Bu ülkenin zehirli yanlarından biri de her şeyi normalleştirme kabiliyeti. Hafta içinde Azadiya Welat gazetesi imtiyaz sahibi Menderes Öner, bir davada alınmamış ifadesi bulunduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Tutuklanmadı ama tutuklansaydı şaşıracak mıydınız? Günlük yayına geçtiği beş yıllık ömründe tam dokuz kez kapatılan, dördü eski yazıişleri müdürü, 13 çalışanının tutuklu olduğu bir gazeteden söz ediyoruz. O yazıişleri müdürlerinden biri Vedat Kurşun’a biçilen ceza 166 yıl 6 ay. Bu kaç müebbet eder?
Bir diğer ‘normal’ hadise de cuma gününden. Siirt Kurtalan’da yapılan operasyonda gözaltına alınan 18 kişi arasında Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Abdullah Çetin de var. Şu anda DİHA’nın cezası kesinleşmiş sekiz, tutuklu yargılanan beş çalışanı cezaevinde. İkisi de tutuksuz yargılanıyor. Hepsini toplayın, ne kadar normal değil mi?
Aynı günlerde Birgün muhabiri İlkem Ezgi Aşam’a bir yıllık hapis cezası verilmesine neden olan haber de Özgür Gündem’in Bitlis muhabiri Ferhat Tepe’nin 1993’te kaçırılarak öldürülmesiyle ilgili. Örgüt üyeliği yahut propagandası dışında, daha çok ‘terörle mücadele’ adı altında yapılanları haberleştirenler için kullanılan bir suç daha var: Kişileri terör örgütüne hedef göstermek... Bu arada Aşam’ın İHD Bitlis Temsilcisi Hasan Ceylan’dan aldığı görüşün sadece dört cümle olduğu vurgusunu yapmakta da aynı tehlike mevcut. Ceza almamak için haber maksatlı görüştüğümüz kişilerden kaç cümle almak normal?
İki gazeteci kardeş
Elimde iki kardeşten gelen bir cezaevi mektubu, bir de mail var. DİHA Mersin muhabiri Aydın Yıldız, 1 Ekim’de Gaziantep’te örgüt üyesi iddiasıyla gözaltına alındı. Şu anda Gaziantep H Tipi Kapalı Cezaevi’nde. Evet, seçim döneminde sivil itaatsizlik eylemlerine, ‘sivil cuma’lara, bazı şenliklere, mitinglere katılmış ama hepsine muhabir olarak. Örgüt üyeliğini reddediyor, delil soruyor, oralarda atılan sloganlardan sorumlu tutulamayacağını söylüyor. İşi gazetecilik. Şimdi Gaziantep KCK davası kapsamında yargılanmayı bekliyor.
Gelen mail de yine DİHA’nın Cizre muhabiri ağabeyi Vedat Yıldız’dan. Beş yıldır gazetecilik yapan Yıldız, 2008’de o zamanki DTP’nin İdil ilçe binasının önünde Öcalan’ın cezaevi koşullarıyla ilgili yapılan basın açıklamasına muhabir olarak gidiyor. Çevik kuvvet ve polisin müdahale ettiği eylemde Yıldız da ağır şekilde dayak yiyor. O gün gözaltına alınıp örgüt üyeliği, Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefet ve örgüt propagandası yapmak iddialarıyla dava açılan 26 kişiden biri de o. Basın kartını mahkemeye sunmasına rağmen anlatamıyor, 7 yıl 11 ay hapis cezası alıyor. Dosya şu an Yargıtay’da.
Bu arada suç duyurusunda bulundukları üç polis beraat etmiş. Vücutlarındaki morluklar, gözaltına alınırken kendileri zorluk çıkardığı için ‘kucaklandıkları’ sırada meydana gelmiş.
Daha stajda gözaltı
Yıldız’a, şimdiye kadar hiç gözaltına alınmamış, tutuklanmamış Kürt gazeteci olup olmadığını sordum. “Çok azdır” diyor, daha stajda, muhabirliğin ilk gününde gözaltına alınanlardan söz ediyor.
Neyse ki başka gazeteci kardeşi yok. Şu anda ailesi iki haftada bir Cizre’den Gaziantep’e 450 km. aşıp oğulları Aydın’ı görmeye gidiyor. Zaten diğer oğulları da Yargıtay’ın kararını bekliyor.
Peki, Kürt olmasaydı gazeteci olur muydu? “Zor soru” diyor Vedat Yıldız. Daha 90’larda, çok küçükken Özgür Gündem bürosuna giden, o muhabirlere özenen biri. Ama uzun uzun düşündükten sonra Kürt olmasa muhtemelen gazetecilik de yapmayacağını söylüyor.
Olan biten belliyken başka haberler yapmanın imkânı var mı? Hem Kürt hem de bölgede gazeteci olmak iki kere ağır mesai. Bir yanda anaakım medyanın görmediğini haberleştirme mesuliyeti, diğer yanda kolaylıkla suratlarına kaldırılıveren ‘örgüt’ kartı... Kürt bir gazeteciyseniz normal yani.
Pınar Öğünç - Radikal
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.