Reha Erdem'in yeni filmi 'Jîn', filmle aynı ismi taşıyan başkarakter Jîn'in kendisini, davasını ve bir kadın olmayı anlama ve onaylama yolculuğunun öyküsü. Yani bu bir bakıma Jîn'in, "Ben, Jîn" diyebilmesinin filmi.
Reha Erdem’in bu hafta vizyona giren son filmi ‘ Jîn’, “gerilla kadınlar kırmızı eşarp takmıyor, Türkçe’yi de hecelemeden şakır şakır konuşuyorlar”dan “savaşın sürdüğü yerler bu kadar ormanlık değil”e kadar uzanan yanlış anlamalar dizisini düşününce, ‘Kosmos’un rekorunu kıracak gibi görünüyor! Zengin çağrışımlı ve artık Erdem’in alameti farikası diyebileceğimiz fantastik-poetik anlarla bezeli bu hüzünlü ve şefkatli filmde, öne çıkan temalardan ikisine daha yakından bakalım: Ormanda dolaşmak ve kadın olmak.
Kederli, güzel orman
Sinemamızın Alain Robbet Grillet’si Erdem, filmde “cesur genç kızlar”ından bir diğerini, Jîn’i, zorlu bir yolculuğa çıkarıyor. Dağlarda mücadele eden gerilla arkadaşlarından neden ayrıldığını tam bilmiyoruz Jîn’in. Ama film ilerledikçe, Jîn tek başına orman dünyasına daldıkça ve zaman zaman inip aşağıdaki hayata karışıp yine ormanına döndükçe anlıyoruz ki, bu yolculuğun anlamı “ İzmir’deki dayı”ya ulaşmanın çok ötesine taşınıyor. Biliyoruz ki, ormanda yolculuk teması, değişik çağrışımlar taşıyabiliyor. Ormana dalmak, yoldan çıkmak, bocalamak ya da hayatta yolunu kaybetmek demek olabiliyor örneğin. Ya da ormanda geçirilen zaman bir tür inzivaya, içsel bir yolculuğa ve iyileşme sürecine işaret edebiliyor. Orman, özellikle masallardaki temsiliyle karanlık, gizemli, neredeyse ulaşılması imkansız bilinçaltının bir sembolü olarak da yorumlanıyor. Yani ormanda dolaşma temasında, bütün keyifleri ve tehlikeleriyle bilinmeyen diyarların olası keşfinin çekiciliği de saklı.
Erdem, Jîn’in şimdiye dek yarattığı en isyankar karakter olduğunu söylüyor. Galiba en cesurlarından da. Çünkü orman yolculuğuna tek başına, kendi isteğiyle dalıyor Jîn. Ormanın seslerinden, süprizlerinden önce az biraz tedirgin olsa da, sonra seviyor ormanı, yolculuğunu, ormandaki hayvan dostlarını. Hatta gitgide bir tür sığınak oluyor Jîn’e orman ve böylece güvenli köy-tekinsiz orman karşıtlığı da tersyüz. Yiyeceklerini de, üzerlerine düşen bombaları da paylaşıyor ormanın gerçek sahipleri. Ve biz, Jîn doğada hayvanlarla beraberken üzerlerine yağan bombalarla iyice anlamsızlaşan bu savaşın, neler olduğunu bile tam anlayamayan sessiz mağdurlarını düşünüyoruz.
“Umut doluyum, yaralar içindeyim”
“Ormanın derinliklerinde yapayalnız dolaşan bir kız” imgesi, çok güçlü bir imge şüphesiz ve pek çok masaldan da tanıdık. Yapayalnız kaldığı “büyük, çok büyük bir ormanda” hayvan dostlarında teselli bulan Pamuk Prenses’i hatırlıyoruz örneğin ve tabii Erdem gerillasına kırmızı bir eşarp taktığı için, en çok da Kırmızı Başlıklı Kız’ı. Tıpkı zengin çağrışımlı bir masal olan ve özellikle “kadın olma” temalarıyla ilişkilendirilen Kırmızı Başlıklı Kız’ın kahramanı gibi, Jîn de ormana kendi isteğiyle giriyor. Ardından erkeklerin türlü çeşit dalaverelerine, tacizlerine maruz kalıyor. Ve yolculuğu boyunca başına gelenlerden, yaşadığı ve atlattığı badirelerden sonra yalnız bir Kürt olarak değil, bir kadın olarak da masalın bazı ilk versiyonlarındaki gibi kendi çabasıyla “yeniden doğuyor”.
Öyleyse bu, Jîn’in kendisini, davasını ve bir kadın olmayı anlama ve onaylama yolculuğunun filmi. Yani bu bir bakıma Jîn’in, “Ben, Jîn” diyebilmesinin filmi. İlk kez izlerken, Jîn bu cümleyi söyleyebildiğinde “Tam burada bitseymiş film” diye geçmişti bir an aklımdan ama iyi ki bitmemiş. Final sahnesi o kadar güzel ki... Bir resim-şiir sanki. Zaten film, Jîn bir Miyazaki ormanı geyiğiyle yüz yüze gelince ya da bombalardan kaçıp aynı mağaraya sığındığı devasa bir ayıyla elmasını paylaşınca, gitgide bir masala, oradan büyülü-şiirsel bir resme dönüşüyor zaman zaman. Öyle ki Erdem, Alman romantisizminin önemli isimlerinden ressam Caspar David Friedrich’in bazı tablolarını yeniden yarattığını söylüyor filmde. Filmin nefis müziği de, “yalnızlık”, “ölüm”, “melankoli” gibi Friedrich temalarını bir rüzgarla getirip filme taşıyor sanki. Daha önemlisi ama, filmin Friedrich eleştirmenlerinin “belki de şiire bırakılsa daha iyi olacak” dedikleri bir alana, yani ressamın eserlerinin en derinlerinde yatan şiire dokunması. (Radikal)
Özlem Öz
Boğaziçi Üni., Öğretim üyesi
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.