Neden
Uluslararası ilişkiler ve AB uzmanı Cengiz Aktar geçen hafta Taraf gazetesindeki köşesinde Imralı sürecinin yürütülme biçimi ve başkanlık sisteminin sürecin bir parçası haline gelmesini eleştiren bir yazı yazdı. Bu yazı nedeniyle ‘barış karşıtı aydınlar’ grubuna dahil edildi. Aktar’la sürece ilişkin çekincelerini, bu nevi çekinceleri dile getirmenin niye zorlaştığını konuştuk.
Ben çözüm sürecinin bu aşamasında başkanlığı tartışmanın tali bir mesele olduğunu düşünüyorum, fakat siz bu hafta içi hiç de öyle olmadığını yazdınız. Neden?
Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde en temel bir engel ama esas süreç demokratikleşme meselesidir. Bunun içinde AK Parti’nin daha hâlâ beceremediği demilitarizasyon ve serbest bırakamadığı başörtüsü de var. O yüzden burada hayati soru şudur: Türkiye 21. yüzyılda birlikteliğini nasıl tarif edecek? Kürt çatışmasının çözümü bunun en önemli ayağı olabilir ama tek ayağı da değil. Dolayısıyla bu süreçte şöyle bir ikilemle karşı karşıyayız: Kürt çatışmasının çözümü bütün diğer meselelerin önüne geçmeli mi? Şu anda geçmiş durumda. Bu kötü bir şey değil, normalleşme anlamında. Ama bütün Türkiye’nin 21. yüzyılını Kürt çatışmasının çözümüne ve hele hele bu şekilde çözümüne bağlamak çok doğru değil.
Bu şekilde çözüm derken?
Silahsızlanma, ateşkes ve militanların Türkiye dışına çıkması şeklinde tarif edilen çözüm. Yani askeri tınılı bir çözüme bağlayıp, ondan sonra meseleyi ele almak demokratikleşme konusunda yetmez.
İyi ama iki tarafta da sürekli genç insanlar ölüyor, bunu durdurmak ilk adım değil midir?
Muhakkak ama sadece ateşkesin bir barış ortamının temelini oluşturduğu bir sürecin örneği yok.
Anlayamadım bu kısmını…
Ateşkes eşittir kalıcı barış değildir demek istiyorum. Mesela AK Parti’nin ve Türkiye’deki bazı stratejistlerin bayıldığı ülke olan Çin’e bakalım. Çin’de de savaş yok. Peki Çin’de demokrasi var mı? O da yok. Mesele bu. Barış çok önemli. Ateşkes fevkalade önemli. Ama bunun arkasını getirmek gerek.
Sizin ana müzakereci olarak Öcalan’la görüşülüyor olmasıyla ilgili bir çekinceniz var mı?
Hayır, bütün bunlar yapılmalı ama bu işi asıl taşıyacak olan anayasadır. Ve anayasa sadece Kürt sorununun kalıcı çözümünü kolaylaştırmakla kalmayacak, 21. yüzyılda Türkiye nasıl bir arada yaşayacak, dünyaya nasıl bakacak sorularına cevap verecek.
Ateşkesten sonra sözünü ettiğiniz türden bir anayasanın yapılmayacağı ne malum?
Evet, bize deniyor ki, şu anda sabredin, endişelenmeyin… Iyi ama çözümün bekası için şimdiden tehlikelere dikkat çekmek gerekiyor.
Ne gibi tehlikeler var?
Sayalım. Biri, başkanlık. Diyorlar ki, başkanlık doğası gereği kötü bir model değil ki… Son 4-5 yıldır otoriter bir icraat var. Kontrol, denge, denetleme laflarını duyunca sinirlenen bir siyasi irade var. Türkiye’deki bütün kurumlar tamamen tek bir merkeze biat eder hale geldi. Bu bir varsayım filan değil, Türkiye’nin bugünkü gerçeği. Bunu önce bir kabul edelim. AK Parti’nin önerdiği başkanlık sistemine bakarak da nasıl bir başkanla karşı karşıya kalacağımızı görmek zor değil. ABD’de denge ve kontrol mekanizmaları öyle yerleşmişti ki, başkanlık onun üstüne geldi. Ki ABD’deki sistemin başka bir örneği de yok dünyada. Geri kalanlar soft diktatörlüklerdir. Ha, böyle bir şeyi Başbakan Erdoğan talep edebilir, “Kürt sorununu çözüyorum” diyerek. Talep etmesinde bir sorun yok. Ama bundan demokrasi çıkmaz, kimse bize masal anlatmasın. Barışı ve Kürt meselesinin çözümünü kalıcı hale getirecek noktalarda hiçbir çalışma yok. Sadece çeşitli laflar duyuyoruz.
