Türkiye’yi bölmek istiyorlar” diyen sesler yükseliyor. Seçim yaklaştıkça milliyetçi histerinin de tırmanacağı görülüyor. Demokratik Toplum Kongresi’nde ‘Demokratik Özerklik’ konusunda hazırlanan taslak, onlara bir hamle fırsatı sağlamış gibi davranıyorlar.
Bu hengamenin hedefindeki kent Diyarbakır’da neredeyse her gün birkaç sivil toplum örgütü değişik konularda seminerler, sempozyumlar, toplantılar düzenliyor. Ama Diyarbakır’daki ‘kültürel enerji’yi sadece bu tür etkinlikler üzerinden açıklayamayız.
Parklar, kültür merkezleri, tiyatro salonları, büyük bulvarlar, alışveriş merkezleri, modern apartmanlar, bahçeli villalar kentin dört bir yanına yayılıyor. Tabii, ‘asıl büyü’, ‘Suriçi Diyarbakır’da. Mardinkapı, Urfakapı, Dağkapı, eski cezaevi, Keçi Burcu, Zından, Keldani kilisesi, restorasyonuna başlanan Ermeni kilisesi, Cahit Sıtkı Tarancı Evi, Ahmed Arif adına açılacak yeni kültür merkezi gibi insanı bir anda kendine çeken güzel ve etkileyici yapılar Diyarbakır’a gelenleri farklı bir atmosfere sürüklüyor. Şehrin her sokağında farklı bir ruhla karşılaşıyorsunuz.
AK Partili kadınlar
Önceki gün Diyarbakır’da AK Partili kadınlarla buluştum. Seçimlere hazırlanıyorlar. Geçen seçimlerde buradan 6 milletvekili çıkarmışlardı ve hepsi erkekti. Şimdi önlerine iki kadın milletvekili seçme hedefi koymuşlar. “Mardin’de AK Partili kadın milletvekili olması, kadınların dertlerini anlatmaları, isteklerini ulaştırmaları açısından çok faydalı oluyor. Onları kıskanıyoruz. Diyarbakır’dan da kadın milletvekili istiyoruz” diyorlar.
AK Partili kadınlara siyasetin onlar için taşıdığı anlamı sorduğumda şu çarpıcı cevabı aldım: “Bu şehirde her aileden en az bir çocuğumuz dağda yaşamını yitirdi. Birçoğu hapislerde. Artık bu acı dinsin diye biz kadın olarak, ana olarak bir şeyler yapabiliriz diye buralardayız. Burada siyaset yapmak o kadar da kolay değil.”
AK Parti’de çalışan genç kadınlardan birisinin babasını işkencede öldürmüşler. Annesi BDP’liymiş, kendisi iktidar partisini tercih etmiş. Annesiyle yaptığı tartışmalar hakkında anlattıklarını da ilgiyle dinledim.
Kentin dokusunda yoksulluk, çaresizlik, öfke ve barış umudu iç içe. Bir diğer yandan da tüketim, eğlence, modern yaşam, popüler kültür yönündeki enerji artıyor. Gündelik yaşam sadece kimlik vurgusuna bağımlı şekilde geçiyor olmasa da, Kürt kimliği konusundaki temel duyarlılıkta bir değişim yok. BDP’liyle de konuşsanız, AK Partiliyle de konuşsanız, CHP’liyle de konuşsanız Kürt kimliğini öne çıkaran bir siyasi tavır gözlemleyebiliyorsunuz.
Kadınların kendine güvenli halleri ve yarattıkları renklilik, Diyarbakır’ın ilk göze çarpan ve en analize değer nitelik taşıyan yönlerinden birini oluşturuyor. Aile içi şiddete karşı nasıl yoğun bir dayanışmanın oluştuğunu gözlemlemek, kadınların bu alandaki başarılarından ötürü duydukları mutluluğu yüzlerinden okumak mümkün.
KCK davası bir fiyasko
‘Demokratik Özerklik’ tartışmalarını yalnızca bir metin tartışması olarak görmeye ve göstermeye çalışmak ve bunun üzerinden Kürtleri tanıtmak çok tehlikeli. KCK davası kentin ve yörenin temel politik sorunu olma özelliğini sürdürüyor. Onlarca parti yöneticisi, belediye başkanı, kadın aktivist bu dava yüzünden hapiste. Dava yürümüyor. Çünkü Kürtçeye kilitlenmiş durumda.
Hükümet ve devlet; “PKK, yasal Kürt hareketini KCK örgütlenmesi yoluyla kontrol altında tutuyor; bu baskıyı kaldırmak amacıyla yapılacak bir operasyon, PKK’nın egemenliğini kırar” tezi üzerinden bu davaya ikna edildi.
PKK, etkisini yitirmek bir yana daha meşru ve etkili bir güç haline dönüştüğü izlenimini veriyor. PKK ile yasal Kürt hareketi arasındaki mesafe açılmamış, tam tersine bir yakınlaşma gerçekleşmiş. Bunun sonucunda yasal hareketin hareket alanı daralırken PKK’nınki genişlemiş.
Dava dil noktasında tıkanmış durumda. Bir yol haritası yok. Ne olursa olsun, son ‘demokratik özerklik’ tartışmaları da gösteriyor ki Türkiye, Kürt meselesinin derinliğiyle daha fazla yüzleşme noktasına gelmiş bulunuyor.
Oral Çalışkar - Radikal
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.