Bir yılını geride bırakan Kürt sorununda çözüm sürecine dair yaşanan gelişmeleri İmralı Adası’nda Kürt Halk Önderi Öcalan ile yapılan görüşmelerde yer alan BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan anlattı.
Başbakanın “silahlar sussun fikirler konuşsun” çıkışının ardından Newroz deklarasyonu ve geri çekilmeye kadarki gelişmeleri kapsayan birinci aşamayı değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?
Öncelikle şöyle ifade edeyim. Önemli bir süreç geçirdik. Bir yıllık süreci değerlendirirken neler yapıldı neler yapılmadı? Bunları ifade etmek gerekiyor. Sürecin başında özellikle Sayın Öcalan’ın yaptığı görüşmelerde hem devlet yetkililerine hem BDP heyetine yapmış olduğu açıklamalar olduğu, kamuoyuyla paylaşıldığı süreçler yaşadık. Altını çizmek istediğimiz Sayın Öcalan’ın önemle üzerinde durduğu birinci aşama, Newroz’a kadar olan süreçti bence. Yapılan tartışmalarla birlikte süreci üç aşama olarak nitelendirdik. Birinci aşaması mecliste bir komisyonun kurulması, aynı zamanda dışarıda bağımsız bir heyetin oluşturulmasıydı. Bununla geri çekilme süreci başlayacaktı. Gelinen süreçte birinci aşamanın dahi tam anlamıyla yerine getirilmediği, kurulan komisyonların işlevini ve görevine tam olarak yapamadığı, aynı zamanda geri çekilme sürecinde yaşanan sıkıntıları da değerlendirmek gerekiyor. Birinci aşamada meclis bünyesinde kurulan Barış ve Çözüm Komisyonu ve Akil İnsanlar Komisyonu’nu değerlendirirsek ne kadar yol kat ettik bunu ortaya çıkarabiliriz.
Akil İnsanlar Komisyonu’na biçilen rol ve verilen görevin tam olarak yerine getirilmediği, komisyonun aslında normalleşme sürecine kadar rolünü oynaması gerekirken iki aylık bir sürede çalışmalarını bitirmesi bu sürece hiçbir katkısının olmadığı anlamına gelir.
Akil İnsanlar Komisyonu oluşturulduğunda eleştiriler vardı. AKP’nin komisyonu tek taraflı şekillendirdiği, diğer partilerin yer almadığı bir süreç oldu. Akil insanların 7 ayrı bölgede çalışmaları oldu. Buna yönelik de toplumla paylaşılmaması, kamuoyuna açıklanmadığı yönünde eleştiriler de oldu.
Komisyonun hazırlanış yöntemi sakattı. Yapmış olduğumuz görüşmelerde hükümete, komisyonu birlikte oluşturalım dememize rağmen, sunduğumuz isimler ve önerilerimiz hiçbir şekilde dikkate alınmadı. Aynı zamanda Sayın Öcalan’ın da ifade ettiği bu komisyonun içinde olması gereken gerçekten barışı isteyen kesimlerin olması gerektiğini vurgulamasına rağmen sadece hükümetin belirlediği isimlerin olması sıkıntıydı. Dolayısıyla komisyon sadece AKP’nin hazırladığı komisyon olması itibariyle sürece katkı sunabilecek ilerletecek bir misyonu beklemek de yanlıştı. Ortak bir çalışma yapılsaydı, hem sivil toplum örgütlerinin hem muhalefet partilerinin hem de İmralı’da süreci yürüten Sayın Öcalan’ın sunduğu isimler bu komisyona alınsaydı, bu komisyon bugün halen çalışmalarını sürdürecekti. Yaşanan tıkanıklıkta bu komisyon rolünü oynayabilecekti.
'CHP VE MHP DE OLSUN DEDİK AMA...'