Hangi laflar?
Anadil lafı, ademi merkeziyet lafı, vatandaşlık tanımı lafı, terörle mücadele kanunuyla ilgili değişiklik vaatleri… Bunların hiçbiriyle ilgili elle tutulur bir gelişme yok. Dolayısıyla diyorum ki, dikkat tehlike! Bunu söyleyenlere ‘Sen barışa karşısın’, ‘AK Parti’ye karşısın’ diyorlar. Niye karşı olayım? Bu konuda resmen iptidai silojizmlerin esiri olduk. Yani ‘Bütün kediler ölümlüdür, Sokrates de ölümlüdür. Demek ki Sokrates kedidir’ şeklinde bir mantıkla ikazda bulunanları barış karşıtı ilan ediyorlar. Sokrates kedi değildir!
Şimdi siz bir bakıma Kürtler haklarını anayasal temele oturtmadan bir sürece girdiler, hata yapıyorlar diyorsunuz. Kürt siyasi hareketi ya da Öcalan 30 yıl savaştıktan sonra böyle bir hata yapar mı?
Bakın böyle bir barış da olur, o nedenle Çin örneğini verdim. Ama bundan demokrasi çıkmaz.
Ama sürekli “Amacımız bütün Türkiye’nin demokratikleşmesi” diyor BDP?
Bunun göstergesi anayasa yazım sürecinin canlandırılmasıdır, yoksa bunlar hep güzel sözler. Çünkü demokrasisiz bir barış olur ama bizim istediğimiz, Kürtlerin istediği bu mu? Istediğimiz bu ise bile, böyle bir barışın kalıcı olacağı da çok şüphelidir.
Nasıl yani?
Benim kanaatim şu: Kürtlerin büyük bölümü artık yaşamak istiyor. Yaşamaktan kastım sadece ölmemek değil. Tüketmek. Ev almak. Araba almak. Gezmek. Yani hayatını yaşamak. “Geldik bu fani dünyada bir Doblo’muz, bir TOKİ evimiz bile olmadı” denebilir. Tüm bunlar meşru yakarmalardır. Hiç küçümsemiyorum. Görüyorlar, Güney Kürdistan’da, Erbil’de gayri safi milli hasıla kişi başına 6500 dolar. Diyarbakır’da ise yarısı. Olay bu kadar basit. Burada tüketim toplumunun çekiciliğini görüyoruz. Türkiye aldı başını gidiyor, kalkınıyor, buraya bir yığın para yağıyor. Yanlış kalkınıyor ama konu bu değil. Bu durumun bir çekiciliği var. Kürtler de bu pastadan pay almak istiyor, onların da memleketi.
Normal değil mi?
Çok normal. Yalnız burada önemli bir detay var: Bu tip ekonomik entegrasyonla çözülmeye çalışılan süreçler ancak etnik uyanışın olmadığı ülkelerde başarıya ulaşır. Mesela Fransa bunu 19. yüzyılın ortasında yaptı. Bretagne tabir edilen yeri tamamen entegre ettiler. Bugün Bretagne’da 3 bin kişi yerel dili konuşur, herkes Fransızdır. Orayı ekonomiyle entegre ettiler.
Buna entegrasyon değil başka bir şey demiyor muyuz?
Tabii ki bir tür asimilasyon bu. Orada bir etnik talep olmadığı için iş bitti. Kimse bugün çıkıp “Bağımsız Bretagne” filan diye bağırmıyor. Ama Kürtler için durum farklı. Dolayısıyla bizim sorunumuz için biyolojik yani ekonomik çözüm yetmeyebilir.
Ne olur peki süreç bu haliyle devam ederse Türkiye’de?
