Bugün AK Parti'yi iktidara taşıyan, çözmeyi vaat ettiği sorunlar değil midir? AK Parti bunları yok olmak için mi savunmaktadır?
Başbakan, grup konuşmasında, “Etnik milliyetçilik yapmayacağız”, “Tek devlet, tek dil, tek bayrak” sözünden “birilerinin rahatsız olduğunu” söyledi. Hatırlayacaksınız, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bildirisinde de aynı anlayış vardı.
Başbakan doğru söylüyor, bazıları MGK bildirisinden rahatsız oldu, onlardan biri de benim! Rahatsız olduğum MGK’nın bildirisindeki, “Resmi dilin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilmeyeceğinin bilinmesi gerektiği” uyarısıdır.
Kim resmi dili değiştirmek istedi?
MGK Bildirisi’nin ve Sayın Erdoğan’ın ‘uyardığı’ BDP’dir. Başbakan açıkça BDP’nin, Türkiye’de iki resmi dil olmasını istediğini söylemektedir. Doğru mu acaba? Bakalım:
Başbakan’ın, MGK Bildirisi’ne de yansıyan, BDP’nin resmi dili değiştirmek istediği sözünün yanlışlığı öğrenildi sanıyordum. Bu konu basınımızda, yılbaşı öncesinde iki hafta, BDP’nin resmi dili değiştirmek istediği varsayılarak aynen başbakan gibi tartışıldı. Oysa ben, BDP’nin resmi dili değiştirmek istediğini yazan bir bildiri görmemiş, resmi bir beyan da okumamıştım.
Bir haksızlığı göstermek
Gerçekte, Diyarbakır’da toplanan DTK’de (Demokratik Toplum Kongresi) bir tebliğ taslağı dağıtılmış ve bu taslak Fırat Ajansı’nda da yayımlanmış, mesele bu taslağın sahibinin bilinmemesinden çıkmıştı. Toplantıda bulunan birçok Türk ve Kürt bu bildiri taslağını eleştirmiş, sonunda çalıştay kararına alınmamıştır.
Aynı günlerde BDP kendi internet sayfasında, ‘Demokratik Özerklik Bildirisi’ yayımlamıştır. BDP Bildirisi’nin eksik, yanlış, doğru yanları vardır ama ‘resmi dili değiştirme isteğini’ gösteren bir yanı yoktur. Bunları, Sayın Erdoğan’ın ‘tek dil’ sözünden çıkarak BDP’yi eleştirmesinin ve MGK Bildirisi’nde yazılanların haksızlığını göstermek için yazdım.
Bu haksızlıktan başka, Sayın Erdoğan’ın grup konuşmasında bulunan önemli bir mantık hatasını göstermek istiyorum:
Kimse serdettiği görüşlerini, o görüşün yanlışlığı ortaya çıkarsa ya da o görüşte istenenler gerçekleşirse söylemeyi sürdürmez; devam ederse ciddiye alınmaz, dinlenmez olur. Her parti de gerçekleştikleri zaman politikalarını söylemekten vazgeçerler, onları terk edip başka politikalar söylemeye başlarlar. Böyle olduğu için, yakın geçmişimizde geçerli olan “Olağanüstü hali kaldıralım”, “Yabancı para kurunu serbest bırakalım” görüşünü hiçbir parti günümüzde savunmamaktadır.
Her partiyi sorunlar var eder
Yani bütün siyasal partiler sorunlardan yola çıkarak kurulur ve o sorunların çözümünü halka anlatarak gelişir, bunları çözer veya çözümüne katkıda bulunur; sorunlar çözüldükçe kendi felsefeleri içinde kamuoyuna yeni konular sunarlar. Açıkça, siyasal partileri halkın sorunları var eder, onları halka doğru anlattıkları kadar hem başarılı olur hem de yeni konulara sahip çıkarlar.
Sayın Erdoğan ise “BDP sorunun var ettiği, sorunun ortaya çıkardığı bir siyasi yapıdır aslında”, “Sorun çözüldüğü anda biliyor ki oy noktasında bitmiştir, olay budur” demekten çekinmiyor. Sormaz mısınız? “AK Parti’yi var eden o ‘sorun’ değil miydi? Bugün AK Parti’yi iktidara taşıyan, çözmeyi vaat ettiği sorunlar değil midir? AK parti bunları yok olmak için mi savunmaktadır?”
Sorun çözülünce...
Hiçbir parti, Başbakan’ın BDP için söylediği gibi, ‘sorun çözüldüğü anda’ bitmez; tam tersine yeni haklı sorunların sahibi olur.
Sayın Erdoğan, “BDP’nin attığı adımlar ne hak arayışıdır ne de sorunların çözümüne ilişkin bir katkıdır” demektedir. Öyleyse bırak, diğer 56 parti gibi tabela partisi olsun; ama bırakmaz, o da biliyor ki BDP’yi yaşatan anayasamızdır, kanunlarımızdır ve de zihniyetimizdir.
Tarhan Erdem - Radikal
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.