O yüzden komisyonun belirlenme biçimi bile sürece büyük anlamda zarar verdi. Komisyonun işlevi de yok. Çalışmalarını bitirmiş durumda. İki aylık çalışma süreci belirlemiş ve bu süreçte hazırlanan raporlar hükümete teslim edildi. Kısım kısım açıklama olsa da bir bütün olarak, ortak bir görüntü vererek ortak bir deklarasyon yayınlayarak bu raporları kamuoyuyla paylaşmadılar esas sıkıntı burada. Hangi bölgede halk ne istiyor, talepleri nelerdi? Barış sürecine ne katkı sunabilirdi? Türkiye kamuoyunun bunları bilmesi gerekiyordu. Komisyonun çalışmalarında elde ettikleri rapor kamuoyuyla, muhaliflerle, sivil toplum örgütleriyle paylaşılmadı. Sadece hükümetle paylaşılan bir sonuç elde edildi. Dolayısıyla bu başlı başına bir sıkıntı.
Aynı zamanda mecliste kurulan Barış ve Çözüm Komisyonu vardı biliyorsunuz. Hem kuruluş hem çalışma yöntemi elde etmek istediğimiz bir sonucu vermeyecek bir komisyondu. AKP’den 10, BDP’den sadece 1 milletvekilinin temsil edilmesi bile büyük bir hukuksuzluktu. O komisyon kurulduğunda yine eleştirilerimizi, görüşlerimizi ve önerilerimizi ortaya koyduk. CHP ve MHP’nin de üye vermesini istedik. Ne CHP ne de MHP üye vermedi. AKP ve BDP’den oluşan bir komisyon. O da hukuksuzdu. Bu komisyonda daha önce mecliste kurulan komisyonlar gibi, Darbeleri Araştırma Komisyonu, Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu ki, bunu çoğaltabiliriz. Bunlar gibi bir çalışma yöntemi koydu önüne. Sürecin önünü açacak, katkı sunacak bir yöntem izlemedi. Ondandır ki bu komisyonun da herhangi bir işlevselliği yok. Birkaç kişiyi tanık olarak çağırıp dinlediler. Bunun dışında farklı bir şey gelişmedi. Bu komisyonda istediğimiz verimliliği alamadık.
YENİ BİR KOMİSYONA İHTİYAÇ VAR
Sayın Öcalan’ın bu bir yıllık süreçten evvel Akil İnsanlar Komisyonu’na dair tarihsel örnekleriyle ele aldığı açıklama ve önerileri olmuştu kamuoyuna yansıyan. Bununla birlikte ele alındığında Türkiye’de kurulan ve biçimsel bir formatta kalan komisyonun sürece ne denli etkisi, katkısı oldu?
Akil İnsanlar Komisyonu, belirttiğim gibi işlevselliğini yitirdi. Şu an komisyon yok. Komisyon üç aşamada da rolünü oynayabilecek komisyon olabilirdi. Bıçak sırtında bir süreç yaşadık. Her an kopabilir dönemlerini yaşadık. Akil insanlar komisyonu rolünü oynamak isteseydi bu tür süreçlerde KCK’ye, hükümete yönelik açıklama yapmak durumunda kalırlardı. Böyle bir misyonu yitirdikleri için böyle bir açıklama da yapmadılar. Böyle bir zemin de olmadı. Kimse böyle bir komisyonun adını dahi telaffuz etmiyor artık. Kuruldukları dönemde yansıyanlar oldu. Kimse şu an akil insanlardan ne bir görüş ne bir çağrı talep etmiyor. Sıkıntı var. Bu nedenle yeni bir komisyona ihtiyaç var. Bence Akil İnsanlar Komisyonu işlevini yitirdi. Bu nedenle yeni bir izleme kuruluna ihtiyaç var.
Parlamento bünyesinde mi?
Hayır. Dışarıdan, bağımsız. Barışı isteyen akademisyenler, yazarlar, bu işe gönül veren binlerce insan var. Bu insanlardan oluşan yeni bir heyete ihtiyaç var. Yaptığımız son görüşmede de Sayın Öcalan’ın özellikle üzerinde durduğu “üçüncü göz” dediği izleme heyeti ya da kurulun kurulmasına ihtiyaç var. Böylesine bir kurul kurulursa sürecin ilerlemesi konusunda da çok büyük bir katkısı olacağı kanısındayız. Bununla ilgili taleplerimizi hem hükümete dile getirdik hem de bulunduğumuz platformlarda bunu anlatmaya çalışıyoruz.
