Başbakan Erdoğan'ın önceki gün grupta yaptığı konuşmanın yankıları sürüyor.
Başbakan, Türkiye'nin barışa susamışlığını öylesine etkili bir dille anlattı ki sadece o salonda bulunanlar değil, televizyonları başında izleyenleri de derinden etkiledi.
Tarihi bir konuşmaydı.
Türkiye yüz, yüz elli yıllık bir meselesinde ilk kez kararlı bir irade görüyor ve ilk kez barış umudu doğuyordu.
Daha o konuşmayı izlerken telefonlarım çalmaya başladı. Arayanların büyük çoğunluğu Kürtler ve CHP'lilerdi.
Kürtlerin kendilerini ilgilendiren bir konuşmayla ilgilenmesi elbette doğaldı ama CHP'lilerin muhalefet ettikleri bir liderin konuşmasına ilgi göstermesi doğrusu şaşırtıcıydı.
CHP'nin en etkili organı Parti Meclisi üyesi bir CHP'li şöyle diyordu:
"Başbakan, hiç tereddüt etmeden altına imza atacağım bir konuşma yaptı. İzlerken inan tüylerim diken diken oldu..."
Doğrusu yalnız da değildi bu CHP'li yönetici... Çok sayıda parti üyesi, belediye meclis üyesi, parti yöneticisi de benzer şeyler söylüyordu.
Daha ilginci, gözyaşlarını tutamayanlar arasında sadece Bülent Arınç veya birkaç AK Partili milletvekili değil CHP'liler de vardı.
Türkiye'nin en "sevimli katili" ünlü sanatçı Aykut Oray'ın cenazesinde karşılaştığım onlarca CHP'liden de benzer tepkiler aldım.
Hatta deneyimli bir parti üyesi şöyle diyordu:
"İnanılmaz etkilendim. Bizim bu tür açılım karşısında sessiz kalmamamız gerekiyor. Ben Kürt değilim ama artık bu sorunu Türkiye'nin çözmesi gerekiyor. Bizden de birilerinin çıkıp konuşması lazım."
Araya girip soruyorum: "Siz neden konuşmuyorsunuz?"
"Biz sabıkalı siyasetçi olduğumuz için konuştuğumuzda farklı yorumlanıyoruz. Ortalığı karıştıracağımızı söyleyip bizi susturuyorlar."
İşin doğrusu bu çıkışlar, CHP yönetimine muhalif gibi görünse de aslında CHP'nin yıllar önce sahiplendiği bir meseleye yeniden sahip çıkmasını arzulamaktan öte bir anlam taşımıyor.
Tabii bu sadece CHP'ye özgü bir durum da değil. Kürt açılımı bütün siyasi partilerde derin bir tartışma yarattı. Hatta MHP içinde de farklı seslerin varlığı biliniyor. Aynı şey DSP, SP ve DP içinde de yaşanıyor.
'Ölüm'ün yanına 'hayat!'
Bu sürecin siyasi partilerde nasıl bir etki yarattığının ayrıntılarına ileride gireceğiz ama şu gerçeğin altını çizmekte yarar var:
Partilerin içindeki farklı sesler Türkiye toplumunun barış özlemini gösteriyor ve bu da Kürt sorununu çözmek isteyenlere önemli bir şans sunuyor...
Şimdi soru şu, Acaba Türkiye'nin siyasi partileri bu şansı iyi değerlendirebilecekler mi?
Ya da Yılmaz Erdoğan'ın "Yalvarıyorum" başlıklı mektubundaki özlemi 3 yıl sonra da olsa yerine getirebilecekler mi?
"Kürtçede de Türkçede de binlerce ağıt vardır.
...
Ama yüreğimizde artık dağlanacak yer kalmamıştır.
Sevdadan gayrısına ağıdımız olmasın artık.
Şimdi hepinizin huzurunda yalvarmak istiyorum.
...
Kimin dudaklarının ucundaysa bunca gencecik hayat, ben ona yalvarmak istiyorum.
Ne olur? Bu işi durdur.
...
İşte açık açık yalvarıyorum, durdursun durdurmaya gücü yeten.
Sabahlara kadar tartışalım.
...
Kimseyi haklı bulmuyorum, kimseyi haksız bulmuyorum.
"Acı"nın yanına "şifa", "zor"un yanına "çaba", "intikam"ın yanına "bağışlama"...
"Ölüm"ün yanına "hayat"!
Kürtçe meselesi, Türkçe meselesi üzerine bir yakarış bu...
Elimde sade kelimeler...
Dizlerimin üstüne çöktüm ağlıyorum.
Takatimin sonundayım ve durdurun diyebiliyorum sadece.
Yalvarırım... Durun.
Durdurun!"
Mahmut Övür/Sabah
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.