Cezaevlerine kulak vermek zorundayız. Bu memleketin bütün yaraları orada, gözümüzden uzak kanayıp duruyor.
Hapishanelerin durumu, mahpusların çektikleri bilinmesin istiyorlar. Herhangi nedenle olursa olsun, hapse girenin cezasından çok daha ağırını yaşadığını, memleketimizin dünya cezaevleri tarihinde ayrıcalıklı bir yeri olduğunu hepimiz biliyoruz. Dünyanın hangi dilinde ‘Türk hapishanesi’ deseniz, ‘vahşet yuvası’ anlaşılır. Filmlere kitaplara konu olmuştur.
Buna rağmen tutuklu ve hükümlülerin koşulları bir türlü düzeltilmez.
İHD’deki kayıtlara göre sağlık durumu kritik olduğu için dışarıda tedavi görmesi gereken siyasi tutuklu sayısı, 276.
9 tutuklunun hastalığıysa ölümcül.
Mektup yasağından önce
Bir cezaevinin, tutuklu ve hükümlülerine mektup yasağı getirdiği yazarlar listesi açığa çıktı, biliyorsunuz.
Ben de bunun üstüne Azat’ın anacığı Fatma Tokmak’ın birkaç ay önce bana göndermiş olduğu mektubu paylaşacağım.
Fatma’nın mektubunu, ananızdan, kızınızdan gelmiş gibi okuyun isterim.
“......Ben yaklaşık bir yıl üç aydır (artık bir buçuk yıl Y.T.) Bakırköy Kadın Cezaevi’nde bulunuyorum. Geldiğim günden bugüne kadar sağlık sorunlarım ağırlaşarak devam etmektedir. 2006’da zaten ağır sağlık sorunlarımdan dolayı tahliye edilmiştim.
Bu koşullarda sağlık problemlerim ağırlaşarak devam ediyor. Tedavi olmak imkansız. Ağır kalp yetmezliği, kalp kapakçıklarının darlığı, kalp romatizması, tansiyon, mide gibi sorunlarım var. Aldığım ağır ilaçların miligramları yükseldikçe bir mide hapı da birlikte almak zorundayım. Bildiğiniz gibi bu hastalığı olan insanların üzüntü, sıkıntı, stres gibi ortamlardan uzak durmaları gerekli. Oysa cezaevi bu hastalıklarımın birinci derecede tetikçisi. Sıkıntılarımdan biri kendimi ifade edememem.
Ben Türkçeyi sonradan öğrendim. Sağlık sorunlarımdan dolayı gittiğim dış hastanede kendimi ifade edemiyorum. Ellerimde kelepçe ile onlarca insanın inip-bindiği, kusmuk kokuları içinde, asker eşliğinde, asker hakaretlerine maruz kalarak, ringlerde saatlerce bekletilerek tedavi olmaya çalışıyorum. O kusmuk izleri-görüntüleri ile ağır kokuları ile o sıcakta, havasız yarı baygın halimi siz düşünün.
Bunları defalarca Müdür, Savcı, Adalet Bakanlığı’na yazdım. En azından tartıştık, konuştuk. Bu koşullarda o ringlerde (yürüyen mezarlarda) bekletilmek değil ağır hastaları, sağlık sorunları hafif olanları dahi etkiliyor. Bu mağduriyetim giderilmiyor.
Ağır ilaçlar kullanıyorum. Bir iğne olmak için eskiden Bakırköy Devlet Sadi Konuk Hastanesi’ne götürülürdüm. Şimdi ta üç saatlik yola, Avcılar Devlet Hastanesi’ne ayda bir gidip geliyorum. Gerekçe ise, iğnenin ağır olduğu, risk taşıdığı için vuramadıkları, sorumluluk alamadıkları oluyor.