'CHP SAMİMİ DEĞİL VE ÇÖZÜMSÜZLÜKTEN YANA'
CHP ve MHP, Barış ve Çözüm Komisyonu’nda yer almadı. Ancak CHP kendi bünyesinde bir bildirge hazırladı. Kamuoyuna sundu. CHP’nin bu süreçte ana muhalefet partisi olarak yer almamasını ve AKP’nin yaptığı gibi kendi cephesinden yaklaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başından beri CHP’ye birçok çağrı yaptık. Süreçte olması gerekenlerden biriydi CHP. Ancak başından beri Kürt sorununa yönelik yaklaşımı ortada. Kendi tekçi ve faşist anlayışıyla sorunu çözmeye gitti.
Bir nevi çözümsüzlük…
Aynen öyle. Bir nevi çözümsüzlük. CHP’nin çıkışları insanlara samimi ve inandırıcı gelmiyor. Savaşın en kızgın olduğu süreçlerde barış adımlarının atıldığı süreçlerin başında CHP süreci gerçekten katkı sunmak için çıkış yapabilseydi ve bizimle ortaklaşabilseydi, çünkü muhatap tarafla ortaklaşmadığı zaman istedikleri kadar proje ve siyaset üretsinler, başarılı olamazlar. Çünkü mağdur olan taraf, çözüm mücadelesi veren taraf varken, ayrıksı duruş sergilersen kendi projelerini üretirsen çözüme katkı sunamazsın. Dolayısıyla CHP genelde seçim süreçlerine yakın zamanlarda Kürt sorununa ilişkin çözüm hazırlar. Kendi manifestosunu ve bildirgelerini hazırlayarak, “çözüm için çaba içindeyim” görüntüsü vermesi ne yazık ki, inandırıcı gelmemektedir.
'GÖRÜŞMELER YASAL ZEMİNE OTURTULMALI'
Sürecin ilk aşamasında yoğun tartışma yaratan önemli bir husus da geri çekilmeydi. Geri çekilme süreci başladığında ve sonraki aşamaların yasal güvenceye alınması talepleri vardı. Sonraki dönemlerde gerek geri çekilme gerekse de çözüm noktasında Kürt hareketinin talepleri anayasal düzlemde ele alınarak, mevcut tartışma daha üst boyutlara taşındı. Anayasa komisyonu da belli bir süre çalışma yürüttü. Süreç için önemliydi. Ancak Başbakanın açıkladığı son paket de deyim yerindeyse “dağ fare doğurdu” kabilinden oldu. Buna yönelik düşünceleriniz neler?
Barış süreci ya da müzakereler başladığında bir hukuksuzluk vardı ortada. Sayın Öcalan’la ve Kandil ile yapılan görüşmelerin yasal zemine oturtulması gerekiyordu. Bu yasal zemin bir kısmı anayasada düzeltilmesi gerekiyordu. Bir kısmı da parlamentoda çıkacak yasa ve kanunlarla düzeltilmesi gerekiyordu. Anayasa çalışmalarında BDP olarak masanın devrilmemesi, uzlaşma komisyonunun dağılmaması için çok çaba sarf ettik. Gerçekten Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu için, demokratikleşebilmesi için tüm alanlarda yaşanan sorunların çözümü için, 12 Eylül darbe anayasasının mutlaka değiştirilmesi gerektiğini, faşist bir anayasanın Türkiye’yi kurtarmadığını ve idare edemediğini ifade ederek yeni bir anayasa ihtiyaç duyulduğunu her zaman söyledik. Dolayısıyla masadan kalkan biz olmadık. Bundan sonra komisyonun çalışması için Sayın Cemil Çiçekle görüştüğümüzde de her türlü katkıyı sunmaya hazır olduğumuzu söyledik. Biz sorunların çözümleri noktasında anayasanın önemli olduğunu ifade ediyoruz. Anayasada mutlaka değiştirilmesi gereken maddelerin de olduğunu söylüyoruz.
