Gazeteci Ece Temelkuran, "Beni görenin gözü doluyor. Niye gözleri doluyor? Ölecekmişim gibi bakıyorlar, tutuklanacakmışım gibi ya da çoktan kaybedilmişim gibi... Gerçek şu ki gazeteciler halkın gerisinde kaldı" dedi.
Cumhuriyet gazetesinden Ali Deniz Uslu'nun "Korkmaktan bıktığınız zaman başlar hayat" başlığıyla yayımlanan (19 Şubat 2012) söyleşisi şöyle:
Korkmaktan bıktığınız zaman başlar hayat
Ece Temelkuran’a göre insanlar öfkeli ve kızgın değiller, onları hareketsiz kılan en derinlerinde duydukları keder ve üzüntü. Bir araya gelip bir şey yapmak için mecalsiz bırakılan, birbirine kırdırılan insanlar ancak korkudan bıktıkları anda cesurlaşacak.
Ece Temelkuran köşe yazılarını topladığı “Kayda Geçsin” kitabının imza günlerinde insanların kendisini dolu gözlerle izlediğini anlatıyor; “Ölecekmişim gibi bakıyorlar, tutuklanacakmışım gibi ya da çoktan kaybedilmişim gibi. Arkamdan değil şimdi ağlıyorlar. Ama asıl dertleri bu değil. Gerçek şu ki gazeteciler halkın gerisinde kaldı. Halk konuşulsun istiyor. Ama son dönemde gazeteciler hayatın diğer renklerini keşfetmeyi tercih ediyor!” Hava durumu gibi operasyon haberlerini izlediğimiz şu günlerde hapishanedeki insanları sayıyla değil genel nüfusa oranla bile söylemenin mümkün olduğuna dikkat çekiyor; “Dün bir arkadaşım 'hepimiz içeri taşınalım da bitsin bu iş' dedi”. Evet, konuşamadıklarınız, konuşmadıklarınız zehirli. Korkunun getirdiği sessizlik de uğursuz. O irin tende ve tinde birikiyor. Öyle çok şey el değiştirir ki korkunun getirdiği bu sessizlikte. Peki ya siz teslimiyetin ve suskunluğun bedelini ödemeye hazır mısınız?
- Türkiye’de medya sessiz, medya yandaş, çoğunluk el pençe divan duran cinsten. Bilgiler belli süzgeçlerden insanlara ulaşıyor. Bir fanusun içinde tıkıldık, soru soran da yok. Tablo çok mu karanlık?
- Evet, karanlık. Artık insan hamuru değişiyor, gazetecilik hamuru da değişiyor. İnsanlar bir yerden sonra bu kadar korkak olmalarından utanırlar normalde. Şimdi kimse utanmıyor. Bu ürkütücü.... Kendiliğinden değişmeyecek durumumuz belli. “Yeter artık demek!” gerekli.
- Deneyenler kapı dışarı ediliyor, bazılarına gözdağı bile yeterli oluyor?
- Beni görenin gözü doluyor. Niye gözleri doluyor? Ölecekmişim gibi bakıyorlar, tutuklanacakmışım gibi ya da çoktan kaybedilmişim gibi... Gerçek şu ki gazeteciler halkın gerisinde kaldı. Halk konuşulsun istiyor, Twitter'da konuşuyor. Tabii insanlar için konuşacak gazeteciler konuşmuyor, sessizler. Ortalık yanıyor Türk sanat müziği programı yapıyor Mehmet Barlas. Son dönemde gazeteciler hayatın diğer renklerini keşfetmeyi tercih ediyor! Ben korktuğu için insanları suçlamam. Ben de korkuyorum ama işimi de yapıyorum. Kendini koruma, kurtarma çabasına saygım olsa da her şeyin bir bedeli olduğunu aklımdan çıkarmıyorum.
- Siz şimdi ödüyorsunuz?
- Şimdi öderseniz, içeri girersiniz, işsiz kalırsınız. Ya ödemeyenler? Hayatlarının geri kalanını nasıl geçirecekler? Bu dönemde sessiz kalmanın bedelini gelecekte ödeyecekler. Ne şekilde olacağını da o zaman görecekler. Utanç hapishanesinde yaşayacaklar bu sürede de. Zaten utanç yoksa Tanrı selamet versin!
- Gündem ışık hızıyla değişiyor, değiştiriliyor. Her pazartesi ya KCK ya Ergenekon haftayı açıyor. Öncekini unutturuyor. Güne tutunmak niye bu kadar zor?
- Hava durumu gibi operasyon haberlerini izliyoruz. Hapishanedeki insanları sayıyla değil genel nüfusa oranla bile söylemek mümkün. Dün bir arkadaşım “hepimiz içeri taşınalım da bitsin bu iş” dedi. İçeride bir yönetim, bir ülke kurulacak!
- Köprüden önce son çıkış var mı?
- Aslında korkuyla cesaret arasında fark yok. Ya da cesaret korkunun zıttı değil. Bence cesaret, korkudan bıkmakla ilgili bir şey. Her gün operasyon haberi alıyorsun, sırtındaki yük artıyor, her gün daha da küçülüyor dünya... Bir gün “ahh yeter ulan!” dediğin yer işte cesaret. Yoksa hiç korkmamak değil, bu hayatı böyle yaşamaya katlanamamanın adı cesaret.
- Faşizm, cesaret, korku, demokrasi... Bazı kelimelerin anlamını yeniden anlıyoruz sanki?
- 1980’den beri pek çok kavram kirlendi, kirletildi. Bir zamanlar hatırlar mısın bilmiyorum “kahrolsun insan hakları” diye yürüyordu polisler. Kelimelerin sahiplenilmesi, kelimeleri kullananlara gösterilen tepki, her şey iç içe ama kopuk kopuk. Tuhaf bir yerde yaşıyoruz.
- Bu coğrafyada herkes faşist mi doğuyor?
- Faşist doğmuyor ama en baştan ülkelerin kaderleri bizim omurgalarımıza nakşediliyor. Ülkeler kaderlerini değiştirmeye karar vermedikleri sürece hepimiz omurgamızda o nakışla doğuyoruz. “Meseleleri” konuşmuyoruz. Yeni nesil bu meselelerin gerilimi ile doğuyor ve taraf olmak zorunda kalıyor. “Ya bendensin, ya düşmansın!” bu faşizmin ta kendisi. Bu ülke çocuklarına hep acı, ölüm, sürgün verdi. Çocuklarının mürvetini görmeyi hiç istemedi. Öyle ki insanlar bir nefret sahibi olmak istiyor, birini linç etmek için arzu duyuyor; vahşet ihtiyacı. Tabii tarihiyle ve bugünüyle ilgili bir ihtiyaç bu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.