“İki gündür elime aldığım kalem bile titriyor, yazamıyorum. Bu defa kararlıyım. Bu cehennemden sizlere mektup yazacağım” diyor. Cizre’den gelen mektup şöyle:
“Sizin hiç şehriniz yıkıldı mı?
Bizimki yıkılıyor. Hayır, deprem hiç olmadı burada; sel, çığ, göçük değil. Emirle yıkılıyor, yakılıyor, yok ediliyor. Binlerce asker burayı yakıp yıkmak için emir aldı ve onlar şu an şu saniye bile görevlerini en iyi şekilde yapıyorlar. Her talimatın sonucu bir yıkım; her “Emredersiniz efendim!”in sonucu karanlığa, geceye yayılan bir çığlık, bir ölüm, bir yıkıntı…
Bakanlığın ‘Kaçın, kurtarın kendinizi’ mesajına rağmen şehri terk etmeyen öğretmenlerden biriyim. Ama hayır bir kahraman değilim. İstemeyerek kaldım. Kışın ortasında çocuklarımı kaçırabileceğim bir yer olsa bir an bile düşünmezdim. En fazla gittiğim yerde vicdan azabı çekerdim; oysa şimdi iki oğlumla birlikte karımla birlikte küçücük ve soğuk bir odada dinmeyen bomba sesleri ortasındayız. İki gündür elime aldığım kalem bile titriyor, yazamıyorum. Bu defa kararlıyım. Bu cehennemden sizlere mektup yazacağım.
İki aydır, her gün her an bunu bekliyorduk. Bütün şehir kendini en kötüye hazırlamıştı. Fakat en kötümserlerimiz bile bu kadarını tahmin etmiyordu. Sosyal medya hesaplarından sürekli tehditler alıyorduk. Yine de bu şehir, Cizre; Irmak Adası Cezire… Moğolların, Selçukların, Halid Bin Velid ordularının ve son büyük ablukası 1847 Osmanlı Kuşatmasından beri en büyük kuşatmayla karşı karşıya olduğunun farkında değildi kimse.
Tipik bir işgal bölgesi gibi burada da zaten yoğun olan olis, Özel Harekâtçı Asker ve kirli Gönüllü Köy Korucusuna ek olarak 10 bin özel eğitimli polis ve asker yığıldı. Bu kadar askerin şehre konuşlanması bile günler sürdü. Akabinde tıpkı daha önce Suriye’ye gidenlere benzeyen sayısız silah dolu tırla doldu. Tek tek okullar ve yurtlar bir bahaneyle boşaltılıyor; korku, kaygı ve şüpheler artıyordu. Buna rağmen görülmemiş, cüsselerinden yapılarından beklenmedik bir düzeyde bir cesaret vardı halkta ve “Gençlik” denilen milislerde. Onlara milisler derken bile utanıyorum; çünkü çoğu daha liselerini bile bitirmemiş gençler, mahallenin çocukları, 90’ları yaşamamış devletin aslında ne kadar korkunç olabileceğinin ayrımına varamamış çocuklar. Başbakanın ‘öfkeli çocuklar’ına benzemiyorlar; Daha çok oyunları yarım kalmış delikanlılar, diyelim. Çoğunun politik bir dünyası bile yok. Mahallede top oynamaya, ebe oynamaya utanıp hendeklerde nöbet tutmaya başlamış çocuklar.
İşte bu çocuklar, gözlerinde eksik hayallerinin ışıltısıyla dolu bu çocuklar Nato’nun ikinci büyük gücünü harekete geçirebilmeyi başarabildiler. Hemen hemen tamamı henüz zorunlu askerliğini bile yapmamışken hayat; onları öldürmeye ve yok etmeye kodlanmış, profesyonel, her türlü teknolojik imkâna sahip ve öldürmekten zevk alan bir ordunun karşı cephesine dönüştürdü bir anda.
Şimdi bu çocukların ‘hayal gemileri’ büyük bir ordunun zırhına çarpmış görünüyor. “Gençlik” hâlâ umutlu; yanı başlarında ölen, yaralanan onca arkadaşlarına rağmen şehri ablukadan kurtarabileceklerine, bu koca orduyu püskürtebileceklerine inanıyorlar.
Bu ırmak adasındaki ‘hayal gemilerinin’ zırhlara çarpıp boğulması; bütün nehirleri, denizleri, yeryüzünü, ellerinizi, yüzlerinizi, vicdanlarınızı, yüreklerinizi, dünyanızı kirletecektir. Yazacak onlarca hikâye var ama her patlayan bombada iki oğlum bana sarılmak istiyor, onları daha fazla bekletemem.
Bizleri bu cehenneme terk etmeyin!
Cizre’den bir öğretmen”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.