Sürecin yasal bir süreç olabilmesi için yapılan görüşmelerin, müzakere sürecinin sonuna kadar gidebilmesi için yasal ve anayasal düzenlemelere ihtiyaç var. Bazı konular anayasa bazı konular da yasal ve kanunlara ihtiyaç duyuyor. Anayasanın acilen çıkarılması gerekiyor. Yeni ve bağımsız bir anayasa ihtiyaç var. Çözüme ilişkin maddelerin mutlaka olması gerekiyor. Anadil, kimlik, özerklik meselesinin yeniden düzenlemesi gerekiyor. Mecliste çıkarılacak yasalar da buna katkı sunacak yasalar olabilir. Bunun en başında bir kere bu süreci rahatlatacak TMK’nın kaldırılması, TCK’da yapılacak değişiklikler sürece müthiş ciddi anlamda katkı sunacaktır. Bunların yapımına ihtiyaç var. Yapılan oyalayıcı ve zamana yayıcıdır. Bunun doğru olmadığını düşünüyoruz.
Parlamento dışında kurulacak bir komisyondan bahsettiniz. Dünyada benzer sorunların çözüm örnekleri var. Yine uluslararası anlamda hakem misyonuyla üçüncü bir gözün yer aldığı çözüm örneklerine bakıldığında, bu konudaki eksikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu örnekle belki başlayabiliriz. Avrupa Parlamentosu’nda (AP) Aralık ayında yapılan bir Kürt Konferansı vardı. Barış süreci adı altında gerçekleştirildi. Orada hemen hemen tüm ülkelerden gelen katılımcılar süreci önemsediklerini, Avrupa bazında söylüyorum, destekleyen, katkı sunmak isteyen bir mesajın çıktığını ifade etmek istiyorum. Avrupa ülkeleri bu süreci izleyecek bir komisyonun da Türkiye’ye gönderilmesi noktasında bir çağrının yapıldığını da biliyoruz. Bunun çok önemli etki yapacağını düşünüyorum. Avrupa’dan ya da farklı ülkelerden gelecek heyetlerin sürece üç üncü bir göz olarak, gözlemci heyet olarak gelmesi Türkiye ve süreç açısından önemli katkı sunar diye düşünüyoruz.
Tabi ki üçüncü gözlem dediğimiz heyetin içinde mutlaka yabancı bir insanın olması gerektiğini düşünüyoruz. 8 kişiden oluşacak bir heyette 1’i yabancı olması gerekiyor. Avrupa’nın zaman zaman yaptığımız görüşmelerde gelen heyetlere de söylüyoruz. Avrupa’nın ve yabancı ülkelerin desteğine ihtiyaç var. Onların da çağrı anlamında aynı zamanda teknik katkı olarak bir şey yapabilirlerse süreç için iyi olur düşüncesindeyiz.
'AKP, KÜRTLERİN ÖDEDİĞİ BEDELE SAYGILI OLMALI'
Çözüm süreci başladı ve bir müzakere sürecinin geliştiği hükümet kanadında da resmi olarak kabul gördü. Ancak sürecin beşinci ayında yani Mayıs’ta Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın geri çekilme esnasında “Cehennemin dibine gitsinler” yönlü açıklaması oldu. Aynı günlerde Başbakanın “terörle müzakere etmeyiz” yaklaşımı vardı. Hatta birkaç gün öncesine kadar da yine “terör belasından kurtulacaklarını” söyledi. Bir yandan çözüm, barış diyen AKP kanadının, öte yandan klasik dil ve üslup yaklaşımıyla bu sürecin önü nasıl açılır ya da nasıl ilerler?
