• BIST 9367.77
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 8 °C
  • Diyarbakır 6 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 16 °C
  • Berlin 1 °C

Bayram Bozyel: Kürt sorununu iç politika malzemesi yapmak ahlaki değil

Bayram Bozyel: Kürt sorununu iç politika malzemesi yapmak ahlaki değil
Bayram Bozyel: Toplum, Kürt sorununu bir iç politika malzemesi olarak kullanmanın gayrı ahlakiliğini kavradı.

Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak yeni bir döneme girildiği yönünde artan tartışmalar söz konusu. Bu durum haklı olarak hem toplumda belirli bir iyimserliğe ve barışçıl çözümün yakın olduğuna dair bir rahatlamaya yol açıyor, öte yandan adına ‘yeni’ denen sürecin, sonuçsuz kalarak yeni hayal kırıklıklarına yol açmasından duyulan endişeler beyinleri kemiriyor. Son on yılların acı ve şiddet deneyiminin Kürt toplumunda biriktirdiği derin güvensizlik ve umutsuz ruh hali, somut ve hayatına yansıyan sonuçlar görmedikçe, onun, barışı ve çözümü çağrıştıran her adıma yeni bir tuzak ya da kırılma olarak bakmasına yol açıyor. Siyasetin bu olaya tutarsız yaklaşımı ve içtenlikten yoksun uygulamalarının, söz konusu algının oluşmasında payı inkâr edilemez.

Öte yandan devletin Kürt sorununda bunca yıldır sergilediği ilkesiz ve tutarsız yaklaşıma karşın, içerde ve dışarıda olan her şey Türkiye’yi çözüm yönünde kaçınılmaz bir biçimde değiştirip dönüştürmeye devam ediyor. Türkiye’nin birçok konuda çağ atladığına ilişkin bahse girilebilir, ancak Kürt sorununda çağın dışında kaldığını tespit etmek için kâhin olmak gerekmez.

Türkiye, tarihten gelen korku ve bağnazlıkların pençesinde çekişirken, dünya yeni parametreler ışığında kendini yeniden yapılanma yolunda dev adımlarla ilerliyor. Gelinen aşamada ABD’nin bölgede ve Türkiye’de Kürt sorunundan kaynaklı bir çatışma ve istikrarsızlık durumuna sıcak bakması için hiçbir neden kalmadı artık. Aksine, Afganistan batağından kurtulmak ve bölgede İran’ı bloke etmek için, Kürt sorununda prangalardan kurtulmuş bir Türkiye’nin onun çıkarına olduğunun farkında. Aynı durum Avrupa Birliği için de geçerli, hata daha da fazla. ABD ve AB’nin Kürtlerin hatırı için Türkiye ile boğuşmayı göze alacaklarını düşünmek saçma olur elbet. Ama mevcut tabloyu uzaktan izlemekle yetineceklerini varsaymak ise saçmalıkta öte aptallıkla eşdeğer. Bu haliyle batılı müttefikleri için, dostluk maliyeti her geçen gün katlanmakta olan Türkiye’nin, değişim için daha çok teşvik edilmesi (siz buna baskı altına alınması diye okuyun) kaçınılmaz görünüyor. Önümüzdeki dönemde sorunun çözümü için uluslararası planda hareketliliğin artması şaşırtıcı sayılmamalı.

Kürdistan Bölgesi yönetiminin, özel olarak da Sayın Barzani ve Talabani’nin sürece ilişkin çeşitli inisiyatifler aldıklarına ilişkin bolca haberler var. Bu haberlerin bir karşılığının olduğu muhakkak. Her iki liderin de çatışma ortamının sonlanması ve Kürt sorununun bir hal yoluna girmesini samimiyetle istediklerine şüphe yok. Ama aynı zamanda Kürdistan bölgesinin içinde bulunduğu kırılgan durumun da bunu gerektirdiği ortada. Türkiye’de yaşanan istikrarsızlık ve çatışmalı durumun, bölgedeki konumu nedeniyle PKK üzerinden Güney Kürdistan’a taşınmasının yol açtığı sıkıntı bir yana, Kürdistan Bölgesi liderlerinin salt soydaşlıktan kaynaklanan hassasiyetler nedeniyle olsa bile Türkiye’deki Kürt sorununa ilgisiz kalmaları düşünülemez. Tarihi kişilikler olarak bölgedeki bütün Kürtlerin çığlık ve beklentilerini vicdanlarında hissetmediklerini düşünmek imkânsız.

