Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’la sohbetimizin oldukça duygusal bir atmosferde gerçekleşiyor. Öyleki barış umutları üzerine sohbet ettiğimiz kişi, aynı zamanda bir gerilla babası. Bir diğer oğlu her an askere gidebilir. Sohbetimiz sırasında gelen bir ziyaretçi duygusal yoğunluğu arttırıyor. Demirbaş’ın gerilla olan oğlu Baran’ın arkadaşı... Demirbaş en çok ‘artık bir tek genç ölmesin’ diyor. En çok asker anne ve babalarına sesleniyor. Gerilla aileleri ve asker ailelerinin ortaklaşmasını çok değerli buluyor. Hükümetin niyetinin ne olduğunu hâlâ bilemediğini belirterek, “Barışı devletler, hükümetlerden beklemeyelim, barışı ancak halkların ortak mücadelesi getirir” diyor.
Çatışmalar, ölüm haberleri, dokunulmazlık tartışmaları ve KCK operasyonları arasında yeniden bir görüşme ve diyalog sürecine geldik. Başta asker ve gerilla aileleri olmak üzere herkes gözlerini bu sürece dikti. Yeni bir barış umudu mu bu süreç?
Kürtler bu barış sürecinin gerçekleşmesi için çok çaba sarfetti. Ateşkesler ilan ettiler ve barış elini hep uzattılar. Ama ne yazıkki bu umutlar hep kırıldı. Ben bu kez yaşanan süreci karamsar bir durumdan temkinli bir umuda geçiş olarak değerlendiriyorum. Ve eğer hükümet bu temkinli umudu somut adımlarla desteklerse bu umut yeşerecek.
‘BEKLEMEYELİM, BARIŞ İÇİN MÜCADELE EDELİM’
Hükümetin bu kez çözüm için kararlı mı sizce?
Hükümetin niyetinin ne olduğu henüz belli değil. Niyeti çözüm mü, tasfiye midir, zaman kazanmak mıdır bilemiyorum. Bütün bunların netleşmesi gerek. Bir kere önce şuna karar vermek lazım; Ne olursa olsun hangi provokatif, yaklaşım gerçekleşirse gerçekleştirilsin barışı sağlama konusunda ısrarlı olmak gerek. Tabi asıl olan toplumsal kesimlerin barış için örgütlenmesi ve bu talebi yüksek sesle dillendirmesi. Kimse bize barışı bir tepside sunmayacak. Hükümetlerden, devletlerden beklememek lazım. Örgütlü güçlerin, siyasi güçlerin ve kadınların, annelerin, daha çok örgütlenip toplumsal bir baskı yaratarak bu barış sürecini gerçekleştirmesi gerekiyor.
Yani barış için aslolan toplumsal baskı diyorsunuz...
Evet. Ama görünen o ki maalesef bu ülkede barış istemeyenler hâlâ barış isteyenlerden daha güçlü. Belki nicelik olarak barış isteyen toplumsal kesimlerin sayısı fazla, ama ne yazıkki barış istemeyen güçler hâlâ devrede. En son Lice’deki operasyonda 10 PKK gerillasının öldürülmesi, Paris’te 3 kürt kadın siyasetçinin katledilmesi. Kandil’e yönelik hava operasyonları... Bütün bunlar barış istemeyenlerin hâlâ aktif biçimde devrede olduğunu gösteriyor. Toplumun bu kadar geniş kesimi barış isterken, bunların yaşanması örgütsüzlüğümüzü, güçsüzlüğümüzü de gösteriyor.
‘HER UÇAK GEÇTİĞİNDE UYKULARIMIZ KAÇIYOR’
Peki barış için toplumsal mücadele nasıl güçlenecek?
