2002 seçimleri büyük bir siyasi tasfiyeyle sonuçlandı ve Türkiye genelinde iktidarda AKP ’nin, muhalefette ise CHP ’nin yer aldığı yeni bir siyasal durum ortaya çıktı. Aynı şekilde Güneydoğu ve Doğu Anadolu ’da da iki partili bir siyasi yapı oluştu ama burada aktörlerden biri farklıydı: AKP ’nin karşısında bugün itibarıyla BDP ’de temsil edilen siyasi hareket duruyordu.
Aradan 10 yıllık bir süre geçti. Türkiye genelinde siyaset 2002’ye oranla renklendi, Meclis’te grubu bulunan partilerin sayısı arttı ve muhalefet çeşitlendi. Lakin bölgede AKP ve -artık- BDP ’ye karşı alternatif olabilecek bir siyasi güç ortaya çıkmadı, CHP de bölgede etkin olamadı ve dolayısıyla bölgenin siyasi dengeleri -ana hatlarıyla- devam edegeldi.
Hizbullah
İki partili siyasi yapının derinleşerek sürmesi kendisini bu iki partiye de ait hissetmeyen bazı gruplarda yeni arayışlar doğuruyor. Bilhassa İslami kesimlerde hareketlilik var. Siyasetin AKP ve BDP patronajında yürütülmesinden rahatsız olan İslami gruplar, kendilerine yeni bir yol açmaya çalışıyorlar. Bu bağlamda ilk akla gelen grup, Hizbullah . Hizbullah ’a yakınlığıyla bilinen (ve kısa bir süre önce kapatılan) Mustazaf-Der’in Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz’a göre “ AK Parti ’de ve BDP ’de temsil edilen bir kitle var ama İslami hassasiyetleri olan Kürtleri temsil eden bir yapı yok”. Yılmaz, AKP ’nin bölgede var olacak İslami bir partiden olumsuz yönde etkileneceğini belirtiyor. Çünkü “ AK Parti başörtüsü üzerinden üç seçim kazandı ama sorunu çözmedi. Bu, ciddi tepkiye yol açıyor”. Yılmaz, siyasi bir İslami oluşumun meydana gelmesi halinde, dini hassasiyetleri yoğun olan BDP seçmeninden de bu yöne doğru bir kaymanın olabileceğini düşünüyor. Bu nedenle Yılmaz, “siyasi bir hareket olarak Mustazaflar Hareketini başlattıklarını ve Hizbullah ’ın siyaset yapmasını savunduklarını” açıklıyor. (AGOS, 15 Haziran 2012)
Azadî
Siyasal alana dahil olan bir diğer İslami eğilimli hareket ise -Haziran’ın başında kuruluşunu ilan eden- Azadî İnisiyatifi’dir. İki yıllık bir hazırlık sürecinin ardından deklare edilen bu inisiyatifin tam adı “Hak, Adalet ve Hürriyet için Kürdistan İslami İnisiyatifi”. Azadî isminin kullanılmasının tarihi ve sembolik bir değeri var. Zira Azadî 1920’lerdeki en etkili milliyetçi Kürt örgütüydü ve Şeyh Said Hareketinin de merkezindeydi. Böylelikle inisiyatif, Azadî örgütünün ve Şeyh Said’in tarihsel mirasının takipçisi olduğuna işaret ediyor. İnisiyatifi böyle bir süreçte ortaya çıkaran üç nedenden bahsedilebilir:
İlki, Türkiye ’deki muhafazakâr/mütedeyyinlerin, Kürt meselesinin çözümü için gerekli olan İslami bir perspektife sahip olmadıkları düşüncesidir. İnisiyatif içinde yer alan bazı isimlerle görüştüm. Özetle, Türkiye ’deki muhafazakâr/mütedeyyinlerin dünyanın herhangi bir köşesindeki Müslümanların dertleriyle dertlendiklerini ama aynı duyarlılığı Kürtlere karşı göstermediklerini söylediler. Azadî İnisiyatifinde, Kürt meselesi ve talepleri söz konusu olduğunda muhafazakâr/mütedeyyinlerin İslami olmaktan ziyade milliyetçi reflekslerle hareket ettiklerine dair genel bir kanının olduğu söylenebilir.
