• BIST 9351.53
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 9 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 9 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 2 °C

Diyarbakır'da aslında neler oldu?

Diyarbakır'da aslında neler oldu?
BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü'nün Radikal gazetesinde yayınlanan makalesi...

14 Temmuz'da Diyarbakır'da yalnızca polis şiddeti yoktu. Gaz bulutları arasından geleceğin ezilenler koalisyonunun silueti beliriyordu.

Bütün azınlık diktatörlükleri eninde sonunda çöker. Bir zamanlar istediği kadar geniş bir toplumsal onaya dayanmış olsun, mülk sahibi azınlığın hâkimiyetinin, sömürgeci zulmün zordan başka bir dayanağı kalmayınca çöküş de başlar. Ancak bu kritik sıçrama her zaman kolayca kavranamaz. Tarihsel bir bakış açısından yoksun olanların idraki sosyo-politik süreçle zahiren ilişkilenir. Görünüşten ötesine nüfuz edemez. Böyleleri egemenlik zenite ulaştığında tarihin durduğuna kanaat getirir, gücün parıltısının örttüğü çöküşü kavrayamaz, çöküş belirtilerini iktidarın şahikasını müjdeleyen “gerçekler” diye selamlarlar.

Hangi iyi niyet?

Bunun tipik bir örneğini Bugün gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren’in hafta başında kaleme aldığı yorumunda görmek mümkün. Önce “… Tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve bu sorunu da çözer“ diyerek Leyla Zana ’nın Erdoğan’a yaklaşımına göndermede bulunuyor. Ardından hükmediyor: “… 10 yıldır görevde olan ve bir 10 yıl daha görevde olmayı hedefleyen siyasi kadronun, ülkenin en temel iki meselesini kangren halinde bırakma lüksü olamaz. … Ama iyi niyetli partner lazım. Yani ‘El ele tutuşup çözelim’ dediğinizde, rakip de olsa, ülkenin ve ait olduğu toplumsal zeminlerin hayati çıkarları için sizi dinleyen, anlayan ve aynı derdi taşıyan kadrolar lazım.” (Bugün, 17.07.2012, http://tinyurl.com/c5emlov)

Taşgetiren bunları, geçtiğimiz hafta Diyarbakır ’ın Kürt halkını sopa zoruyla evlerine tıkmaya kalkan, sokağa çıkabilenleri meydan dayağından geçiren, gaz ve tazyikli su banyosuna maruz bırakan, Diyarbakır ’ın gençlerini cami kapılarına kelepçeleyerek copla işkence eden, BDP eşbaşkanları ve milletvekillerini anayasal haklarını kullanmaktan zorla vazgeçirmek hırsıyla Iğdır milletvekilimiz ve TBMM Grup Başkanvekilimiz Pervin Buldan’ı gaz bombasıyla ağır biçimde yaralayan polis vahşetinin ardından ve bunlara tek kelimeyle değinmeden yazıyor, yazabiliyor…

Taşgetiren, acaba AKP ’nin emir kulu Diyarbakır Valisinin şu küstahlığında mı iyi niyet mesajı bulunacağını umuyor: “Pervin Buldan için tabii ki üzüldüm. … ama yasak kararına rağmen milletvekilinin orda ne işi var? … İzin versek mi vermesek mi diye konuyu enine boyuna düşündük. ‘Mitinge izin vermeme kararı yanlış’ diyorlarsa, o karar Diyarbakır Valisi olarak tamamen bana aittir. Ben 1 milyon 600 bin insanı temsil ediyorum.”

Devletin bu kente atanmış memuru şuur kaybı içinde kendisini Diyarbakır ’ın Kürt halkının temsilcisi ilan etmekle kalmıyor, üstelik onların tümünü temsil ettiğine yemin edebiliyor. Milletin “izin almadan” düzenleme hakkına sahip olduğu mitinglere “izin verme hakkı” olduğuna inanıyor, milletten başka kimseden emir almayacak milletvekillerinin ne zaman, nerde bulunacağına karar verebileceğine vehmediyor; yol açtığı kaosun ve maddi ve manevi zararın hesabını vermekle mükellef bu devlet hizmetkârı kendini toplumla ikameye kalkışıyor, amiri -İçişleri Bakanı- de ona sahip çıkıyor: “Valiliğin aldığı tedbirle illegal toplantı gerçekleşemedi. Münferit teşebbüsler oldu, onlar da polis ve yetkililer tarafından başlangıçta önlendi.”

Erdoğan’ın alteregosu

İç güvenlik aygıtının başındaki bu ağzı bozuk kişinin bir yıl içinde mizah dünyasının en çok eğlenilen şahsiyetlerinden biri haline gelmiş olması, kimseyi aldatmamalı. Eğlence dünyasının bu favori figürü bir yıllık görevi sırasında son on yılın en ağır devlet terörünü sahneleyen gücün başında duruyor. İnsan Hakları Derneği ( İHD ) verilerine göre onun emri altındaki güçler sadece 2011’de 3 bin 252 kişiye işkence ve kötü muamelede bulundu, “dur ihtarına uymadıkları gerekçesiyle” 57 kişiyi öldürdü, 130 kişiyi yaraladı. Grevlerde, ekolojik direnişlerde, öğrenci protestolarında, sokaktaki çocukların gösterilerinde, kadın eylemlerinde, kimlik kontrollerinde binlerce insanın uğradığı aşağılayıcı, onur kırıcı ve zorbaca muamelelerde onun damgası var. Ama onu orada tutan da işte o “tarihin en güçlü hükümeti”nin başındaki kişi: Tayyip Erdoğan!

