yazıyı gazetecilik hatıralarımı anlatmak için değil, Başkan Bill Clinton’ın dindarlığından söz etmek için yazıyorum. Clinton’ın masasında camdan yapılma küçük bir levha dikkatimi çekmişti. Levhada Hristiyanların kutsal kitabı İncil’den kısa bir alıntı, bir özlü söz yazılıydı. Adil olmak, yönetirken kimsenin hakkını çiğnememek üzerine kısa bir cümle.
O zaman düşünmüştüm, bizim başbakanımızın masasında Kuran’dan böyle küçük bir özlü cümlenin yer aldığı bir levha olsa gazeteler ne derlerdi acaba, diye...
Bill Clinton tek örnek değil. Onun ‘çağdaşı’ diyebileceğimiz Tony Blair de dindar biriydi aynı Clinton gibi. Düzenli olarak kilisiye gider, konuşmalarında zaman zaman dini referanslara yer verirdi. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra Anglikan kilisesinden ayrılıp Katolikliği seçtiğini açıkladı.
Blair’in din, din devlet ilişkisi, dinin modern bireyin hayatında yeri gibi konularda yapılmış çok ilginç (ve içeriği zengin) konuşmaları, konferansları var. Aynen Bill Clinton gibi o da ‘solcu’ olmakla dindar olmak arasında hiçbir çelişki görmüyor.
Şimdiki başkan Obama pek dindar ve kiliseye gitme meraklısı gibi gözükmese de, cumartesi günü The New York Times’da okuduğum bir yorum, Amerika’da Demokrat Parti seçmeninin bir hayli dindar olduğunu ortaya koyuyordu.
Amerikan muhafazakârları, yani Cumhuriyetçiler, bu ülkenin coğrafi anlamda tam göbeği sayılan ‘İncil kuşağı’na, yani bir hayli dindar protestanlardan (ve onun özel bir versiyonu olan Evanjeliklerden) oluşan kalabalık kesime dayanır esas olarak. Eğer bu ülkede Demokratlar da seçim kazanıyorsa, onların ‘din dışı’ gibi gözükmüyor olmaları yetmez, kendilerince dindar gözükmeleri de gerekir. Hayatın gerçekleri bunlar.
Amerika, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde belki son yirmi yılın fenomeni bu. Solcu liderler, dinin çok da aykırı olmayan bir yorumuyla dindarlıklarını açık açık gösteriyorlar. Eskiden pek de düşünülmeyen, hayal edilmeyen bir şeydi bu. Sol ve dindarlık yani.
Türkiye de dünyanın çok uzağında değil. Bizde de dinin gündelik hayatta, vatandaşların gözünde çok önemli, çok özel bir yer tuttuğuna kuşku yok. Ama bizde çarpık bir anlayış da var: Dindar olmak, dine inanıyor ve onu kendince uyguluyor olmaya çalışmak hemen başka türlü siyasi amaçlara sahip olmakla bir tutuluyor. Özellikle 28 Şubat’tan beri, bir hayli din düşmanı, din dışı eğilimler dile getirilir oldu. Oysa bu çeşit bir bakış açısı aynen din devleti istemek kadar aşırı bir görüş, hatta bizim toplumumuz için marjinal bir görüş.
28 Şubatta su yüzüne çıkıp kendini yerleştiren bu din düşmanı olmanın sınırındaki marjinal bakışla ister istemez bizde Cumhuriyet Halk Partisi arasında bir özdeşlik kuruldu. Açıkçası CHP de bu özdeşlikten hiç rahatsız olmadı.
2002 sonrası Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde de CHP bu özdeşliği çok kullandı, temel muhalefet çizgisini uzun süre (belki hala) Ak Parti’nin gerçekte gizli bir gündeme sahip olduğu ve bu gündemin de Türkiye’yi bir din devletine çevirmeyi amaçladığı söylemine dayandırdı. Yani dünyadaki yaygın eğilimin tersine davrandı bizim solcularımız. (Belki bir tek Fransız solcularıyla benzeşiyorlardı bu konuda ama onlar bile bizdeki kadar aşırıya kaçmadılar.)
Şimdi Ak Parti’nin iktidardaki sekizinci yılını yaşıyoruz. Bu partinin gizli gündemiyle ilgili korkuların nisbeten yatıştığı ama bu partinin de artık ciddi bir iktidar yıpranması içinde olduğu günlerdeyiz, en fazla 12 ay sonra yapılacak bir genel seçime doğru gidiyoruz.
Bu aşamada din ve dindarlık olgusunun normalleşmesini, dindar solcuların da kendilerini ifade etmeye başlamasını beklemeli miyiz?
Dindar Solcular- İsmet Berkan/ Radikal
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.