Ortada olan yalın gerçek şudur; Kürt sorunundaki mevcut çözümsüzlük durumu artık kimsenin çıkarına değil. Toplum, gelinen aşamada Kürt sorununu bir iç politika malzemesi olarak kullanmanın gayri ahlakilik ve iğrençliğini kavrayacak bir olgunluğa ulaştı. Siyasi felsefesi ve inancı ne olursa olsun Türkiye toplumu bakımından, Kürt sorunundan kaynaklı can kayıpları ve yaşanan acılar düşünüldüğünde, barışçıl çözüm çabalarının giderek cazibe kazanması doğaldır. Siyasetin, özel olarak da geleneksel devletçi siyasi aktörlerin toplumdaki bu dönüşümü tespit etmemeleri mümkün değil.

CHP’nin son dönem çıkışını ve Kürt sorununda geliştirmek istediği inisiyatifi bu tablo içinde değerlendirmek daha gerçekçi gibi görünüyor. CHP’yi geçmişine bakarak yaftalayıp ve peşinen yargılamak, onun söz konusu arayışını toplumsal zeminden soyutlayarak ele almak eksik bir değerlendirme olabilir. Eğer CHP’nin tümden gerçeklik algısını yitirdiğini düşünmüyorsak, o zaman onun yeni iklime ayak uydurma yönündeki son girişiminde de bir tuhaflık aramamak gerekiyor. Aynı durum MHP’den bu aşamada beklenmeyebilir. Çünkü her şeye rağmen ve ‘kanının son damlasına kadar’ Kürt sorununda direnecek olan bir kesimin varlığı, MHP’nin daha bir süre siyaset yapmasına yetebilir.

2009 yılında AKP’nin ‘Açılım’ başlığı altında başlattığı sürece ilişkin binlerce Kürdün AKP’nin niyetini ve niteliğini sorgulayan sorularına karşı başvurduğum düstur bugün için de geçerlidir.

Özetle siyasi aktörlerin politik duruşları bir dereceye kadar ve genel olarak, kendi düşünsel yapıları, felsefi referansları ve temsil ettikleri toplumun beklenti ve çıkarları tarafından belirlenir. Ancak gün gelir temsil edilen toplumsal kesimlerin çıkarları bakımından koşullar değişebileceği gibi, hayatta kalma refleksi de siyasi aktörleri yeni durumlara adapte etmek zorunda bırakabilir. Bu nedenle siyasi aktörleri değişmez, donmuş kalıplar şeklinde okumak bizi zihinsel ve politik bir cendereye sokabilir. Diyeceğim şu, Kürt sorunu bir biçimde çözülecek. Bu AKP ve CHP’ye rağmen olabileceği gibi, onlarla olmasını da ihtimal dışı saymıyorum.

Koşulların Türkiye’yi bir yol ayrımına getirdiği açık. Türkiye Kürt sorununda izlediği baskı, inkâr ve son yıllardaki tutarsız politikaları ile gelip duvara tosladı. Şimdi bütün göstergeler barışçıl çözümü tek seçenek olarak işaret ediyor. Barışçıl çözümün de başlı başına bir süreç olduğu düşünüldüğünde, onun doğru inşa edilmesi ve yönetilmesi başlı başına önem kazanıyor.

Bütünlüklü ve ilkesel bir yaklaşım gerekli.

Barışçıl çözüm sürecinin başarısı, en başta tarafların temel bazı ilkelerde anlaşmalarını ve bu ilkelere göre döşenmiş bir yol haritasını oluşturmalarını gerektiriyor. Sık ve tehlikeli çalılıklarla örülmüş bir ormanda yolumuzu kaybetmemek ve yeni hayal kırıklıkları yaşamamak için bu gerekli. Gerisi mühendislik yaratıcılığı gerektiren bir durum. Bunu söylemek, sürecin iniş ve çıkışlardan, duraksama ve zorluklardan azade olduğunu iddia etmek anlamına gelmiyor.