Ne yazık ki, İdris Naim Şahin mizah dergilerinin kapağındaki bir karikatür değil, elinde ölümcül bir güç tutan bir gerçek şahsiyet, o Tayyip Erdoğan ’ın alter-egosudur, ya da öyle olduğu için bir karikatürdür: Daha kurulmadan çökmeye başlayan bir post-modern sultanlık hevesinin iş başında tuttuğu altı kaval üstü şişhane zaptiye amiri!

Çöküşün imgeleri

Her diktatörlük önce insanların vicdanında çöker. Her çöküşün popüler meşruiyeti bir ya da bir dizi imgede ifadesini bulur, insanlığın hafızasına nakşolur. Fotoğraf henüz yokken, zalimlerin çöküşleri onlara atfedilen sözlerde meşrulaşırdı. “Ekmek yoksa pasta yesinler!” sözü Temmuz 1789 öncesinde Fransa İmparatorluğunu yoksul halkın vicdanında ölüm döşeğine yatırmıştı. Modern çağlarda gazete fotoğrafları sözün yerini aldı. Mart 1968’deki My Lai Katliamının fotoğrafları “Life” dergisine sızdığında ABD ’nin Vietnam işgali, Amerikan halkının vicdanında meşruiyetini yitirmişti bile.

28-29 Aralık 2011’de Roboski katliamında hayatlarını kaybedenlerin battaniyelere sarılarak karlar üzerine uzatılmış cansız bedenlerinin fotoğrafları, Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün meşruiyetinin cam gibi kırılganlaştığının suretiydi. Erdoğan, o cansız bedenlerden yansıyan kendi suretini gördükçe kurumsal muhakeme gücünü yitirmeye başladı; o günden beri saklanamaz bir biçimde yalpalamaya, saldırganlaşmaya ve iktidarının çökmekte olduğu vehmiyle içine kapanmaya daha çok yüz tuttu.

Diyarbakır ’daki çılgınlık işte tam da “gücünün şahikasına vardı” denirken ya da daha doğrusu öyle olduğu için kaçınılmazca baş gösteren çöküşün bir dışavurumu. Bu çılgınlığın en çarpıcı anlarından biri bir fotoğrafa yansımış: Gencecik bir çocuk, 14 Temmuz 2012 günü İstasyon Meydanı’ndaki caminin dış kapısının demir parmaklıklarına kelepçelenmiş, çırılçıplak bedenine inen copların altında acıyla kıvranıyor (http://tinyurl.com/bvgyvv8).

İnternette binlerce kez tıklanan bir video ise bu diktatörlüğün vicdanlardaki çöküşünü daha teferruatlı ve daha dokunaklı bir öyküye dönüştürüyor (http://tinyurl.com/clxtq27). Videonun son dakikalarında Iğdır BDP milletvekili Pervin Buldan’ın acı ile buruşmuş ama kendini acıya koyuvermemiş yüzünü, saldırgana nefretten çok acıma ve hayret karışığı bakışlarını, kasılmış bedenini ve acının kaynağını görüyoruz: Gaz bombası tabancasıyla hedef alınarak vurulmuş, kırılmış ayağını. Pervin Buldan’ın yüzündeki ifade Kürt halkının bu hükümete ve onun çözüm iradesine bakışının özeti, diktatörlüğün bu halk nezdinde acı ve tiksintiden başka bir şeyin kaynağı olarak görülmediğinin kaydıdır.

Pervin hanım Diyarbakır ’dan sonra İstanbul ’da götürüldüğü hastanede yaralı ayağıyla yatağında yatarken de şunları yazdı sosyal medya üzerinden: “International Hospital’dayım. Yan tarafta Çınar Oteli var. Eşimin kaçırılıp katledildiği otel.” Pervin Hanım’ın eşi Savaş Buldan’ın 19 yıl önce kurbanlarından biri olduğu yargısız infazlar Çiller-General Güreş koalisyonunu nasıl Susurluk çukuruna gömdüyse sivil halka yönelik asker-polis zulmü de Erdoğan-General Özel koalisyonunu adım adım kendilerini bekleyen çıkmaz sokağa doğru sürüklüyor.

Geleceğin silueti

Videonun sonundaki görüntüler “Tarihin en güçlü hükümeti”nin sınır tanımaz saldırganlığının Kürt halkının bilincine nasıl karşılık bulduğuna da ışık tutuyor. Buldan’ı taşıyanlardan biri, bir Kürt, Batıdan bakanlar iyice duysun diye kendi aksanıyla Türkçe haykırıyor: “Kahrolsun faşizmi, yaşasın sosyalizmi!” Hiçbir şey bundan daha iyi açıklayamaz, Erdoğan diktatörlüğünün neden Kürt emekçilerinde “iyi niyetli bir partner” değil, yok etme düşüncesini bir türlü zihninden kovalayamadığı bir hasım gördüğünü ve neden yoksul ve emekçi Kürtlerin “Tarihin en güçlü hükümeti”nde kendi geleceklerini görmediklerini…

…Ve 14 Temmuz’da Diyarbakır ’da yalnızca polis şiddeti yoktu. Önlerine çıkan engellere yüklenirken “Ya Allah bismillah” çekenlerden, “Vira” diye haykıranlara, “faşizme karşı omuz omuza” diye slogan atanlara kadar binlerce insan diktatörlüğün cilasını kazırken, gaz bulutları arasından “çözüm”ün en güçlü öznesi, geleceğin ezilenler koalisyonunun silueti beliriyordu.

Ertuğrul Kürkçü - BDP Mersin Milletvekili

  • Yorumlar 3
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89