Bunun için öncelikle bir empatinin gerçekleşmesi gerek. Bir gerilla annesi ve babasının yaşadıkları ile bir asker annesi ve babasının yaşadıklarını ortaklaştırmak gerek. Hükümetin, devletin böyle bir kaygısı olup olmadığını bilmiyorum. Ama biz barış isyteyenlerin böyle bir kaygısı var ve olmalıdır. Türkiye halkları örgütlü ve birlikte mücadele hattını örmelidir. Başka çaremiz yoktur. Bakın evlerimizin üzerinde uçaklar geçtiğinde uykusuz geceler geçiriyoruz. O uçaklar gidip evlatlarımızı bombalıyor. Aynı acıyı ve sıkıntıyı bir asker annesinin, babasının da hissettiğini biliyorum. Onların da sabaha kadar uykusuz kaldığını, ‘acaba çocuğumuzun ölüm haberini mi alacağız’ kaygısıyla uyuyamadıklarını biliyorum. Ben bir gerilla babası olarak asker ailelerini anlıyorum ama asker ailelerinin de bizim hislerimizi anlamasını istiyorum. Bakın ilk defa ciddi bir toplumsal destek var görüşmelere. Bu destek boşa çıkarılmamalı. Kimse bu umudu köreltme hakkına sahip değil. Kim barışın mimarı olursa altın harflerle tarihe yazılacak. Ama kim barışı gerçekleştirmezse kaybedecek ve tarihin çöplüğüne gidecek.
‘EVLATLARIMIZIN ÖLMESİNE RAZI OLMAYALIM’
Diyalog süreçleri sizin için ayrı bir anlam taşıyor olmalı. Oğlunuz baran 4 yıldır gerillada. Bu süreçler oğlunuzla yeniden bir araya gelme umudu aynı zamanda sizin için...
Benim bir oğlum Baran orada ama asıl oradakilerin hepsi benim evladım. O evlatların benim evladımdan bir farkı yok benim için. Hepsi bu halkın özgürlüğü için bu durumu seçmişler. Öte yandan benim bir diğer oğlumun da askere gitme durumu var. Şimdi düşünün; aynı yürekte iki ayrı duygu. Bir yandan şu kaygıyı hissediyorsunuz; acaba askere gitse ‘intihar etti’ diye cesedi mi gelecek oğlumun. Ya da gönderildiği yerde benim diğer evlatlarımla karşı karşıya mı gelecek. İşte insanların bu duyguyu anlaması gerek. Benim çağrım budur; gelin bu acıların daha fazla yaşanmaması için onurlu bir barış için çabalayalım. Evlatlarımızın ölmesine razı olmayalım.
‘SİLVAN NASIL TARTIŞILDIYSA LİCE DE TARTIŞILSIN’
Diyarbakırda görüştüğümüz herkes temkinli. İlk elden nasıl adımlar atılırsa hükümetin çözüm niyetinde olduğunu düşünürsünüz?
Öncelikle, hükümet eğer samimiyse askeri operasyonları durduracak. Bu kesin. Bakın Lice’de öldürülen 10 gerilla eylem halinde değildi. Bu barış sürecine yönelik provokatif bir girişimdir. Türkiyedeki kimse bunu tartışmadı. Silvan’da askerler yaşamını yitirdiğinde herkes bunu tartıştı, provokasyon dendi. Ölen asker olunca böyle tartışıldı. Ama ölen gerilla olunca bu konuşulmuyor. Ölen askerde duyarlılık gösterip, gerillada göstermemek yanlış. Bu operasyonlar durmalı. Şimdi siz barış ve müzakereden bahsediyorsanız, Kandile hava operasyonlarının anlamı nedir? Bunlar hükümetin kontrol edemediği güçler mi, o zaman hükümet çıkıp açıklama yapmalıdır. Halkın temkinli duruşunu pozitife evriltmek siyasi iradelerin elindedir. Ayrıca sürece Kandil ve BDP’nin de dahil edilmesi önemlidir.
Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçinin öldürülmesi çok tartışıldı ve tartışılıyor. Diyarbakır’daki cenaze töreni de olayın kendisi kadar tartışıldı. O cenaze töreninde Diyarbakır’dan verilen mesaj neydi?
