28 Şubat. Türk demokrasisinin kara dehlizi, karanlık dönemeci, yakın tarihimizin utanç sayfası. Toplumun tüm kesimleriyle girilen bir sancılı imtihan sürecinden maalesef çok ağır bir fatura ödeyerek geçilen, hafızalarımızdan silinmesi gereken bir dönem.
Bu dönemde siyaset, medya çok ağır bir sorumluluğu demokrasiden taraf bir görüntüyle başarıyla geçemedi. Bu süreçte demokrasiye balans ayarı yapıldığı söylenirken sürecin ağırlığını hissederek dik duran ve karanlık mihraklarca odak noktasına konulan, dik duruş sergileyen isimler de oldu. İşte, ekranların gülen yüzü, farklı belgesellerin yapımcısı ve sunucusu, yazar Mehmet Ali Birand onlardan biriydi.
Mehmet Ali Birand'la 28 Şubat: Son Darbe belgeselini ve bu meş'um süreci konuştuk. Hoca'nın amacı üzüm yemekti Hoca'yı hiç birimiz anlamadık. Anlamak için de çaba harcamadık. Ne asker, ne medya... Hoca'nın amacı bağcıyı dövmek değil, üzüm yemekti. Yani kalkıp da askerle kavga edip, askeri diz çökertip, devleti irtica hukukuna sokmak gibi bir niyeti yoktu.
Öncelikle belgeselin hazırlanmasıyla ilgili fikir nereden çıktı?
Bu benim beşinci belgeselim. Türkiye'de darbeler tarihinin belgeseli denilebilir buna. Demirkırat, 12 Mart Belgeseli, 12 Eylül Belgeseli, Özallı Yıllar, Son Darbe. Bu beşinci belgesel. Böylece darbeler belgeseli oldu bir yerde. Bir yerde demokrasinin tarihi oldu.
Bir tarihsel süreci ele almış oldunuz?
Gayet tabi. Yani bu çok önemliydi. Amacım buydu.
Cüneyt Özdemir'in programına katıldığınızda "Ben tarihçi değilim, ama tarihe not bırakmak istiyorum" dediniz.
Elbette, ben bir tarihçi değilim. Ama tarihe not bırakmak istiyorum. Burada olayın tarihçiler tarafından ele alınıp analiz edilmesi için çok erken, daha zaman geçmesi lazım. Benim yaptığım, tarihçilere, "Bakın şunlar oldu. Size ben özünü ortaya koyayım, bunlar oldu. Torunlarımıza, torunlarımızın çocuklarına, "Çocuklar demokrasi tarihimizde şu dönemlerden geçtik" diyebileceğimiz bir bilgiyi ortaya koymak istiyorum.
Bu süreç için Türkiye'nin en karanlık dönemlerinden birisi diyorsunuz. Türkiye, sizin de ifade ettiğiniz gibi darbeler ülkesi, Cumhuriyet tarihi boyunca bir çok darbelere maruz kalmış. Bu süreci bu karanlık dönemler içinde hangi boyutta ve kategoride görüyorsunuz?
28 Şubat darbelerin duvara çarpışıdır.
Demokrasinin duvara çarpması mı?
Darbelerin duvara çarpması. Bu şekilde artık herhangi bir şekilde bir darbenin bundan sonra olmayacağının o sürecin sonucunda ortaya çıkmasıdır.
Darbe olmamasının garantisi var mı Türkiye Cumhuriyeti'nde?
Bundan böyle bir darbe daha olur. Bu toplum bu darbeyi alkışlar, omuzlarında taşır muhalefet etmezse, bu toplum ondan sonra askerin vesayeti altında yaşar. Bu kadar basit. Bundan sonra söylenecek hiçbir laf kalmaz. Dünya, darbeyle işbaşına gelmiş bir iktidarı Türkiye'de yaşatmaz. Kaldırmaz. Yoktur böyle bir şey. Niye bundan önceki darbeler böyle kolay oldu. 27 Mayıs, 500 bin kişi yürüdü Menderes'in arkasından. Üç gün sonra darbe oldu. Bir kişi bile yürümedi. Ondan önce kaç kere darbe oldu. Kimse kafasını çıkarıp da itiraz etmedi.