Engin bir ateşkes olabilir. Bölgeye çok ciddi yatırımlar yapılır ama bütün haklar verilmeyebilir. Çoğunluk halk da ‘yiyoruz, içiyoruz’ diye verilmeyen hakları unutabilir. Ama bazıları unutmayabilir. Bu da Kürt hareketinin içinde çok daha radikal güçlerin çıkmasına sebep olabilir ileride.
Peki Türkiye’nin aydınları çeşitli toplantılarda buluşup hep “Öcalan’ı muhatap alın, sürecin anahtarı o” demedi mi? Şimdi muhatap alınıyor ama bu kez de onun müzakereciliğine güvenilmemeye mi başlandı?
Bakın, Öcalan’la görüşülmesinden son derece memnunum. Inanılmaz şeyler oluyor ülkede. Dil değişiyor, fotoğraflar değişiyor. Ama bu dinamik bir yere kadar gider. Silahsızlanma olduktan sonra militanların topluma kazandırılması, anadilde eğitim, ademi merkeziyet, 17 bin faili meçhulün araştırılması için hakikat komisyonlarının kurulması, af ve geri dönüş, öncelikli ekonomik bölge… Bu altı adımın atılmaması halinde de büyük riskler bizi bekler.
Belki kervan yolda düzülebilir mi?
Türkiye’de şu anda öyle olumlu bir hava var ki ulusalcılar ve milliyetçilerin içindeki birkaç zıpçıktının dışında Türkiye’de barış olmasın diyen kimse yok. Tam bu sırada, bu havada niye anayasaya yüklenilmiyor? Niye bu olumlu hava Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesi için kullanılmıyor? Bu soruları sorarım. Meşru sorulardır.
Cevabı nedir sizce bu soruların?
Yapılmıyor çünkü Başbakan Erdoğan öyle istemiyor. Onun çözüm önerisi bunları içermeyen bir öneri. Başkanlık sistemi bu önerinin bir parçası.
Istemeyen insan “Baldıran zehri de olsa içerim” der mi? Öcalan’la görüşmek gibi bir risk alır mı?
Ben çok büyük bir risk aldığını düşünmüyorum. Çünkü toplum buna o kadar hazır ki, Türkiye’de bir nevi barış fetişizmi var. Halbuki barış ve savaş arasında dünya kadar nüans var. Barış evet! Ama bu haliyle içi boş bir kavram.
“Karşılığında ne aldığınız belli değil, bu durumda niye silah bırakıyorsunuz?” diyenlerden misiniz?
Katiyen değilim. Bunu diyen de yok. Silaha lanet olsun. Sadece Kürtler değil 120 bin korucu da silah bıraksın. Türkiye’de 7 milyon bireysel silah var. Onlar da bırakılsın. Hodri meydan!
Kürt hareketinin silahların susması ve ekonomik gelişmeyle talep ettiği haklarından vazgeçeceğine inanıyor musunuz?
Bilmiyorum. Yapılacak iş basittir: Anadil için anayasadaki 42. maddeyi kaldırmak, ademi merkeziyeti bölünmez bütünle birlikte zikretmek ve 123, 126, 127. maddeleri değiştirmek… Bununla iki temel konuya, bölgesel yönetim ve anadile cevap vermiş oluyorsun. Vatandaşlık tanımında da bir ortak akıl neredeyse bulundu zaten. Bütün bunları sonra konuşmanın, ileride düşünmenin ne anlamı var? Bu noktada BDP’yi ve AKP’yi samimiyete davet ediyorum. Bugün Öcalan’ın ve Başbakan’ın şahsi ajandalarıyla şekillenen bir siyaset alanı var. Ve ben bunun sağlıklı olduğunu düşünmüyorum.
BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak “Niye bütün muhalefeti bizden bekliyorsunuz, AK Parti’ye yüzde 50 oyu, o desteği biz mi verdik?” diye soruyor, ne dersiniz?
Haklı bir soru ama benim için bugünün siyasi yardstick’i (ölçüt) anayasadır.
Siz son anayasa referandumunda ne oy vermiştiniz?
‘Evet’ oyu verdim.
‘Yetmez ama’ şeklinde?
E tabii. Ama pişman değilim. Neden biliyor musun? O sayede Başbakan Erdoğan’ın da ne istediğini ayan beyan görmüş bulunuyoruz. Belki biraz provokatif ama böyle düşünüyorum. (Radikal)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.