İkincisi, AKP ’nin son dönemde izlediği politikalardan duyulan memnuniyetsizlik. AKP ’ye yönelik eleştirilerin temelinde, bu partinin Kürtlerin haklarını tanımakta yeterince istekli davranmaması ve hakları en alt düzeyde ve zamana yayarak tanımayı bir alışkanlık haline getirmesi yatıyor. Bununla birlikte AKP ’li bazı yöneticilerin kibirli ve üst perdeden konuşan bir dile sahip olmaları, atılan yetersiz adımları dahi hak bahşeder bir edayla sunmaları da rahatsızlıkların artmasına neden oluyor.
Üçüncüsü, BDP ’ye yönelik güvensizlik ve korku. BDP ’nin (ve tabii PKK ’nin) dini taleplere karşı gereken özeni göstermemesi ve Kürt toplumuna uymayan siyasi projelerin savunusunu yapması, eleştirilerin başında geliyor. Keza özellikle PKK ’nin büyük bir silahlı gücünün bulunması ve bu gücü muhalif olarak gördüklerine karşı kullanmaktan imtina etmemesi de bu kesim için ciddi bir sorun. Zira bu hem güvensizliğe ve hem de tedirginliğe sebebiyet veriyor.
Kısacası Azadî, AKP ve BDP ’yi yeterince İslami ve Kürdi bulmuyor. Kuruluşu ilan eden basın bildirisinde yer alan talepler, bu hareketin Kürdi ve İslami bir kimliği hedeflediğini gösteriyor. Bildiride öne çıkan husus, Türkiye ’de ve Ortadoğu ’da kalıcı bir barışın sağlanması için Kürtlerin uluslararası hukuktan ve İslam hukukundan kaynaklanan haklarının tanınması gereğinin belirtilmesi. Bu bağlamda Azadî, “Kürdistan halkının geleceğine ilişkin söz sahibi olma ve kendi kendini idare etme isteğini, İslam hukuku ve uluslararası hukuk açısından meşru bir talep” olarak kabul ediyor.
Azadî, Kürt meselesinin çözümünde iki yönlü bir politikayı savunuyor. Buna göre, bir yandan yeni anayasa sürecinde anadilde eğitim, Kürtçenin resmi dil olması, yönetime katılma ve inandığı gibi yaşama haklarının garanti altına alınması, diğer yandan ise, “onurlu bir barış için gerekli adımların atılması” gerekiyor.
Azadî, bu taleplerini gerçekleştirmek üzere yürüteceği siyasetini de iki sütun üzerine oturtuyor: Biri, bütün çalışmalarında istişare yönteminin esas alınması ve açık ve meşru kanalların kullanılması. Diğeri ise, pozitif bir siyasetin izlenmesi ve hak ve özgürlüklerin tanınmasına katkı sağlayacak her türlü adımın desteklenmesi.
Üçüncü yol
Ne Hizbullah ne de Azadî şu anda aktif bir partileşme sürecinde. Partileşmeye ilişkin bir niyet belirtildi ama bu niyet henüz bir iradeye dönüşmedi. Bir platform/inisiyatif olarak da devam edebilirler, sonradan bir siyasi partiye dönüşebilirler de. Burada soru şu: Bu siyasi arayışlardan üçüncü bir yol çıkar mı? Partileşmeleri halinde bu hareketler, BDP ve AKP ’ye karşı bölgede yeni bir siyasi merkez oluşturabilirler mi?
Hâlihazırda, birkaç sebepten ötürü, bunun pek mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bir kere Hizbullah ’ın sorunlu bir geçmişi var. “ Hizbullah ” ismi insanların kafasında olumlu çağrışımlar bırakmıyor, aksine kanlı fotoğrafları ve kötü hatıraları akla getiriyor. Hizbullah ’ın bu negatif tarihi mirası pozitife çevirmesi ve kitleleri buna ikna etmesi çok zor.
Azadî ise, geçmişlerinde farklı siyasi mensubiyetleri olan insanların bir araya gelmesinden oluşan bir yapı. Bu farklılıklardan bütüncül bir siyasi kimliği inşa etmek, bunu halka indirmek ve halkı bu kimlik etrafında toplamak -mevcut siyasi konjonktürde- imkânsız denecek kadar güç. Şu aşamada ne Hizbullah , ne de Azadî, AKP ve BDP ’nin kemikleşen tabanlarının oy verme davranışlarını değiştirebilirler. Dolayısıyla bölgede siyaset bir müddet daha iki parti üzerinden yürüyecek gibi görünüyor.
Vahap Coşkun - Dicle Üni.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.