İlaçlardan dolayı diyet yapmam gerekiyor. Diyet için rapor alman gerek dendi. Ben de gidip raporumu yeniledim. Fakat cezaevi müdürlüğünce, sana diyet yemekleri getirirsem diğer mahkumlar da ister denilerek yemeklerim verilmiyor. İdarenin getirdiği yemekler ise bol yağlı, şekerli, bol tuzlu. Her gün gelen bu yemekleri soğuk suyla yıkayıp yemeye çalışıyorum. O yemekler pişmiş ve soğuk sudan geçirilince ne hale geldiğini siz düşünün. Tuzlu, şekerli, yağlı yemekler hem tansiyonumu hem de midemi kötü ediyor. Ağır ilaçları da bu yemeklerden sonra içtiğimde halimi siz düşünün. Vücudumda şişmeler, halsizlik, bitkinlik, uykusuzluk, baygın bir halde ölü gibi kalıyorum. Bir de sıcaklar. Çarpıntılarım artıyor. Reviri çağırıyorum. Görevli gardiyanlar önce tansiyonumu ölçüp, ‘bir aspirin al, geçer’ deyip geçiştiriyor. Kendilerini doktor yerine koyup günde yirmi dört ilaç almamın sonuçlarını kendilerince geçiştiriyorlar.
Her gün, bu durumlarımın yanında Adli Tıp raporu içinse; evraklarım bir yıldır çıkarılıyor, fakat kaybediliyor. ‘Hastanede kaldı, zamanı geçti’, ‘Yenilenmesi gerekir’, ‘Randevu var, ring yok’, ‘Ring var, personel yok’.
Hastaneye gidiyoruz, ringlerde bekletiliyoruz. ‘Randevu alamadık’, ‘Diğer hastalardan sıra gelmedi’ gibi birçok gerekçeyle çoğu zaman cezaevine geri götürülüyoruz. Yıl içinde en az dört-beş kez eko, kan, ekg, karaciğer, mide vb. tahlil yaptırdım. Adli Tıp belgelerin eksik, dediler. En son Cuma günü Eko için hastaneye götürüldüm. Koğuştan saat ikide aldılar. Üçte randevun var, denildi. Cuma günü görüş günümdü. Oğlumla iki haftadır görüşemiyordum. Bu hafta görüşü dört gözle bekliyordum Oğlum kapıda kaldı. Beni üçü yerime geçene kadar o kötü ringin içinde bekletip Eko’ya aldılar. Oğlum cezaevinde ben de ringde o saate kadar bekledik. Oğluma ‘annen hastanede’ denmiş. Öyle denince kaygı ve korkuyla beni dörde kadar bekledi.
Hastanede muayene eden doktor, ‘kalp kapakçıkların iflas etmiş, ameliyat olman gerekir’ dedi. Anjiyo ve benzer operasyonların artık riskli olduğunu, ilaç uygulamalarının işe yaramadığını ameliyatın çok ağır ve riskli olduğunu söyledi. ‘Hocalarımız karar verecek, sana bildirilecek’ diye cezaevine gönderildim.
Oğlumun beklediğini bildiğim için koşarak, kızgınlık içinde cezaevine geldim. Oğlumun, yıllardır cezaevi kapılarına gide gele psikolojisi bozuk zaten. Beni görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Zaten geldiğimde görüş bitmişti. “Anne ben burada beklerken üç posta görüşçü gelip gitti. Neden beni kapılarda, seni de ringlerde bekletiyorlar” diye on dakika içinde laf ağzımızda telefon elimizde kaldı. Camın ardından vedalaştık.
Zaten her cezaevinde bir saat olan açık görüş hakkı Bakırköy cezaevinde yarım saat. Burada açık görüş asker düdüğüyle, asker ve gardiyanlarca kuşatılarak, yarım metre masanın ortasında, askerlerin kulakları ağzımızda gerçekleşiyor. Bırakmıyorlar ki özel bir sorunumuzu dile getirelim.”
Fatma Tokmak, daha sonra selamlarını yollayıp her gün almak zorunda olduğu 24 ilacın listesini de yazmış.
Cezaevlerine kulak vermek zorundayız.
Bu memleketin bütün yaraları orada, gözümüzden uzak kanayıp duruyor. İki buçuk yaşındaki oğluna gözlerinin önünde işkence edilen, kendisi uzun işkenceler sonrası ağır bir hastalığa yakalanan Fatma Tokmak, orada Azat’ından uzak ölürse ufkumuz daha da kararacak.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.