Ne Perşembe gününü bekleyebildim, ne de “Okuma Notları”nın normal boyutlarına sığdırabildim, burada diyeceklerimi.
Biri ölçülü, biri ölçüsüz,iki ayrı bildiri
Etyen Mahcupyan’ın, PKK’nın intiharı karşısında hükümetin “mukabil intiharı” adını verdiği, geniş, gerekçesiz ve açıklamasız KCK operasyonlarının neye malolduğu, her geçen gün yeni biçimlerde ortaya çıkıyor.
Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasını protesto eden 700 küsur imzalı bir bildirinin ardından, (ben gördüğümde) 230 kişinin imzası olan bir bildiri daha çıktı. “Siyaset Akademisi’nde Ders Vermek İstiyoruz !” başlığını taşıyor. BDP Siyaset Akademisi’ni tanımlıyor : “Yasal bir siyasi partinin meşru faaliyetleri çerçevesinde oluşturulmuş...” Ersanlı, diyor, burada “ders verdiği için tutuklan”mıştır. Devamla, “Siyasi partilerin eğitim faaliyetleri siyaset kültürünü güçlendirmeye olduğu kadar, akademinin sözünü hayatla buluşturmaya olanak sağladığı için de vazgeçilmezdir” diyor: “Akademisyenler olarak birçok farklı kurum ve kuruluşta (...) ders verdik ve vermeye devam edeceğiz. Uzmanlık alanlarımız çerçevesinde yer aldığımız eğitim faaliyetlerinin terör faaliyeti olarak damgalanmasını kabul edemeyiz. Üniversite ve siyaset üzerindeki baskıya dur diyebilmek için BDP Siyaset Akademisi’nde ders vermek istiyoruz !”
Ben bu bildirilerin ilkini imzaladım ama ikincisini imzalamadım. İmzalamaya dâvet edilmedim gerçi, herhalde çağrıcılara da, bana da gayet aşikâr gelen nedenlerle. Kuşkusuz doğru, çünkü edilseydim de imzalamazdım. Gerçi nedenleri, Gerillaya oy vermeyeceğim ve Solun “haklı şiddet”i reddemeyişi yazılarımda açık-örtük mevcut (ikisi de Hertaraf’ta, 29 Mayıs 2011). Ama bir kere daha açıklamak istiyorum. Ve hiçbir yanlış anlama olmaması için, bütün diyeceklerimin hukukâ değil siyasî olduğunu; hukukun yasa içi-dışı kategorileri değil, siyasetin doğru-yanlış kategorileri içinde yer aldığını öncelikle belirtmeliyim.
İçeriğine bakmadan, koşulsuz destek olabilir mi?
Birincisi, eleştirdiğim bildiri, haksız gözaltı ve tutuklamalara karşı çıkmanın ötesinde, bir kuruma sahip çıkıyor ve kefil oluyor. Ama bunu yaptığının ya farkında değil, ya farkında değil gibi davranıyor. İkisini özdeşleştiriyor; KCK operasyonlarına muhalefetten, BDP Siyaset Akademisi’nin savunusuna sıçrıyor.
Çünkü ikincisi, ilginçtir, eleştirdiğim bildiride söz konusu parti okulunun içeriği hakkında; orada (daha çok) ne konuşulduğu ve öğretildiği, genel hava ve ortamın ne olduğu hakkında hiçbir şey yer almıyor. Herhalde bu önemsiz görülüyor olmalı. Nitekim bu yazının ön fikirlerini internette ortaya attığımda şöyle karşılıklar da aldım : “Ne dersi ya da semineri olursa olsun, nerede olmasına ve içeriğinin ne olduğuna bakılmaksızın fikirlerin açıklanması doğrudur; bundan yanayım.”