Dil ve üslubun önemli olduğunu düşünüyorum. Temiz bir dile ve siyasete ihtiyaç var. Bu sürecin ilerlemesi için. Gerçekten başından beri hem sorunun çözümüne ilişkin hem de sürecin ilerlemesine ilişkin kullanılan dil ve üslubun sürecin ruhuna uygun olmadığını düşünüyorum. Muhatabın bir tarafı diline, siyasetine davranışına dikkat ederken diğer tarafın dilini siyasetini hukukunu her yönüyle değerlendirdiğimizde geçmişten farkı olmaksızın soruna yaklaşması bizleri üzüyor. O yüzden hükümetin zaman zaman yaptığı açıklamalar, başbakanın açıklamaları, sürecin ruhuyla hiçbir şekilde uyuşmayan açkılamalar oldu. Bu tür tepkilerimizi bakış açımızı ortaya koyduk. Kendilerine anlatmaya çalıştık. Biz her türlü konuda kendimize dikkat ederken. Hükümetin devletin bizim hassasiyetlimize saygı anlamında bile uymadığını ifade ettik. Sorundan terör sorunu olarak bahsetmek, bu şekilde yaklaşmanın çözüm noktasında ciddi anlamda çelişki yaşandığını ortaya koyduğunu düşünüyorum. Gerçekten çözüm isteyenler dil ve üslup değil ahlak ve vicdanla da yaklaşmak zorundadır. Yüz yıllık bir meseleden bahsediyoruz. Bu meselenin çözümüne baktığımızda geçmişe baktığımızda binlerce insanın yaşamını yitirdiği, binlercesinin köyünün yakılıp yıkıldığı, binlerce insanın cezaevlerinde çürütüldüğü süreçleri yaşadık. Kürt halkı ağır bedeller ödedi. Bunlara saygı anlamında bile olsa hükümetin ve devletin diline dikkat etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun sonuna kadar hassas yaklaşılmasını istiyoruz.
'SEÇİMDEN SONRA BU ŞEKİLDE GİTMEZ'
Süreçle ilgili “AKP’nin yerel seçimlere yönelik taktiksel bir yaklaşımı” eleştirileri yapılıyor. Seçilmişler ve belediye başkanları, binlerce siyasetçi halen cezaevinde. BDP’li vekiller tahliye edilmedi. Yine Yüksekova’da 3 kişi katledildi. Bu tabloda AKP’nin süreci seçimlere kadar bu şekilde götürme gibi bir eğilimi görülüyor. Bunu nasıl ele alıyorsunuz?
AKP, bir barış süreci başladı diye zihinsel ve siyaset olarak değişim yaşamadı. Her zamanki AKP ve her zamanki devlet. Süreç başlarken hak ve hukukun hemen geleceği kanısına varmadık zaten. Yüz yıllık meseleden bahsederken bir iki ay ya da yıl içinde çözüleceğine de inanmadık. Yıllarca verilen bir mücadele vardı. Yıllarca verilen bir mücadele alanı da açıldı hepimize. AKP’den barışı bize altın tepside getirip sunmasını beklemedik. Alanlara ve sokaklara çıktık haykırdık. AKP’den talep ettik. Bunları yaparken de yine bedeller ödedik. AKP, gerçekten bu tavrıyla, çözümü zamana yayma noktasında açık ve bariz biçimde bunu ispat etmeye çalışıyor. Seçim sürecine kadar bir ateşkes süreci var. Yapılan çağrılar var. KCK’nin yaptığı açıklamalar var. Seçim sürecine kadar izleme süreci de diyebiliriz buna. Sayın Öcalan’la yaptığımız görüşmelerde şunu net görüyorum. Sürecin kesintiye uğramaması için önemle yaklaşıyor ama aynı yaklaşımı AKP hükümetinden görmüyorum. Seçime kadar bir oyalama olabilir ama seçimden sonra bu böyle gitmez. Seçimin önemli olduğunu düşünüyoruz. Her iki kesim açısından. Kürtler ve Türkiye halkaları açısından önemli. Kürtler bu seçimde sadece aldıkları oy ya da belediye sayısıyla sınırlı kalmayacaklar. Aynı zamanda barışı sürecine yaklaşımlarını da ortaya koyacaklar.
'SEÇİM KÜRTLER İÇİN REFERANDUMDUR'
Referandum diyebilir miyiz?
