Çağımızda yaşanan toplumsal sorunların çoğunda “kimliklerin” öne çıkmış olmasının nedenlerinden birinin ulus-devlet demokrasisinin durumu olduğunu defalarca yazdım. Hâkim ulusun demokrasisi daha “demokratik” bir demokrasiyse sorunun daha kolay, “otoriter” bir demokrasiyse sorunun daha zor çözüleceğinin altını defalarca çizdim.
Oysa insanın aklına, otoriter bir yönetimin toplumda “azınlık” olan bir unsurun üzerine zor kullandığında “azınlık” olan unsurun zayıflayacağı ve dağılacağı gelir. Öyle ya “güç oyunu bozar” lafının arkasında ima edilen de bu değil midir?
Fakat çağımızdaki “kimlik” sorunları konusunda bu akla ilk gelen düşüncenin doğru olmadığını, aksine hâkim ulusun otoriter yönetimi “azınlık” unsura zor kullandıkça “azınlık” unsurun içinde normal zamanlarda yan yana gelmesi zor olan kesimlerin dahi yan yana gelmesine yol açarak kimliğin içinde bir “biz” duygusu yarattığını ve böylelikle de “kimliği” bir çelik çekirdek hâline dönüştürerek sorunun çözümünü zorlaştırdığını sık sık belirttim. Bu analizden çıkan sonucun da ulus-devlet demokrasisinin niteliğinin otoriterlikten daha demokratlığa doğru değişmesi olacağının da altını defalarca çizdim.
Ama bugünlerde Kürt sorunu etrafında olan bitenlere baktıkça bu noktayı çoktan kaçırdığımızı, bu ülkede hâkim unsurun “Kürt sorunu” denen sorunu çözebilecek bir ileri demokrasi yaratamayacağını ve dolayısıyla da bu sorunu çözemeyeceğini düşünmeye başladım. Çünkü Türkiye’de gelmiş geçmiş en güçlü iktidarın bile bu yönde bir adım atma hevesinde olmaması ve sorunun çözümünde “zor”a başvurmaktan kaçınmaması başka nasıl yorumlanabilir ki?
Doğrusu ben “Kürtlerle” (tabii daha başkalarıyla da) eşit yurttaşlar olarak birlikte yaşamanın daha anlamlı olduğunu düşünenlerdenim. O nedenle de Kürtlerin kendilerini yönetmelerine sıcak, ama Türklerden koparılmış hâlde yaşamalarına soğuk bakan biriyim. O nedenle de Kürt siyasetinin bir Türkiye siyaseti olmasını, Türklerin de Kürtlerin haklarını en az kendi hakları gibi savunmaları gerektiğini savundum. Oysa son günlerin gelişmelerinden Kürt siyasetinde ivmenin “birlikte yaşamak” ilkesinden uzaklaşma eğilimine girdiğini gözlüyorum.
Özellikle Suriye’de olan bitenler, Esad’ın Suriye Kürtlerinin yaşadıkları alanlardan çekilmesiyle başlayan süreç ve PKK’nın en yetkili ağızlarından ifadesini bulan “çatışma” iklimini bir tür “savaş” iklimine taşıma çabaları önümüzdeki günlerde tehlikeli ve her iki taraf için de acı sonuçlar doğuracak gelişmelere işaret ediyor gibi. Tabii 10 günden fazladır Şemdinli’de süren ve “normal” bir “çatışma”, ya da “normal” bir “operasyon” değil de “normal” bir “savaş”ı andıran gelişmeleri de bu gelişmelere eklemek gerek.
Oysa bizim barışa ihtiyacımız var. Barışa ve demokrasiye ihtiyacımız var. Çünkü “devletçi bir vesayetin” geriletildiği bir dönemde belki de tarihimizde ilk defa farklılıklarımızla birlikte gerçek anlamda bir toplum olmanın, olabilmenin eteğinde dolaşıyoruz. Gerçekten de ya buradan herkesin imreneceği yeni bir demokrasi üreteceğiz ya da uzun yıllar acısıyla kıvranacağımız bir cehennem.
Karar da sanırım bizim!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.