Diyarbakır Barosu, yargıda ayrımcılığa uğradıkları iddiasıyla, 'Yargıda etnik ayrımcılığa son" adı altında Anıt Park'tan, bir kilometre uzaklıktaki Diyarbakır Adliye'sine yürüdü.
BDP'li Milletvekilleri Selahattin Demirtaş ve Ayla Akat Ata'da, avukat kimlikleriyle cübbelerini giyerek yürüyüşe katıldı.
Adliye binası önünde son bulan yürüyüşe Diyarbakır Barosu'na kayıtlı 250 avukat ve bölge illerinden 9 baro başkanı cüppeleriyle katıldı. Avukatlar, 'Yargıda etnik ayrımcılığa son' yazılı pankartı açıp alkışlı protestoda bulundu.
Güvenlik nedeniyle Diyarbakır Adliyesi önündeki caddenin bariyerlerle kapalı olması nedeniyle avukatlar, bariyerleri geçerek adliye önünde açıklama yapmak istedi. Güvenlik güçleri, sadece avukatların bariyerlerden içeri girebileceğini, basın mensuplarını alamayacaklarını belirtti.
Bunun üzerine Diyarbakır Barosu Başkanı Emin Aktar ve bazı avukatlar ile güvenlik güçleri arasında kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Basın mensuplarının alınmadığı Diyarbakır Adliyesi önüne gelen Aktar ve avukatlar buradan açıklama yaptı. Basın mensupları da bariyerlerin diğer tarafından açıklamadan görüntü aldı.
Emin Aktar, açıklamada, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesinin tarafsız ve bağımsız bir yargı ile olanaklı olduğunu, yargının hem iktidar merkezlerine hem de topluma karşı bağımsız olması gerektiğini kaydetti.Aktar, "Adliye sarayı, adaletin gerçekleştiği yerler ama ne yazıkki Diyarbakır'da adliye saraylarını tel örgülerle halktan koruyorlar. Neden acaba, çünkü artık adliye sarayında adalet gerçekleşmiyor. Böyle bir inanç yok. Böyle bir inanç olmayınca da sizleri, basın mensuplarını dışarıda tutuyorlar" dedi. Aktar, bu mevzuat ve uygulamalar ile toplumsal barışı tesis etmek ve toplumda adalet anlayışını yerleştirmenin olanaklı olmadığını ileri sürerek, 'Yargıyı etnik köken, dinsel, dilsel, cinsiyet farkı gözeten anlayışı terk etmeye, ayrımcı tutumundan vazgeçmeye çağırıyoruz' dedi.
Aktar, bölgede avukatlık yapan meslektaşlarının, savunduğu kişiyle özdeşleştirildiğini ve her an örgüt üyesi olarak gözaltına alınma ve tutuklanma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını savundu. Aktar konuşmasını şöyle sürdürdü: "Diyarbakır'da gösteriye katılan çocuk iseniz, silahlı örgüt üyesi olmaktan, örgüt propagandası yapmaktan, silahlı gösteri yapmaktan tutuklanır ve yaşınızın iki katı cezayla cezalandırılırsınız. İstanbul'da göstericilere silah çekerek ateş ederseniz, serbest kalırsınız. Milletvekili seçilseniz bile etnik köken ve siyasal mensubiyetinize göre yasama dokunulmazlığından yararlanırsınız. Kızıltepe'de yaşayan bir çocuksanız yaşınızdan fazla kurşunla öldürülürseniz katilleriniz cezalandırılmaz"
Aktar, Fırat'ın öte yakasında düşünce ve ifade özgürlüğünden bahsetmenin neredeyse imkansız hale geldiğini iddia ederek, ağaç dikmenin, zafer işareti yapmanın hatta ayak parmakları üzerinde yükselmenin bile suç olarak kabul edildiğini belirtti.
AÇIKLAMANIN TAM METNİ
BASINA VE KAMUOYUNA
Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesi tarafsız ve bağımsız bir yargı ile olanaklıdır. Yargı; hem iktidar merkezlerine ve hem de topluma karşı bağımsız olmalı ve bundan da önemlisi kişilerin etnik, dinsel, dilsel ve cinsiyet özellikleri gibi farklılıklarını dikkate almadan tarafsız olmalıdır.