Benim aldığım mesaj şudur; artık ölüm olmasın, barışı engelleyecek bu tür provokatif eylemler olmasın. Halkın verdiği bir diğer mesaj da; ‘Biz kararlılıkla barış istiyoruz, barış konusunda iradeliyiz’ şeklindeydi. Bakın düşünün ki; bu halk hiçbir zaman ‘benim evladım öldü başkasının evladı da ölsün’ demiyor. Nefret söylemi yok bu halkta. Evlatları ölen aileler, ‘benim evladım öldü başkasının evladı ölmesin’ diyor. Bu çok anlamlıdır. İşte bu kültürü yaşatmak gerek. Barışın dili budur. Diyabakır bu dili kullandı. 500-600 bin insan hep bir ağızdan ‘onurlu barış’ dedi. Artık ölüm istemiyoruz’ dedi.
BARIŞI GÖRMEDEN ÖLMEYECEĞİM
Siz ciddi sağlık sorunları yaşadınız. Şimdi nasılsınız?
Her şeye rağmen iyiyim. İyi olmak zorundayım, çünkü barışı görmeliyim. Kimse benim kadar barışı isteyemez. Evlatlarımıza onurlu barışın sağlandığı, özgür günlerde kavuşacağımızı biliyorum ve o günü görmeden ölmek istemiyorum...
‘ONURLU BİR BARIŞ İÇİN ÇABALAYALIM’
Ne olursa biter bu savaş?
‘Kim yendi, kim yenildi’ mantığını bir yana bırakılmalı. Her bir ölümün, hepimizin kaybı olduğunu görmeliyiz. Savaşın kazananı yoktur. Ancak barışta herkes kazanır. O yüzden ‘teslim olsunlar, gitsinler, ben yendim, o yenildi’ mantığını yanlış buluyorum. Barış risk alma işidir. Bizim artık onurumuzdan başka kaybedeceğimiz bir şeyimiz kalmadı. Ben 493 yılla yargılanıyorum, bu ölümlerin durması için gerekirse 1493 yıl yatarım. Yeter ki insanlar ölmesin. Asker, polis ya da gerilla, her ölen yüreğimizden bir parça götürüyor. Biz asker ailelerini anlıyoruz, onlar da bizi anlamalı. Bizim evlatlarımız onurlu bir yaşam kurmak için dağı tercih ettiler. Ve onlar ancak onurlu bir barışta geri gelebilirler. Bir siyasetçi, baba, yurttaş olarak çağrımdır; ölümleri durdurmak için bir şeyler yapalım. Siyasetçilere çağrımdır; evlatlarımızı kaybetmektense koltuklarımızı kaybedelim.
BARAN’IN ARKADAŞI: SADECE 3 KİŞİ KALDIK
DEMİRBAŞ’la sohbetimiz sırasında sekreteri ‘bir ziyaretçiniz’ var diyor. İçeriye genç bir kız giriyor. Gülümsüyor. Demirbaş’a elini uzatıp; “Ben Baran’ın liseden arkadaşıyım” diyor. Baran 4 yıldır dağda. 16 yaşında gerillaya katılmış. Demirbaş’ın oğlu. Genç kızın ziyareti Demirbaş’ı duygulandırıyor. Kız, Baran’la bazı anılarını anlatıyor. Dğa çıkmadan önce kendisini son kez aradığında söylediklerini anlatıyor. Demirbaş’ın gözleri doluyor. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birini kazanmış olan bu genç kızın söylediği bir söz, bölgedeki gerçekliği anlamak adına oldukça çarpıcı. “Biz lisede çok kalabalık bir ekiptik. Arkadaş grubu, hep birlikteydik. Baran da vardı. O gruptan sadece 3 kişi kaldık. Hepsi dağda şimdi” diyor. Demirbaş oğluyla gurur duyduğunu anlatıyor. Genç kıza okumasını söylüyor. Her alanda adalet için mücadelenin öneminden söz ediyor. Genç kız bir süre sonra odadan ayrılıyor. Biz sohbetimize devam ediyoruz. Demirbaş bir peçeteyle gözlerini kuruluyor. “Hepsi benim evladım” diyor. Sohbetimizin sonunda Demirbaş, Bismil’de iki kavgalı aileyi buluşturmak üzere yola çıkıyor...