Tam anlamıyla bir referandumdur aslında. Kürtler varlıklarını ispat edecektir. Sürece ne kadar katkı yaptıklarını ortaya koyacaktır. Seçimden sonra hükümetin ve devletin şapkasını bir kez daha önüne koyarak düşüneceği kanısındayım. Şimdiye kadar izlemiş olduğu yol ve yöntemin yanlış olduğu kanısına varacaklarını, büyük bir kesimin çözüm ve kardeşlikten, Kürt sorununda çözümden yana olduğunu görecekler. Yanlışlarının fırkanı varacaklar. Kürtler bu süreçte evine oturmadı. Meydanlarda haklarını yine talep etti. Bir yandan da körleri, sağırları, dilsizleri oynayan hükümet vardı karşımızda. Talepleri dikkate almayan, zulmünü ve baskısını ortaya koyan hükümet vardı. Kürtler bunun farkında. Bu şekilde seçime hazırlanıyor. Aynı zamanda barış sürecine vereceği desteği ortaya koymak için bir çaba içinde. Hükümet seçimden sonra ciddi biçimde bu sorunun üzerine eğileceği kanısındayım. Çünkü biz Türkiye’de oy patlaması yapacağız. BDP ve HDP yapacak bunu. HDP ile alacağımız oy oranıyla Kürtlerle Türklerin ittifakı anlamında bir gösterge olacak. Türkler de barış istiyor. HDP’ye oy verecek insanlar da barışı ne kadar istediklerini bir şekilde bu seçimde ortaya koymak durumundadırlar. Bunun önemli bir oran olacağını düşünüyorum. HDP’nin Türkiye’nin batısında büyük bir oy patlaması yapacağını, Türklerle-Kürtlerin ittifakının da gündeme geleceğini düşünüyorum.
'AKP-CEMAAT İKTİDAR KAVGASINDA HALKLAR EZİLİYOR'
Son birkaç gündür yapılan yolsuzluk operasyonları var. Paralel devlet tartışmaları yürütülüyor. Bu noktada geçmişte Sayın Öcalan, paralel devlete dikkat çekerek, kimi vurgularda bulunmuştu. Bu noktada çözüm sürecine dönük ele alındığında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar insanı şaşırtan, beklemediğimiz olaylar değil. Başından beri paralel devlet olduğunu ifade ettik. Özellikle barış süreçlerinde ortaya çıkan, sabote etmek isteyen, sürecin gelişmesini istemeyen bir kesim sürekli Türkiye’yi karıştırdı. Karıştırmaya da devam ediyor. AKP ve cemaat arasında iktidar savaşı var. Altta çimenlerin halkların ezildiği tabirini kullanmak doğru olur. Tüm halklar eziliyor aslında. Bunu görmek lazım. Mesele dershane meselesi değil. Bu işin bahanesi. Cemaatle AKP arasında iktidar kavgası var. Yolsuzluklarla ilgili tartışmalar da Türkiye açısından önemli. Emniyet müdürünün görevden alınması. Buna şöyle yaklaşıyoruz; sadece kendine dokunan kısmıyla ilgilenen, diğer kesimlere hiçbir şekilde dokunmayan bir anlayışın yanlış bir anlayış olduğunu, özellikle bu süreçte Kürdistan’da yaşanan katliamları yapan ya da yaptıran güce dokunmayan bir iktidarın anlayışını doğru bulmuyoruz.
ÇİFTE STANDART
Bir hafta önce Yüksekova’da Hakkari ve Yüksekova Emniyet müdürlerinin bilgisi dahilinde işlenen cinayetler var. Üç kişinin yaşamını yitirdiği bir sürece tanıklık ettik. Ve bu cinayet ortaya çıkar çıkmaz yaptığımız çağrılar, Hakkari Valisi ve Yüksekova Kaymakamı’nın derhal görevden alınmasını ifade ettik. Ama hiçbir şekilde bunlara dokunulmazken bugün birkaç bakanı ve oğlunu ilgilendiren meselede emniyet müdürleri görevden alınıyorsa burada çifte standart var demektir. Bu aynı zamanda barış sürecini de olumsuz etkileyecek bir durumun içerisine giriliyor demektir. Kürdistan’da farklık bir hukukun, batıda farklı bir hukukun işlenmesi Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmaz. Bu nedenle sürecin gelişebilmesi ve ilerleyebilmesi için sadece tek bir tarafın değil tüm kesimleri ilgilendiren haksızlıkların, yolsuzlukların, işlenen cinayetlerin soruşturulması, bunda payı olanların cezalandırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için de başta da söylediğimiz gibi Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun acilen kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin bu anlamda geçmişiyle de yüzleşmesi gerekiyor. Bunun olması halinde hem şu an ki durum, hem de geçmişte yaşanan katliam, hukuksuzluk anlamındaki sorumluların açığa çıkabileceğini ve yargılanabileceği fırsatının da doğacağı kanısındayız.