Yaşadığımız bölge 25 yıl süreyle, sıkıyönetim ve olağanüstü hal gibi, kesintisiz olarak olağan olmayan yönetim usulleri ile yönetilmiştir. Bu olağandışı yönetim usulleri, ayrı bir hukuk ve yargı uygulamasını da beraberinde getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri yargı, bireye karşı devletin varlığını koruyan ve kollayan bir görevi kendine ilke edinerek, sürekli bu refleksle hareket etmiştir. Mevzuat bu anlayışla hazırlanmış, uygulayıcılar ise mevzuatın lafzi amacını da aşan bir şekilde karar ve uygulamalara imza atmışlardır ve atmaktadırlar. Son 25 yıllık çatışmalı dönemin de etkisi ile yeni bir yargı mensubu profili ve anlayışı şekillenmiştir. Bu gün yerel mahkemelerde görev alan yargı mensuplarının çoğunluğu bu çatışmalı dönemde eğitim görmüş ve insanları etnik kökenine, siyasal anlayış ve mensubiyetine göre ayıran bir zihniyetle yetişmişlerdir. Bu zihniyet, devleti koruma ve kollama refleksiyle birleştiğinde ortaya çıkan yargı kararları ve uygulamaları da toplumdaki adalet anlayışını onarılmaz biçimde sarsmıştır. Yapılan eylemin, söylenen sözün hangi hukuk kuralını ihlal ettiğinden çok, söz ve eylemin kimin tarafından nerede yapıldığı ya da söylendiğine göre kararlar verilmektedir.
Bu tutumun sonucu olarak Bölgede avukatlık yapıyorsanız her an örgüt üyesi olarak gözaltına alınma ve tutuklama tehlikesi ile karşı karşıyasınız. Diyarbakır’da gösteriye katılan çocuk iseniz; silahlı örgüt üyesi olmaktan, örgüt propagandası yapmaktan, silahlı gösteri yapmaktan tutuklanır ve yaşınızın iki katı cezayla cezalandırılırsınız. İstanbul’da göstericilere silah çekerek ateş ederseniz, serbest kalırsınız.
Milletvekili seçilseniz bile etnik köken ve siyasal mensubiyetinize göre yasama dokunulmazlığından yararlanırsınız.
Kızıltepe’de yaşayan bir çocuksanız, yaşınızdan fazla kurşunla öldürülürseniz katilleriniz cezalandırılmaz. Siirt’te gösteri yapılan yoldan geçerken ateş edilerek öldürülürseniz katilleriniz, meşru savunma halinde kabul edilir.
Adli vakalarda da yargının; tutuklama, cezalandırma, yargıçların takdir hakkı ve cezanın seçenek tedbirlere çevrilmesi kişinin doğum yeri ve nüfusa kayıtlı olduğu yere göre davrandığına dair çok sayıda ayrımcı uygulamanın mevcut olduğu da bilinmektedir.
Fırat’ın öte yakasında düşünce ve ifade özgürlüğünden bahsetmek nerede ise imkansız hale gelmiştir. Burada bir cenaze törenine katılmak, alkışlamak, ağaç dikmek, zafer işareti yapmak, hatta ayak parmakları üzerine yükselmek bile suç olarak kabul edilmekte ve cezalandırılmaktadır. Bir bütün olarak topluma kriminal ve potansiyel suçlu gibi bir düşünce ile yaklaşılmakta, bu uygulama ve kararlar ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ifade özgürlüğü konusundaki yorumu, ayaklar altına alınmaktadır.
Şiddet araçlarına başvurmayan, şiddeti teşvik etmeyen bu fiil ve eylemlere karşı yargının takındığı ibretlik yaklaşımlar ile toplum derin bir sessizliğe büründürülmek istenmektedir. Totaliter rejimlere özgü bir şekilde; konuşamayan, tartışamayan ve düşüncelerini ifade edemeyen bir toplum ve insan tipi yaratılmak istenmekte; bu yaklaşımlar nedeni ile toplumsal sorunların çözümü gittikçe güçleşmekte, bir bütün olarak insanlar şiddet eksenine sürüklenmek istenmektedir.
Değerli basın mensupları,
Bu mevzuat ve uygulamalar ile toplumsal barışı tesis etmek ve toplumda adalet anlayışını yerleştirmek olanaklı değildir. Yargıyı etnik köken, dinsel, dilsel, cinsiyet farkı gözeten anlayışı terk etmeye, ayrımcı tutumundan vazgeçmeye çağırıyoruz. Yasama organını da daha demokratik ve insan odaklı, özellikle düşünce ve ifade özgürlüğüne engel oluşturan mevzuat hükümlerini ivedilikle değiştirmeye davet ediyoruz.
Avukatlık mesleğini yürütmemizi neredeyse imkânsız hale getiren, mesleğin onur ve ilkelerinin zedeleyen bu ayrımcı uygulamaların devam etmesi halinde avukatlar olarak; hukukçu kimlik ve duruşumuza uygun başka tedbir ve eylemelere başvuracağımızı kamuoyuna duyururuz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.