Elbirliğiyle demokrasinin kafası götürüldü
Yargıya brifing, medyaya brifing. Türkiye'nin en büyük işadamlarının süreçle ilgili olarak renklerini belli etmesi. Demokrasinin bir kara dehlize doğru ilerlemesi. Bu süreci tetikleyen unsurlar ortadan kaldırılabilir miydi? Dur diyebilir miydi birileri? Kim dur demesi gerekirdi?
Demokrasi halledildi 28 Şubat'ta. Elbirliği ile halledildi. Kafası götürüldü. Siyasi partiler, Cumhuriyet Halk Partisi, ANAP, DYP... Kimi sayarsanız sayın. Erbakan-Çiller ikilisine MGK bildirilerinden sonra destek çıkmadı. Medya, "Olmaz böyle şey" diye ayağa kalkmadı. İki tane gazetenin yayınlarından başka. Bu yayınlar da fazla sesini çıkarmadan, korkarak yaptığı yayınlar. İşadamları yeşil sermaye geliyor diye az bağırmadılar. Neydi gelen Yeşil Sermaye. Anadolu Kaplanlarıydı. Anadolu Aslanları geliyordu, İstanbul dükası bundan rahatsız oldu. Onlar da askerin yanında yeraldılar. Hep birlikte. Sezar'ın, "Sen de mi Brütüs?" dediği olay gibi. Demokrasi katledilmiş oldu.
Hoca'yı hiç birimiz anlamadık
Refahyol hükümeti ekonomik olarak başarılıydı. Borsayla ilgili veriler bunu ortaya koyuyor. Siz bu süreç içinde Erbakan Hoca'mıza haksızlık edildiğini düşünüyor musunuz?
Hoca'yı hiç birimiz anlamadık. Anlamak için de çaba harcamadık. Ne asker, ne medya... Hoca'nın amacı bağcıyı dövmek değil, üzüm yemekti. Yani kalkıp da askerle kavga edip, askeri dizçökertip, devleti irtica hukukuna sokmak gibi bir niyeti yoktu. İranlaştırmak istemiyordu. Uyuşmak istiyordu. Uyuşalım, anlaşalım. Ben size kendi derdimi anlatayım, siz bana derdinizi anlatın. Müdahele olmasın, kavga olmasın diye çok çabaladı. Bunu yaparken de bir iki şeyi de göz ardı etti. Laik kesimi havalara fırlatan konuşmaları durduramadı.
Bu medya aracılığıyla yapılmadı mı peki? O günlerde medya aracılığıyla servis edilen Fadime-Emire-Müslüm haberleri, Şevki Yılmaz kasetleri...
Bu olaylarda Erbakan Hoca çok naif davrandı. Bu küçük nüansları topluma ben anlatabilirim diye düşündü ama, olmadı.
Kavgası Cumhuriyetle değildi diyorsunuz?
Katiyen kavgası Cumhuriyetle değildi. Bu belgeselden sonra açık açık söyleyebilirim. Türkiye Cumhuriyeti'nin yerleşik kuralları içinde siyaset yapabilmek azmiydi. Erbakan Cumhuriyet çocuğuydu. Erbakan, devlete, rejim ve demokrasiye bağlı bir insandı. Hep örnekti. Hiç kimse onu anlayamadı. Mitingler oluyor, yeşil bayraklar, sakallı insanlar. Ne oluyor diye bakıyor insanlar.
Medyanın ezberleri vardı
Ben medyanın bu süreçteki rolünü irdelemek istiyorum. Biraz demokrasi dışı güçlerin, biraz askerin maşası gibi davrandı medya. Bu süreci toplumu bilgilendirmek, enforme etmek yönünde kullanmadı. Sizin görüşünüz nedir?
Medya o dönemde, üniversiteler, iş çevreleri, laik kesim. Askerle birlikte bir bütündü. Bir bütündük. Orda demokrasi için hayır denir, böyle bir ilke yoktu ki. Asker ne yaparsa doğrudur, politikacı üç kağıtçıdır. Vatanını düşünmez. Ama asker düşünür, bürokrat düşünür. Beraber yaşadık bu dönemi. Benim de içinde olduğum bir süreç. Bizim ezberimiz buydu. Eğitimimiz buydu. Böyle eğitildik. Medya şunu yapmadı. Daha önce demokrasiye çok duyarlıydı da, Erbakan geldiğinde demokrasi katledilince askerin yanında yeralmadı. Medya zaten hep askerin yanındaydı. 27 Mayıs'ta da askerin yanındaydı, 12 Mart'ta da askerin yanındaydı. Biz hep böyleydik. O dönem geçti artık.