Kürt halkının eşitlik talebi çözüm sürecinin çakılması gereken ilk ve temel sütunlarından birisidir. Sözde değil, özde eşitlik... Bütün temel hak ve özgürlüklerin iadesi olmak üzere, siyasal iktidarın paylaşımı da dahildir buna. Bu bir statü sorunudur ve son tahlilde taraflar böyle bir statünün belirlenmesi için referandumu göze alabilmelidirler. Tam demokratik ve özgür bir ortamda Kürt halkının çoğunluğunun iradesine saygı duyulacağı ilkesi yol gösterici bir pusula olarak benimsenmelidir.

Böylesine bir iklimin yaratılması için herkes için tam bir düşünce ve örgütlenme serbestisi sağlanmalı. Bütün Kürt partileri özgürce faaliyet hakkına ve örgütlenme olanaklarına kavuşmalı. Burada gerçek anlamda demokratik bir ortam ihtiyacı, demokrasinin evrensel standartlarına dayalı bir sistemin inşa sorunu karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede yeni anayasa yapımının önemli bir fırsat sunduğunu hatırlatarak bu konuyu geçeyim. Yasaklardan, kısıtlamalardan, barajlardan uzak, özgür ve demokratik bir yarış ortamında bahanelere, istismara ve mızıkçılığa yer yoktur. Kürt halkı kendi kararını kendisi verecektir.

Böyle bir tablonun yakalanması bakımından sürecin normalleşmesi yakıcı bir ihtiyaç. Deneyimler, normalleşme sürecinin genel aftan ve silahların susmasından ayrı düşünülemeyeceğini bize gösteriyor. Bu çerçevede genel bir af olmazsa olmaz bir koşul. Dağdakilerin inmesi, içerdekilerin çıkması, dışarıdakilerin dönmesi ancak kapsamlı bir siyasi afla mümkün olabilir. Ve bu adıma bağlı olarak şiddet durmalı, silahlar devreden çıkartılmalıdır. Hatta işin başında ve öncelikli olarak yapılması gereken şey şiddetin durması, silahların devreden çıkartılması olmalıdır. Ancak tecrübeler gösteriyor ki silah susturmayı ve bıraktırmayı tek başına bir hedef olarak önünüze koyduğunuzda, ne silahları susturabiliyorsunuz ne de Kürt sorununu çözmüş oluyorsunuz. Kürt sorunu tek başına şiddetin durmasına indirgenemez ama silah bıraktırma sorunu da Kürt sorununun eşitlikçi çözüm perspektifinden soyutlanacak bir sorun olarak görülmemeli.

Devletin çağdışı Kürt politikası gibi silahlı mücadelenin de çağdışı kaldığına kuşku yoktur. Silahların susturulması hiç kuşkusuz her açıdan bir yumuşamayı beraberinde getirecektir. Ancak güçlü ve sağlam inşa edilmiş eşitlik ve adalet ilkelerine oturtulmayan bir barış geçicidir. Esas olan, yüzyıllık haksızlık, mezalim ve vahşetin besleyip büyüttüğü enerjinin barışçıl bir biçimde akacağı özgürlükçü bir ortam yaratmaktır. Değilse, Kürt toplumundaki ezilmişlik ve aşağılanma duygusu ve onur kırıcı tarihin biriktirdiği öfkenin her an bir yangına dönüşmesi için ufak bir kıvılcım yeterli. Kalıcı barışı tek başına silahları susturmaya bağlayan bir zihniyet yeni trajediler üretmeye adaydır her zaman.

Bunun için devletin, buna AKP ve CHP diyelim, Kürt sorununu idare etmek yerine ona doğru bir biçimde odaklanmaları, çözüm beklentilerinin yükseldiği bir süreçte her zamankinden daha çok önem kazanıyor. (Taraf)

  • Yorumlar 3
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89