Seçime kadar oyalama taktiğiyle gidebilir ama seçim sonrası ciddi ciddi düşünmesi gerekir dediniz. Diyelim ki süreçte herhangi bir adım atılmadı, ki ortadaki tablo da bunun güçlü verilerini yansıtıyor. Böylesi bir durumda yani 2014 yerel seçimlerinin ardından gidişatta değişiklik olmazsa Türkiye ve Kürtler açısından nasıl bir durum yaşanır?
Çok çok büyük bir kırılma yaşanır. Türkiye kamuoyunu kendisini çözüme endekslemiş bir durumda artık. Bu sorunun bitmesi, çözümü için herkes umutlu ve çaba içinde. Süreci başlatan bir kesim var. Kandil var, Sayın Öcalan var. Bu sürecin ilerleyebilmesi için bu insanların görüş ve önerilerine ihtiyaç var. Süreci okuyacak olanın ve son kararı verecek olanın Sayın Öcalan olacağı kanısındayım. Süreci başlatan Sayın Öcalan’ın kendisi çünkü. Kamuoyuna yansımayan yönleri de var. Sayın Öcalan beş yıldır çaba içindeyim ve devlet yetkilileriyle görüşüyorum diyor. Ama bize ve kamuoyuna yansıyan yönü bir yılı kapsıyor. Sürecin ilerleyebilmesi ya da bitmesinin Sayın Öcalan’ın kararıyla olacağını düşünüyorum.
Kürtler ve Türkiye kamuoyunun desteği de önemli. Bunlara Sayın Öcalan’ın büyük bir önem atfettiğini biliyorum. Çünkü her görüşmesinde sürece katkısı olacak insanların görüşü ve önerilerine ihtiyacım var diyor. İnsanlarla görüşün, komisyonlar kurun, tartışın ve bunların sonucunu mutlaka bana getirin diye ifade ediyor. Zaman zaman konferanslarda çıkan sonuçların, sonuç bildirgelerini Sayın Öcalan’a götürdüğümüzde önemle okuyor ve önemle üzerinde duruyor. Kürtler ve Türkiye halkları neler istiyor? Demokratikleşme için çaba içinde olabilmeliyiz diyor.
YENİ HEYETLER İMRALI’YA GİTMELİ
Sürecin ilerlemesi noktasında Sayın Öcalan’ın böylesi bir talebin olacağı kanısındayım. Sadece siyasiler değil diğer kesimlerden de görüşmeler için heyet çağrıları oluyor. Süreci tartışmak, konuşmak, görüş almak, öneriler almak gibi bir anlayışı var. Bir hazırlığın olduğu bilgisi geldi bize ama kesinleşen bir durum yok. Bu gidecek heyetler hususunda. Böylesi bir heyet adaya giderse Sayın Öcalan’la görüşürse sürecin ilerlemesi için pozitif bir katkı sunacağını düşünüyorum. Şu anda yapılması gereken acilen üçüncü bir gözlem heyetinin oluşturulması. Seçimden önce bunun oluşturulması seçim sonrası için önemli. Sayın Öcalan’la sadece bizim değil başka heyetlerin de gidip görüşmesi gerektiğini düşünüyorum. Gitmek isteyen ve başvuru yapan birçok kesim var. Kamuoyuna yansımıyor belki ama bunları biliyoruz. Seçimlerle birlikte hem Kürtlerin hem Türkiye halklarının elde edeceği başarıyla sürecin gidişatı belli olacak. Bıçak sırtında gidiyor, bitti bitecek diyoruz. Bunların yaşanmaması için bunlara ihtiyaç var. (İbrahim Açıkyer - anf)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.