Demokrasiden yana tavır koymayan medya yanında Batı Çalışma Grubu çıktı ortaya. Askerin böyle bir faaliyet yapmaması gerektiğini hiç kimse sorgulamadı?
Bu doğruydu çünkü. O felaketi giden Türkiye'yi durdurmak için askerin göreviydi. Böyle algılanıyordu.
Bu algıyı mı yerleştirdi medya topluma?
Bu algıyı biz 1960'dan itibaren yerleştirdik. Cumhuriyet Halk Partisi yerleştirdi, medya yerleştirdi. Burada tek başına medyayı suçlama. Üniversiteyi suçla. Halk Partisi'ni suçla. Diğer partileri suçla.
Büyük bölümümüzün yatacak yeri yok
DYP'nin de dik durmayanlarını suçlamak lazım.
Dik duranlar elbette oldu, onların haklarını yememek lazım. Ama, büyük bölümümüzün yatacak yerimiz yok.
28 Şubat sürecine dahli olan herkes yargılansın diyorsunuz. Medya şakşakçılarını kamuoyu yargılasın diyorsunuz.
İlk başta şu olsun istiyorum ben. Önce bu işi yapanların hesap vermesi lazım. Medyası, şusu busu, arkasından gelir. Çünkü biz 12 Eylül'de medyayı mı yargıladık? 27 Mayıs'ta medyayı mı yargıladık? "Paşam nerdesin" diye yazı yazanları mı yargıladık? 28 Şubat'ta medyanın tepesinde tepinmeye gerek yok. Seyirci, izleyici, okuyucu zaten onu yargılıyor. Problem, öncelikle bunu yapanların hesap vermesi gerekir. Diğerleri elendi, bitti, cezasını buldu zaten. Asker gazeteciler cezalarını buldular.
Erbakan'ı anlamaya çaba harcamadık
Hocamızın vefatının sene-i devriyesi haftasındayız. Siz sağlığında onunla çok görüştünüz. Biraz da hocamızdan bahseder misiniz?
Müthiş nazik bir insandı, hakikaten çok kibardı. Hiçbir zaman karşısındakinin fikirlerinden hiç hoşlanmasa bile, kabalık etmeyen, görüşlerini uzun uzun ikna etmek için uğraşan, bambaşka bir dünyada yaşayan bir insan görürdüm ben Erbakan hocayla görüşürken. Erbakan ile ben uzunca bir süre çalıştım. Kıbrıs belgeselini yaptım ben Erbakan'la, Bu belgeseli yaptım. Erbakan herkesle konuşmayan bir insandı. Benim O'nun söylediklerini çarpıtmayacağından güven duyan bir insandı. Bu bakımdan ben tekrar diyorum, "Biz Erbakan'ı yanlış anladık". Erbakan'ı anlayabilmek için hiç çaba harcamadık. Çok renkli bir politikacısıydı bu ülkenin. Ama biz onun önünü "İrticacıydı, Dinciydi" diyerek kestik.
Başka birisi olsa milyonları sokağa dökerdi
28 Şubat sürecinden sonra arkasından Refah ve Fazilet'in kapatma davası söz konusu oldu. Eğer Erbakan Hoca'mız bir siyasi lider olarak dehasını ortaya koymasaydı bu süreç nasıl yaşanırdı? Bu sancılı süreç kötü mü atlatılırdı?
Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin kapatıldığı o sancılı süreç Erbakan Hoca'nın liderliği söz konusu olmasa çok daha zor atlatılırdı. Milyonlar sokağa dökülürdü. Başka birisi olsa milyonları sokağa dökerdi. Erbakan bu olaylar sırasında herkesi içerde tuttu. Bu onun siyasi liderlik karizmasının ve dehasının göstergesidir. Bir iki tane gösteri oldu. Yoksa, 500 bin kişi Konya'dan yürümeye başlayıp, Ankara'ya, Ankara'dan da İstanbul'a yürüseydi, birbirine girerdi Türkiye. (Milli Gazete)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.