Öyle mi ? Bu kadar mutlak ve sınırsız bir fikir özgürlüğü var mı — olmalı mı ? O zaman “nefret söylemleri”nin suç sayılması talebimizi nereye koyacağız ? Irkçılığın genel teorisiyle de kalmayıp, “saf bir ırk” uğruna yeni soykırımlar önerenler (çıkarsa) ne yapacağız ? Onlar da parti okulu açsın, diyebiliyor muyuz ? Siyaset yöntemi olarak şiddet, savaş ve cinayet de savunulabilsin mi ? İnsanlar “haklı savaş”a çağrılabilsin, bu uğurda tahrik edilebilsin mi ? Tarihte ve bugün, çeşit çeşit “haklı savaş” tarifleri var. İslâmın cihad tarifi var, örneğin. Tabii çok tartışmalı, yoruma bağlı. Birçok Müslüman reddediyor. Ama bir kısım (fanatik, dogmatik, ne dersek diyelim) Müslüman da bunu kabul ediyor. Faraza El Kaide (veya legal cephe örgütü) bir siyaset akademisi açıp, Darülharb‘deki kâfirleri öldürmeyi Kuran’ın emrettiğine dair dersler koysa, devlet de bunu kapatmaya kalksa, biz içeriğinden tamamen bağımsız olarak, çok soyut bir “siyasî partilerin eğitim faaliyeti özgürlüğü” uğruna, göğsümüzü gere gere “bu parti okulunda da ders veririz” diyebilir miyiz ?
Suya sabuna dokunmayan “uzmanlık alanlarımız”
Büyük genellemelere gitmeden önce, bu tür örnekler üzerinde bir parça durup zihin egzersizleri yapmak yararlı olur(du) sanıyorum. Gelelim, üçüncüsü, BDP Siyaset Akademisi’nin somutluğuna. Sahi, nasıl bir yer orası ve ne konuşuluyor, nasıl bir hava teneffüs ediliyor acaba ? Bazı AKP’li bakanlar ile devletçi, milliyetçi karakteri giderek belirginleşen bir tür otoriter-cemaatçi basın, neredeyse kalaşinkof söküp takmayı ve bomba yapmayı içeren bir karikatür sunuyor. Geçelim. Orada radikal Kürt hareketinin temel programı ve ilkelerinin, ana çizgisinin, belirleyici aidiyet ve sadakatlerinin vurgulanmıyor olması mümkün mü ? Taraf‘ta bir yığın şey yazıldı, polisin neleri dinlediği ve kaydettiği hakkında. Bunlar olmasaydı bile, orada “ezilen millet”in “haklı savaşı”nın, ya da KCK’nın (hegemonik, despotik karakterine pek çok yorumcunun dikkat çektiği) programının en azından teorik esaslarının, veya son bir yılda attıkları — Meclis boykotu, Çukurca ve “yeniden savaş” dahil — bütün adımların “haklı”lığının altının çizilmediğini tasavvur etmemiz mümkün mü ?
Daha net konuşalım : BDP’nin de üzerinde ve arkasında, PKK ve KCK’nın maddî-manevî varlığının bütün atmosfere sinmiş olmadığına inanabilir miyiz ? Tersten de düşünebiliriz; bunlara aykırı şeylerin de serbestçe konuşulup tartışıldığına ikna olabilir miyiz ? Diyelim ki bu bildiriyi imzalayanlara buyrun gelin dediler; evet, gerçekten ders vermeye dâvet edildik BDP Siyaset Akademisi’nde. Ne yapacağız; bildiride kullanılan ifadeyle, sırf “uzmanlık alanları”mızla, meselâ feminizmle, anayasa hukukuyla, gazetecilikle, çağdaş kapitalizmin eleştirisiyle, genel siyaset bilimi ve katılımcı demokrasi teorisiyle mi sınırlanmayı kabul edeceğiz ? Tutun ki her nasılsa beni (bile) çağırdılar. Türk milliyetçiliği konuşacağım da Kürt milliyetçiliği konuşmayacağım; ya da Türk Tarih Tezi’yle dalga geçeceğim ama şurada burada rastladığım, (sadece) Kürtçenin bir “doğal dil ve doğa dili” olduğu cahillikleriyle, sahte-bilimiyle dalga geçmeyeceğim, öyle mi ?
Dürüst olalım; hepimiz biliyoruz ki “ev sahiplerimiz” açısından bunlar son tahlilde suya sabuna dokunmayan konular olacaktır; buna aldırmayabilir miyiz ? Bizi izzeti ikram ile ağırlar, onore ederler; “Hocam, ayağınıza, ağzınıza sağlık; sayenizde çok şey öğrendik, ufkumuzu açtınız; gene bekleriz” derler — ve sonra gene kendi bildiklerini okurlar. Gidip katıldığımız, içinde yer aldığımız şeyin diğer, aslâ, bizim dışımızdaki boyutlarının siyasal ve düşünsel sorumluluğu bize hiç ama hiç bulaşmayabilir mi ? “Görmedim, duymadım. Bilmiyordum. Beni ilgilendirmez.” Bir sol aydın, sol demokrat, böyle diyebilir mi ? Gelmiş geçmiş nice devlet görevlisinin “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” tavrına kızarız, haklı olarak. Ya bizim siyasî ahlâk anlayışımız nicedir ?
