Cezaevlerinde İlk kez siyasi taleplerle başlatılan açlık grevleri toplumun pek çok kesimi tarafından tartışıldı, konuşuldu. Bir kesim eylemin “cezaevi koşulları nedeniyle değil siyasi taleplerle” başlamasını eleştirirken, talepleri sahiplenenler de oldu. Ancak herkesin buluştuğu ortak nokta açlık grevinin “ölüm veya kalıcı hasar yaratmadan” bir sonuca ulaşması dileğiydi.
12 Eylül’de, PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması ve Kürtçenin kamusal alanda kullanılması talepleriyle başlatılan eylemler, 68. gün sonra Öcalan’ın çağrısıyla sonlandı.
Toplumun önemli bir kesimi; insan hakları savunucuları ve eylemlerin ölüm haberi gelmeden bitmesini isteyenlerin derin bir nefes aldığını söyleyebiliriz. Çünkü daha önce yapılan açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının sonuçları acı bir şekilde deneyimlenmişti.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın, bu süreçte anadilde savunma ile ilgili çalışmaların başladığını duyurması çözüm beklentisini arttırsa da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkışları tedirginlik yarattı.
BDP’li vekillerin 58. ve 60. günlerde açlık grevine başlaması, hükümetle bütün görüşmeleri kestiklerini açıklamaları; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “şantaj yapıyorlar” çıkışları çözümsüzlük beklentisini yükselten adımlar oldu.
Sonuçta korkulan olmadı. Cezaevlerinden ölüm haberi gelmeden eylem sonlandı.
Müzakereler, fezlekeler
Kürt sorununa ilişkin tablo ise o günden bu yana hızla değişti. Bugün müzakerelerin yeniden başlaması, Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılıp kaldırılmaması değil, BDP’li vekillerin Meclis çatısı altında “kalıp kalamayacağı” tartışılıyor.
Peki, özellikle eylemcilerin sağlığı açısından kritik sayılan 50. günden sonra Türkiye gündeminde daha görünür olan açlık grevlerinin sonucunda politik açıdan ne olmuş oldu? Türkiye’nin önünde yeni bir tablo oluştu mu? Kürt sorunun çözülmesine yönelik bir kazanım söz konusu mu?
Barış ve Demokrasi Partisi eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, gelinen noktayı "dokunulmazlıkların kaldırılması için yürütülen siyaseti açlık grevi döneminde ortaya çıkan çözüm ve müzakere ortamının arka plana atılması için bir adım olarak görüyoruz" diye yorumluyor.
Kışanak'a göre Türkiye demokratik kamuoyunun geniş kesimleri açlık grevleri sırasında gündeme getirilen talepleri yani ana dilde savunma ve eğitim ve PKK lideri Abdullah Öcalan'a uygulanan tecritin son bulması taleplerini sahiplendi.
Kışanak, "Açlık grevleri sona erer ve müzakere süreci başlasın diyen, çözüm seçeneğini masaya koyan bir kesimin sesinin yükseldiği bir dönemde dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme getirildi" diyor.
'Hiç olmamış gibi'
Eski milletvekili ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu eylemin sonuçları bağlamında soru işaretlerini dile getiriyor: “Politik olarak ne oldu? Gerçekten burada bir tuhaflık var gibi görünüyor. Türkiye’de daha önce açlık grevleri olduğunda etkileri, sonuçları tartışılmıştı. Fakat şimdi hiç olmamış gibi,” diyor.
Daha önceki açlık grevi ve ölüm oruçlarını yakından izleyen Bekaroğlu, dün ile bugün arasındaki farkı şöyle açıklıyor: “Bu fark, açlık grevinin PKK tarafından organize edilmesi, siyasal amaçlarla ortaya konması veya bildiğimiz yöntemlerin dışında beklentilerle yürümüş olmasından kaynaklanıyor,” diyor.
Bekaroğlu buna karşılık açlık grevlerinin, üzerinde pek tartışma yürütülmeden gündemden düşmesini, kamuoyunun bilmediği bir müzakere olasılığına bağlıyor: “50. günden sonra bir tartışma oldu ama açlık grevleri bir başka şeyi zorlamak için yapılmış gibi. O ‘başka şey’ nedir, ben bilmiyorum. Birileri biliyor ama toplum bilmiyor. Kim biliyor? Örgüt biliyor, Abdullah Öcalan, MİT, Başbakan biliyor ama biz bilmiyoruz. ‘Açlık grevleri olmamış gibi’ dememde de bu saklı.”
'Müzakerelere yönelik sinyaller'
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) uzmanlarından Hasan Özertem, Abdullah Öcalan’la müzakere sürecinin başlayacağına ilişkin önemli sinyaller verildiğini söylüyor.
Özertem, “Özellikle Başbakan’ın ‘kiminle gerekirse görüşürüz’ söylemi, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın basın açıklamasında da dile getirildi. Burada kritik olan husus, müzakerelerin Öcalan’ın koşulları üzerinden mi yoksa Kürtlerin hakları üzerinden mi gerçekleşeceği,” diyor.
Bekaroğlu ise müzakere sürecinin hali hazırda başladığına inanıyor: “Kandil, örgütün yetkilileri, devlet arasında görüşmelerin yapıldığı ve neticede açlık grevlerinin bittiği düşünülüyor. Sonuçta Öcalan’ın kardeşi gidiyor, konuşuyor. Bu bir günde olacak bir şey değil. Sonuçta demek ki bu bir yerlerde görüşülmüş. Biri gelsin demiş. Biri gitsin demiş,” diyor.
