Hatay Dörtyol’da, Passat marka bir arabadan açılan ateş sonucunda dört polis hayatını kaybetti biliyorsunuz.
Saldırganlar kaçtı.
Saldırıyı PKK üstlendi.
Arkasından Ülkücü gençler hareketlendi, Kürt mahallesini basmaya kalktı.
Ortalık birbirine girdi.
Bir anda ülke bir “iç savaş” görüntüsüne büründü.
Şimdi bunlar “bilinen”, söylenen, görünen gerçekler.
Ve, dün çok tuhaf gelişmeler yaşandı.
Vakit Gazetesi, saldırıda kullanılan aracın, bölgedeki küçük bir beldenin MHP’li belediye başkan vekiline ait olduğunu açıkladı.
Ardından “İskenderun.org” isimli bir internet sitesinde MHP’li başkan vekili Bestami Kılınç’ın olayla ilgili açıklamaları yer aldı.
Açıklamalar biraz şaşırtıcıydı.
Kılınç, yayla yolunda arabasıyla giderken, “yukardan gelen” sivil giyimli Jandarma İstihbarat elemanlarıyla karşılaşıyor.
Onlarla konuşuyor.
Buradan, Kılınç’ın “sivil giyimli Jandarma istihbarat” elemanlarıyla tanıştığını anlıyoruz.
Sonra yoluna devam ediyor.
“Beş dakika” sonra beş PKK’lı yolunu kesiyor, arabasını gasp ediyor.
İkisi onun yanında kalıyor, diğer üçü arabasını alıp gidiyor.
PKK’lılar Kılınç’a iyi davranıyorlar.
Cep telefonunu alıyorlar.
Dört saat sonra Kılınç’ı serbest bırakıyorlar, telefonunu da iade ediyorlar.
Kılınç hemen “Jandarma istihbaratı” arıyor.
Buradan da anlıyoruz ki Kılınç “istihbaratçıları” sadece tanımıyor, onların telefonlarını da biliyor.
Şimdi, hikâyenin bu “biçimi” bile yeterince tuhaf.
Jandarma istihbaratçıları çok iyi tanıyan bir MHP’li, yayla yolunda önce istihbaratçılara, beş dakika sonra da PKK’lılara rastlıyor.
Biz bu haberi konuşurken Mehmet Baransu geldi.
Onun elinde bu olayla ilgili “resmi rapor” vardı.
Ve, resmi raporda anlatılanlar Kılınç’ın “anlattıklarından” biraz farklıydı.
Evet, Kılınç’la Jandarma İstihbaratçılar, “arabası” gasp edilmeden önce görüşmüşlerdi ama bu bir “tesadüf” sonucu olmamıştı.
Rapor, üç Jandarma istihbarat elemanının Isuzu marka bir arabayla, Kılınç’ın bulunduğu maden ocağına gittiğini, orada Kılınç’la görüştüğünü söylüyordu.
İstihbaratçılar ayrıldıktan biraz sonra Kılınç da arabasıyla yola çıkmış ve arabası PKK’lıların eline geçmişti.
Kılınç, gerçeği saptırarak anlatmıştı basına.
İstihbaratçıların kendisini görmeye geldiklerini saklamıştı.
O istihbaratçılarla ne tür bir ilişkisi olduğunu, onları nerden tanıdığını, telefon numaralarını nasıl bildiğini de söylememişti.
Polislere yapılan saldırının “hazırlık” aşamasında birden JİTEM çıkıyordu karşımıza.
Jandarma istihbaratla çok yakın ilişkileri olan bir MHP’li çıkıyordu.
Koyu bir “kontrgerilla” gölgesi büyüyordu tablonun içinde.
Daha sonra, Dörtyol’un çıkışında bir başka arabanın içinde üç kişi bir kontrol noktasından kaçmaya çalışırken aralarından biri vuruluyor ve “saldırıyı yapan PKK’lıların yakalandığı” şayiası yayılıyor, ülkücü gençler de ayaklanıyordu.
Dört dörtlük bir “kışkırtma” operasyonuyla karşı karşıyayız bence.
Referandum öncesi, ülkenin “biraz daha demokratikleşmesini” önlemek isteyenler, bütün ülkeyi karıştıracak eylemler düzenlemeye, insanları birbirine kırdırmaya uğraşıyorlar.
Böyle olaylarda Kürtlerin ya da Türklerin ölebileceği ihtimaline de hiç aldırmıyorlar.
Şu anda gözleri kararmış durumda.
Ama Türkiye’nin bir şansı var, bu olayları çok fazla yaşadığımız için belli bir tecrübe birikimi oluşmuş, gerçekler çok
süratli bir biçimde ortaya çıkıyor.
“Askeri bir yönetim” getirebilmek için el ele verip kışkırtıcılık yapanlar deşifre oluyor.
Dörtyol olayı “kontrgerilla”nın hareketlendiğini gösteriyor.
12 Eylül, “sağcı ve solcu” gençleri alçakça kullanmış, onları birbirine öldürtmüştü.
Şimdi birileri, aynısını Türk ve Kürt gençlerle denemeye çalışıyor.
Bütün “öfkeli” Kürtlerle Türklerin, öfkelerine kapılmadan önce durup bir düşünmesinde yarar var.
Hiç unutmasınlar ki, böyle alçaklıkların “oyuncağı” olmaktansa, bu alçaklıkları önleyecek bir aklın parçası olmak çok
daha onurlu ve haysiyetli bir iştir.
Ahmet Altan - Taraf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.