BDP parti okulunda, Öcalan, PKK ve KCK eleştirilebilir mi?
Alternatifi, gidip ders vermek ve inadına, zülfiyâre dokunan konulara girmek. Doğrudan doğruya siyaset kültürlerini ve politikalarını eleştirmek. Evet, diyebiliriz ki biz imzaladık ama sırf özgürlük adına imzaladık; yoksa öyle gerçek, somut bir olasılık gibi düşünmedik (neden düşünmedik, pek açık değil ama haydi neyse). Yok, gerçekten çağrılırsak, tabii ki bu çizginin kuyruğuna takılmayız; ona göre ders teklif ederiz; “devrimci şiddet” ve “haklı savaş” kavramlarından başlayarak dümdüz, dosdoğru eleştiririz.
Öyle mi, yapabilir misiniz bunu gerçekten ? BDP Siyaset Akademisi öğrencilerine, Öcalan etrafındaki “kişiye tapma kültü”nün sakatlığını anlatabilir misiniz örneğin ? Ya da örgüt içi demokrasi ve şeffaflığın önemini ? “Devrimci halk savaşı”nın çağ dışı kaldığını; Anayasa referandumundaki boykotunda, Meclise girmemenin de felâket olduğunu ve savaşın yeniden başlaması stratejisine eşlik ettiğini; KCK’nın Kürt halkının kaderi üzerine tekel ilân etmesinin demokrasiye sığdırılamayacağını... (ve hattâ bunların zıddını) Taraf sayfalarında yazarız çizeriz de, çıkıp BDP parti okulunda dobra dobra söyleyebilir miyiz ?
Parti okulları nedir, ne değildir?
Söyletirler mi size ? Dalga mı geçiyor, bir an bile hayal edebiliyor musunuz, böyle bir şeyin gerçekten mümkün olabileceğini ? Sanki ben geçmişte hiç parti okulu yönetmedim, ders vermedim. Hangi sert çekirdekli kadro örgütü, kendi ana ilkeleri ve temel çizgisini kendi parti okulunda eleştiriye açar, açtırır ? Marksizm-Leninizmin ve ondan türeyen bütün diğer “devrimci şiddet” akımlarının teorisi hazırdır, bu konuda. “Burjuva demokrasisi” diye de horlanan legalite, “istismar” edilmek için vardır. Asıl “çelik çekirdek” doğası gereği illegaldir ama kitleselleşebilmek için “legal nefes alma boruları”na muhtaçtır. Onun için etrafına, “maalesef” bir yere kadar ihtiyacı olan saygın “yol arkadaşları” toplayabilmelidir. Ama tabii, bu “yol arkadaşları”ndan çok da çizmeyi aşmamaları beklenir.
Ben yokum bu işte
Bunları hep söyledik, yaşadık, uyguladık 1960’lar, 70’ler ve 80’lerde. Toptan unutmuş olabilir miyiz, kendi kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz iç realitemizi ? Ya da, pekâlâ biliyoruz da, aslında her türlü şiddete çok da karşı olmadığımız; “devrimcilik” ve/ya her zaman (sırf) devlete karşı olmak uğruna bazı biçimlerine içten içe sempati duymaya devam ettiğimiz için mi, yukarıda verdiğim Cihadçı Siyaset Akademisi örneğine sahip çıkmak aklımızdan geçmeyeceği halde, BDP Siyaset Akademisi’nde ders veririz diye ortaya atlayabiliyoruz ?
Bilemeyeceğim, buna başkaları cevap versin. Ama özür dilerim, ben biraz fazla yaşlanmış, biraz fazla şey görmüş, hissetmiş, okumuş, düşünmüş olabilirim bu bahislerde. Özetle, böyle kafaya alınamam. Silâhlı bir örgütün gölgesinde, vesayeti altında siyaset yapmaya devam eden bir “ikinci kademe” partisinin vitrinindeki süs, entellektüel yol arkadaşı olmayı kabul edemem. (Taraf)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.