Bekaroğlu, taleplerin arkasında aslında Abdullah Öcalan’ın tek muhatap olarak alınması ve müzakerelerin başlamasının olduğunu söylüyor.
Bekaroğlu, “Ne konuşuldu bilmiyoruz. Netice itibariyle bir karar verilmiş ve açlık grevleri bitmiş. Niye bitmiş bilmiyoruz. Verilen karar nedir? Bir anlaşma mı olmuş? Onu da bilmiyoruz. Genel anlamda açlık grevlerinin taleplerinin, görüşmelerin başlaması olduğunu biliyoruz, böyle yorumluyoruz. Sanırım kamuoyundan gizli olarak görüşmeler başlamış ve devam ediyor. Benim kanaatim bu,” diyor.
'Devletin refleksleri hızlandı'
Kürt aydın ve yazar Ümit Fırat ise, açlık grevi eylemlerinin devletin reflekslerini hızlı kullandığı bir alan olduğunu vurguluyor ve bunun devlet geleneği açısından kritik bir kırılma noktası olduğunu söylüyor:
“Türkiye kendisinden bir şey talep edildiğinde inadına onu gerçekleştirmez. ‘Devlet kimsenin şantajına tehdidine boyun eğmez’ gibi bir tavır vardır. ‘Öleceksiniz ölün’ derdi. Bu sefer ilk kez talepte bulunanların sağlıkları, can güvenlikleri gibi pek çok hassas noktada devletin yetkilileri çaba gösterdiler. Erdoğan’ın günlük polemiklerinin dışında da genel olarak uygulamada rol üstlenen Adalet Bakanı, Başbakan yardımcıları gibi üst düzey yetkililer olayı tırmandırmadılar,” diyor.
USAK'tan Hasan Özertem ise bir başka konuda reflekslerin yeterince hızlı olmadığından söz ediyor ve KCK davalarının başladığı dönemden bu yana gündemde olan anadilde savunma ile ilgili yasanın geciktiğini tespit ediyor.
Özertem “Hükümetin reflekslerinin ne kadar yavaş geliştiğini gördük. Anadilde savunma talepleri KCK davasına paralel olarak ortaya çıktı. Ama hükümet bu yönde adım atmakta oldukça gecikti. Anadilde savunma hakkı demokrasilerde insan hakları açısından normal bir taleptir,” diyor.
Ümit Fırat da taleplerin arasında bulunan anadilde savunma hakkının uygulamada örnekleri olduğuna dikkat çekerek “bunun için açlık grevi yapılmazdı,” diyor.
1980’de Mehdi Zana’nın mahkemede Kürtçe savunma yaptığını, mahkemenin ilk kez burada “sanığın bilinmeyen bir dilde konuştuğu”nun dediğini ve mahkeme kararında “savunma hakkını kullanmadığı”nın yazıldığını aktarıyor.
Fırat’ın aktardığına göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapılan başvuru üzerine Mehdi Zana’nın Türkçe bilse bile kendini en iyi ifade ettiği dilde savunma yapması gerektiğine karar vererek mahkeme kararını eleştirdi.
Öcalan'ın öne çıkışı
Açlık grevlerinin sonuçlarına ilişkin ortak görüş ise, bu sürecin sonunda Öcalan’ın “tek aktör” olarak ortaya çıktığı.
Ümit Fırat, PKK’nın, cezaevlerinde, Avrupa’da ve Kandil’de yapılanmaları olduğunu, bunların her birinin kendi başlarına inisiyatif alabildiğini söylüyor ancak ekliyor: “Ama yine de son sözü Öcalan söyler.” Fırat aynı zamanda Öcalan’ın Kürt sorununu hükümetin çözeceği yönünde bir inancı olduğunu düşünüyor.
Mehmet Bekaroğlu da dönem dönem hem devlet hem de Kürt hareketi tarafından tasviye edilmeye çalışsa da bu süreçte Öcalan’ın müzakereler için tek aktör olduğu sonucu çıktığını söylüyor: “Öcalan bu açlık grevleri sürecinde birinci derece aktör olmuştur. Değişik zamanlarda Öcalan hem Türkiye devleti tarafından hem de bazı çevreler tarafından tasviye edilmeye çalışılmıştır. Şimdi ise Öcalan en önemli aktör pozisyonuna gelmiştir.”
Bekaroğlu aynı zamanda BDP’li vekillerin Ağustos ayının sonunda BDP’li vekiller ile PKK’lıların kucaklaşmasını gösteren fotoğrafların ardından bugün gündeme gelen, doknulmazlıkların kaldırılması konusunu da farklı bir açıdan yorumluyor.
Bekaroğlu bunun önümüzdeki sürece uyum sağlayamayacak kimliklerin tasviyesi olduğunu ve bunun da yapıldığını düşündüğü müzakereler çerçevesinde bir adım olduğunu belirtiyor. “Şöyle bir spekülasyon, bir yorum yapabiliriz. Bir anlaşmaya doğru gidiliyor. Neyse bu anlaşma, bu anlaşmayı istemeyenlerin, çözüme uygun olmayan PKK’lı ve BDP’lilerin tasviye edileceği bir süreçtir. Belki de dokunulmazlıkların kaldırılması da bu yönelik bir harekettir. Kürt siyasetinde öne çıkan ama önümüzdeki sürece uygun olmayan aktörlerin de tasviye edileceği, devlet ve muhataplarının anlaştığı bir süreç diye tahmin ediyorum. Yoksa başka türlü izah edemeyeceğiz. Müzakereler başlarken, seçilmiş insanları parlamentodan kovmaya çalışmak tuhaf olur.” (BBCTürkçe)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.