‘SİYASİ OPERASYONLARI BOŞA ÇIKTI’
3 anakent ve bazı ilçe belediyeleri dışında neredeyse bütün BDP’li başkanlar tutuklandı. BDP’li belediyeler hep Başbakan’ın dilinde; hizmet üretmediğinizi söylüyor. Tutuklama furyası performansınızı nasıl etkiliyor?
Elbette tutuklanan her arkadaşımızın yarattığı bir boşluk var. Onların eksikliğini hissediyoruz. Ama onların tutuklu olması bizi kamçılıyor. Onların eksikliğini doldurmak için daha çok çaba sarfediyoruz. Hem halkımıza onların eksikliğini hissettirmemek, hem de o arkadaşlarımızı özgürleştirmek için daha çok çalışıyoruz. Bizi hizmet üretmemekle suçlayan hükümet, belediye başkanlarını, siyasetçileri, meclis üyelerini, avukatları, yazarları, aydınları tutuklayarak siyaseten boşluk yaşayacağımızı düşünüyordu, tersi oldu. Hükümetin bir amacı tasfiye, bir amacı da belediyeleri başarısız kılıp bunu üzerinden siyaset yapmaktı. Çünkü 2009’da rüşvet verdi çamaşır makinesi, bulaşık makinesi verdi, çeyiz parası verdi ama halkı satın alamadı. Bu halk onurunu satmadı. Bu yolla başaramadığını, operasyonla tasfiye ederek başarabileceğini, belediyeleri bu yolla alacağını sandı. Ama yine yanıldı, alamadı, alamayacak da. 2012 Newrozu bu açıdan çok önemlidir. Diyarbakırda yüzbinler harekete geçti. İşte en son cenaze töreninde 600 bin kişi bir araya geldi. Demek ki bu halk buna boyun eğmiyor. Demek ki onların bu siyasi operasyonları boşa çıktı, amacına ulaşmadı.
‘BAŞBAKAN HALKIMIZA HAKARET ETMESİN’
Başbakan Urfa’da yaptığı konuşmada BDP’ye oy verenler için; “İsterse pislik içinde yatsın kalksınlar gidiyor yine onlar oy veriyor. Sen vicdanını, aklını niye kiraya verdin’ demişti. Nasıl karşıladınız bu sözleri?
Siyasetçileri kötüledi olmadı, şimdi halkı kötülüyor. Akıllı bir siyasetçi bunu yapmaz. Bu halk özgürlüğe sevdalıdır. Kendini kiraya vermez. Bu halk için özgürlükten daha değerli hiçbir şey yok. Bu halk, bize oy verenler, partimiz içinde mücadele edenler özgürlüğün yolunun demokratik siyaset olduğuna inanıyorlar. Şimdi siz bu demokratik siyaset umudunu körelterek, böyle hakaretler yaparak aslında Kürtleri başka alanlara sevkediyorsunuz. Başbakan bunu görmeli ve bu dilden vazgeçmeli.
Bütçeden almanız gerekeni alabiliyor musunuz?
Hükümet bizi. bir yandan siyasi baskılar bir yandan da ekonomik baskılar altında tutuyor bizi. Bakın Ankara’nın nüfusu 4 buçuk milyon; giden para yaklaşık 1,5 katrilyon. Diyabakır’ın nüfusu 1 buçuk milyon gelen para 95 trilyon. Başka bir şey söylemiyorum. Siz hesaplayın aradaki farkı. Başka izaha gerek yok. Sayın başbakan herkesin, kendisine oy verenin de vermeyenin de başbakanı olduğunu bilmeli.
Erdal İmrek - Evrensel
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.